Caner KUTLU
Kur’an dili, din dili
Kur’an dili, iman ve ibadet dilidir; Allah’ın kelamı olan Kuran'ı kabul ederken, okurken, hükümlerini itikadımız olarak tasdik ederken muhatabiyet kurduğumuz dilimizdir.
Bu dil, kulun Allah’la olan konuşmasıdır.
Her ibadet bu dilde yapılır, tahiyyatlarımızı O’nun sözleriyle (ki en güzel sözler ona aittir) sunar, O’na O'nu kendi sözleriyle tekrarlarız.
Buradan gelen ‘zevk-i mukaddesi’ kendimizde ‘muhabbetullah’ olarak karşılayarak, yine O’nun sözleriyle O’na yansıtırız.
Fatiha’da öğretilen Allah'la ‘huzur’daki bu formal yapının gereği masivanin temsilcisi sıfatıyla, kendimizi de her şeyin içine katarak, büyük sanatın büyük Sanatkarına, sanatını, kelam sanatı olan Kur’anın sözleriyle sunarız. Bütünüyle anlamlar (hakikatü’l hakaik) yalnızca O’nun katındadır (bütün ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa bu anlamları yazmada yetersiz kalacaktır).
İmanın bir ‘hüsn-ü münezzeh ve mücerred’ olması, Kur'an ifadesinin münezzeh ve mücerred oluşunu ve imanın dilinin eşsizliğini açıkça gösterir.
Burada en küçük bir insan kelamına tahammül yoktur... En zalim insan Allah'ın kelamı hakkında iftira edendir (farklı söyleyendir).
Bir harfini bile reddetme ya da başka söylemek imanın bütününü kaybetmek demek olacaktır.
Kur’an sözü Sahibinin korumasındadır; değişim ve eleştiriden ayrıdır.
Bütün insan sözleri, hatta geçmiş ve gelecek bütün insanlar bir araya gelseler bir küçük benzerini ya da karşı bir küçük alternatifini getirememesi (hem anlam hem de ifade olarak) ile ‘karşı’lığı imkan dahilinden atılan bir büyük değişmezdir.
Kur’an dili, böylelikle, kainatın en büyük sabitesidir.
Ezeli ve ebedi olan, kainattaki en temel hakikat iman ve Kur’andır.
Bu nedenle bütünüyle kainata Allah'ın (hem ilk) hem son hitabıdır denebilir; değişmeyecek ve yenilenmeyecek olandır.
Kur’an dili Allah'tandır,
(dilin, aslında, önce gönderildiğinin de bir delilidir; evet, dilin özü gönderilmiştir... Adem peygambere isimler öğretilmiştir, sonra insanlık zamanın akışıyla kendine uyacak şekilde değiştirip, dönüştürerek kullanagelmiştir).
Cennet (ve cehennemin) dilidir,
(yani, dil, insanlığın katkısından sıyrılıp, öz haliyle ‘Adem babamızın dili olarak’ ebediyen kullanılacaktır).
Kur’an dili yalnızca Arapça (ve İbranice kökleriyle) değil, Kur’an’da geçen şekliyle görülmelidir.
Kur’an kelimeleri ve kavramlarıyla, yazılı olan asıl dildir.
Din dili ise: din, yani hayat demek olan, Yaratıcı’nın kullarından her bir gün içerisindeki isteğinin karşılığı olarak, şeriatından teşekkül eden 'yaşam tarzı' nın ifadeye dönüşmesidir.
Kur’anın her doğan güne, her bir kula, dolayısıyla topluma yansıyan izini, sözünü yakalamayı ve büyük kainat şeriatına katılmayı esas alan, dolayısıyla düşünce, kültür ve medeniyet dilidir.
Kulların kendi cümleleriyle Kur'an dilini yaşama dönüştürme ve toplum iradesini de içine katarak bir büyük 'anlayışı' yakalaması demektir.
Kur’an dilinden İslam coğrafyasına yansıyan biçimiyle Arapça ile birlikte, Farsça ve Osmanlı Türkçesi (belki Hint dillerini de saymak mümkün), İslam medeniyetinin büyük parlama noktalarını ifade etmesiyle din dilinin tamamlayıcı türevleri olmuşlardır.
Fikir, sanat, medeniyet, marifet, tarikat, şeriat dilleri olmalarıyla hakikat olan Kuran manalarını zihinlerde yeşerten ve kavramlarını insan dimağında yaşatacak bir misyonu edinmişlerdir.
Din dili, insan zihninde hakikatin ete kemiğe bürünmesiyle gerçekleşir, Allahın muradını toplum nezdinde iletişim biçimine dönüştürür.
Güncel üretimin, zihinsel kavrayışın, kitapla olan bağının kurulduğu bu dildir.
Peygamber’in (asm) sünnet ve hadisleriyle başlayan bir sürecin gelişen dilidir; dinin gelenek yönünü de taşımasıyla da güncelle bağlayan, besleyen; yaklaşımı, iz’anı, tarafgirliği (din bir taraf olmaktır) üretecek zihin tarlasıdır.
Bu nedenledir ki, bir İslam toplumunu yok etmenin iki yolu bulunmuştur; ya Kuran'ı ortadan kaldırmak, ki bu görüldüğü üzere imkan dışına atılmıştır, yapılamayacaktır.
Ya da, din dilini ortadan kaldırmaktır.
İşte uzun dönemdir İslam coğrafyasında yapılan ikincisidir.
Bediüzzaman'ın meşhur rüyasında gördüğü, Ararat dağının paramparça olması, Kur’an'ın etrafındaki bu dilin yıkılması olarak da yorumlanabilir.
(Malum plan, önce İslamı, ardından imanı yok etmeyi bu şekilde gerçekleştirmek istemiştir.)
Risale-i Nur'un Kuran'ın kendi kendini savunduğu ve bin yıldır aktarılan bir din dilinin korunduğu ve gelişmeye açık bir şekilde canlı tutulduğu, böylece Kur’anın sönmez ve söndürülmez bir güneş olduğunun ispat edildiği büyük bir yenilik (Mücedditlik) ve öncülük (Mehdiyet) manasını taşıması bundandır.
Kur'an dili ve din dili, zihin dünyamızın iki menzili olarak bir büyük hakikat ve medeniyet arayışında kelimelerimizi besleyeceklerdir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.