Şahin DOĞAN
‘Kur’an İslam’ı ya da ‘Tahkiki İslam’
Bazı araştırmacılar Kur’an İslam’ı söyleminin ilk ayağı olarak Hint alt kıtasında Seyyid Ahmet Han, Çerağ Ali ve Mısırda Muhammed Abduh’u gösterirler, sonrasında onu öğrencisi Reşit Rıza ve Fazlulrahman takip eder. Gerçi Fazlulrahman, Seyyid Ahmet Han ve takipçilerine ilkesiz ve tutarsız davrandıkları gerekçesiyle ağır eleştirilerde bulunur ancak kategorik olarak O da tam “Kur’ancı”lar gibi davranmasa da Sünnet ve hadise karşı aldığı tavır bakımından aynı güruhun içinde yer almayı hak ediyor. Hüseyin Atay, Edip Yüksel, Y. Nuri Öztürk, Bayraktar Bayraklı, İhsan Eliaçık, İbrahim Sarmış, Mehmet Okuyan, Mustafa İslamoğlu bu eğilimin, değişik tonlarıyla, bizdeki bazı savunucuları arasında.
Yeri gelmişken, her ne kadar bazı İslamcı düşünürlerin de bu anlayışa kaçan/kayan fikirleri varsa da İslamcılar ile Kur’ancıları itinalı bir şekilde birbirinden ayırmak lazım. İslamcı dediğimiz camia toplumsal ve siyasal bir ıslahı ve dönüşümü merkeze alır. Bunların başında Cemalleddin-i Afgani, Muhammed Abduh, Muhammed İkbal, Mehmet Akif, Said Nursi, Said Halim Paşa, Seyyid Kutup, Mevdudi, Ali Şeriati… gibi simalar gelir.
Kuran İslam’ı, Kur’ancılık, Kur’aniyyun söyleminin belirgin özelliklerini, bazı nüans farklılıklarına rağmen, kabaca şöyle hulasa etmek mümkün: Dinin tek kaynağı Kur’andır. Hadislerin güvenirliliğinden derin bir kuşku duymak gerekir. Günümüze kadar sahih olarak gelen hadis sayısı bir elin parmakları kadar az. Sünnet denilen olgu tek kelimeyle ata yadigarı asılsız ve mesnetsiz bir gelenek. Kabir azabı, şefaat, tevessül, tesettür, kıyamet alametleri, mehdi, Hz. İsa’nın nüzulü, mezhep, kaza ve kader gibi şeyler atalar dininin daha doğrusu uydurulmuş dinin asılsız inançları. Hz. Peygamberin Kur’an dışında mucizesi yok. Hatta son dönemlerde bu söylemin en ateşin bir savunucu haline gelen M. İslamoğlu adeti olduğu üzere yine bir aforizma üretmekte gecikmedi: “Sıfır mucizeden bin mucizeye” yani 19. Mektup olan Mucizat-ı Ahmediye de okuduğumuz bütün mucizeler hepsi birer uydurma veya masal hatta onlardan biri bu mektuptaki mucizeler için “Muhammed harikalar diyarında”(İ. Eliaçık) diyebiliyordu.
Bu anlayışın mazisini saadet asrına kadar götürmeye çalışan bazı tekellüflü araştırmalar bulunmasına rağmen bizce bunun oryantalist bir proje olduğu su götürmez bir gerçek. Bundan dolayı Yusuf Kaplan hocanın şu tespitine gönülden katılıyoruz: "Kur"ân İslâmı" söylemi, geliyorum diyen en büyük felâketlerden biridir. İslâm"ı protestanlaştırma projesidir. ” Bundan yaşanan her şeyi dış mihrak ezberiyle açıkladığımız zehabına kapılmamalı. Din dediğimiz pratik acımasızca inkar edilen hususların ete kemiğe bürünmüş şeklinden başka bir şey değil. Kimi zaman bu gibi ‘teknik’ konularda kendi kanaatlerimizi söylediğimizde “işin uzmanı mısın, necisin, ilahiyatçı mısın, bilgin ne kadar” tarzında eleştiriler alıyoruz. Onun için bu yazıda fazla kendi kanaatlerimizi yazmayacağız ‘işin uzmanı’ bir kalemin konu ile alakalı düşüncelerini alıntılayacağız.
