Yol ikidir üç değil: Ya doğruyu söyle ya da sükût

Yol ikidir üç değil: Ya doğruyu söyle ya da sükût

Şekercihan YouTube kanalındaki “Bir Bayramdır Ramazan” programının yirmidördüncü gün sohbeti “Kur’an’da Sıdk ve Kizb” başlığı altında Av. Ahmet Özkılınç ile gerçekleşti.

Haber: Mehmet Kaplan

Özkılınç, “İnsana Kur’an’dan bir konu teklif edilince, önce kendi hususi dünyasında şu sorgulamaya giriyor: Bu konuyla alakalı ben ne durumdayım? Kizb ve sıdk, yani yalan ve doğruluk bizim mesleki anlamda çokça sınandığımız bir alan, çok karşılaştığımız, değişik meselelerle çokça sınandığımız bir alan olduğu için ister istemez insan kendi dünyasını gözden geçirme ihtiyacı hissediyor. Allah razı olsun, hakikaten Kur'an'a muhatap olma, sünnete, hadise muhatap olmada yeni bir perspektif ve boyut açıldı bu sayede. Bu konuda vazifelendirmiş olmanız beni ayrıca memnun etti. Ben şahsen fevkalade istifade ettim konuya çalışırken, o istifade ettiğim hususları paylaşmak istiyorum” diyerek başladığı sohbetini şu açıklamalarla sürdürdü:

İLETİŞİMDEN MAKSAT ANLAMAK VE ANLAŞILMAKTIR

“Ben konuya çalışırken bu iki temel kavramdan kizbe, yalana daha çok ve yoğun bir biçimde odaklandığım için, vaktimi daha ziyade oraya ayırmak arzu ediyorum. Sıdka da zamanın el verdiği nispette gireriz, ama sanki sıdk ve sadakatin başlı başına, müstakilen ayrıca çalışılması gerektiğine dair bir kanaat oluştu bende. Burada da bir tarz oluşturdum. Şöyle başlayayım: Mantıken baktığımızda, iletişim diye bildiğimiz şey insanların duygu, düşünce, inanç, tutum ve davranışlarının sözlü, yazılı olarak ve hal diliyle iletilmesidir. Anlamak ve anlaşılmaktır. İletişim, mesaj, gönderici ve mesajı alan olmak üzere, üç önemli unsuru olan; bilgi, duygu, görüntü veya sesin iletilmesi ve işlenmesi süreci diye tarif ediliyor. Dili, konuşmayı da taraflar arasında anlamlı bir ilişki kurmaya yarayan iletişim aracı olarak tanımlamak mümkün.

İslâm dini, kendini bütün insanlığa Kur’an diliyle takdim etmektedir. Bir başka ifade ile buna Kelamullah, Allah’ın konuşması, Rabbimizin bizimle konuşmasıdır diyebiliriz. Kur’an’ın ortaya koyduğu interaktif iletişim sürecinin kaynağı Allah, hedefi ise başta insan olmak üzere bütün varlıktır. Bu aktif iletişimde mesaj kaynağı Allah, vasıtası Cebrail, alıcılar ise Resûl-i Ekrem Efendimiz (asm) başta olmak üzere peygamberler ve tüm insanlardır. Vahiyde böyle olduğu gibi, ilhamda da bütün mahlukattır. Dolayısıyla ilahî vahyin amacı, insan kabiliyetlerini en üst seviyede geliştirerek, onu üstün varlık, kâmil insan bilincine ulaştırmaktır. Yaratanla olumlu ve aktif bir iletişim süreci, Kur’an’ın doğru anlaşılması ile başlar.

Kur’an’ın en doğru bir biçimde anlaşılması dediğimizde, sûrelerde, ayetlerde geçen bir kavramı, cümleyi, kelimeyi tercih etmekte murad-ı ilahi nedir sorusuna cevap aramak çok kıymetlidir. Mesela Bediüzzaman’ın özellikle İşârâtü’l-İ’câz isimli eseriyle başlayan Kur’an’a muhatap olma yolculuğu ve murad-ı ilahi nedir sorusuna cevap arayışı, sonrasında Risale-i Nur adını verdiği bir külliyata dönüşmüştür. İnsandan, kâinattan, Kelamullah olan Kur’an’dan maksad nedir? Murad-ı ilahi nedir sorusuna Sözler’de verdiği cevap çok dikkat çekicidir: ‘Ey insan! Şu kâinattan maksad-ı âlâ tezahür-ü rububiyete karşı, ubudiyeti külliyeyi insaniyedir.’ Tezahür-ü rububiyet, aslında kâinatın konuşmasıdır.

KURAN-I KERİM, KONUŞMA BECERİMİZİ ÇOK ÖNEMSİYOR

Bediüzzaman’ın meşhur üçlemesi, fıtrat-kâinat-Kur’an bütünlüğü ya da daha veciz ifade ile Ondokuzuncu Söz’de geçen, Rabbimizi bize tarif eden ‘üç büyük küllî muarrif’ten biri olan Muallim-i ekber Efendimiz aleyhissalâtu vesselâmı fıtratın en saf mümessili olarak aldığımızda: o Zât aleyhissalâtu vesselâm yaşayan ve yürüyen bir Kur’an ve bizim gibi konuşan bir öğretmendir. Kur’an ile kâinatı okuyor ve bize de okutturuyor. Özetle, insanlık aleminin ‘Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?’ soruları kâinatın, insanın, Rabbimizin ve Efendimiz asm’ın konuşması ile cevaplanıyor.

Kur’an’da en sık kullanılan on ibareye baktığımızda bunlar dil ile, konuşma ile ya da diğer bir ifade ile iletişim ile ilgili kavramlar. Bunlar: ‘de ki, yalan, söz, öğüt, söyle, tövbe, yalvar, selam, doğru söyle ve iftira’ şeklinde sıralanıyor. Diğer ibareler bu on kelimeden sonra geliyor. Kur’an’da en sık kullanılan bu on ibarenin hemen hepsi, konuşma becerisiyle ilgilidir. Bu