“…Sırf Kuran’dan konuşulmasını virdi zeban haline getiren bu söylem aslında Kur’an’ı değil Kur’anda kendi öznelliğini okur. Başka bir ifadeyle sadece Kur’an’ı konuşturduğunu varsayan bu söylem gerçekte kimi zaman şari sıfatıyla kendi din ve değer tasavvurunu konuşturur. Zira Kur’an’ı başka hiçbir kaynağa başvurmadan yorumlama iddiası öznelliğe ve keyfiliğe sonsuz serbesti tanır… Diğer taraftan Kur’ancı söylem müslümanca bir hayatı metinden üretmeyi önerir daha açıkçası bu söylemin en temel iddiasına göre İslam ve Müslümanlık en saf ve en sahih biçimiyle Kur’an metninden üretilmelidir. Kur’an’ı bir metin dolasıyla epistemik bir nesne olarak görmesinden dolayı en başından sıkıntılı gözüken bu iddia kesinlikle isabetsizdir. Çünkü hayat hele hele müslümanca bir hayat mana ve mesajı bir tür anlam arkeolojisi veya lafzın altını kazıma yöntemiyle keşfedilmesi gereken bir metin olarak algılanan kurandan üretilemez. Diğer bir deyişle sahih ve sağlıklı kuran okumalarıyla daha güzel Müslümanlık yaşanmaz, yaşanamaz. Çünkü Müslümanlık denen pratik tecrübe vahyin nüzul süreci tamamlandıktan sonra tarihin hiçbir uğrağında salt kitaptan, metinden üretilmedi; bilakis yaşayan sünnet ve gelenek sayesinde tabii bir hal olarak öğrenildi. (Mustafa Öztürk, Çağdaş İslam Düşüncesi ve Kurancılık, Ankara Okulu, s. 227)
İşin uzmanı ‘içerden’ ilahiyatçı bir akademisyen böyle derken beli tarafta Mücahit Bilici ağabeyimiz bu söylemi “tahkiki İslam” diyerek bakınız nasıl takdir ve tahsin hisleriyle selamlıyor, hem de gözlerimizin içine baka baka Kur’andan 19 mucizesine uymadığı gerekçesiyle Tevbe suresinin son iki ayetini inkar eden aynı zamanda nurculuğa “uyduruk bir din”, risalelere “uydurulmuş bir Kütüb-i Seba”, Bediüzzaman Said Nursiye de “meczup ve müşrik bir Sünni” (http://19. org/tr/said-nursi-2/) diyebilen Kurancı-mealcilerin piri Edip Yüksel’i hüccet göstererek ve dahi ona arka çıkarak:
“…Eskiden tek tük şahısların cesaret edebildiği ve hemencecik tekfir ve tehdit ile susturulmaya çalışıldığı eleştirel seslerden (Edip Yüksel örneği gibi) bu aralar çokça yeni ses duyuluyor. Yeni kuşak ilahiyatçılardan, inandığı dinde tutarlılık arayışını ezber kabullerle çatışma pahasına sürdüren genç bir nesle kadar pek çok noktadan İslam’ın yeni bir anlayışının doğum sancılarını görüyoruz… Taklidî İslam’dan tahkikî İslam’a geçiş sancıları bunlar. Yani düşünmeden kabullenilen bir dinî gelenekten, dinin eleştirel bir nazardan geçirilerek kabul edildiği yeni bir anlayışa geçiş yaşanıyor. Birbirinden bağımsız oldukları hâlde çeşitli çevrelerde tezahür eden Qur’an-merkezli bir İslam anlayışı vurgusu ve hadis yahut mezhepler eleştirisi bu değişimin habercisidir. Bu yükselen eleştirel İslam dalgasını klasik selefilik etiketiyle paketleyip görmezden gelmek veya hafife almak büyük bir hata olacaktır... ” (Mücahit Bilici-Taraf, 26. 10. 2015)
Kur’ancılığı “tahkiki İslam”, ona yöneltilen haklı itirazları ise “klasik selefilik” olarak tesmiye etmek Risale-i Nur geleneği içerisinden gelmiş olan birinin söyleyebileceği en son şeydir. Bilici, Kurancılar için bu övgüleri dizerken İslamcıları da bazı siyasi kanaatlerinden dolayı yerin dibine batırıyordu. Oysaki Kur’ancıların itikadi sapmalarının yanında İslamcıların bazı siyasi hatalarının sözü bile olmaz. Bunları rahatlıkla söyleyebilen Bilici’nin Kuran İslam’ı söyleminin nelere tekabül ettiği konusunda yeterli miktarda bilgi sahibi olduğundan kuşkuluyuz. Daha açıkçası hazretin Kuran İslamı söyleminin mahiyetinden gafil olduğu anlaşılıyor zira bu cereyanın muhtevasında mündemiç olan ve yukarıda bir nebze bahsi geçen ölümcül yanlışlardan kafi ölçüde haberdar olsaydı bunları söylemezdi diye düşünüyoruz. Sayın Bilici’den şu soruya bir cevap vermesini bilhassa rica ediyoruz: Kurandan iki ayeti inkar eden birine ne denir? Zat-ı alileri azıcık tenezzül gösterip cevap verme nezaketi gösterirse kendisine müteşekkir olacağız.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.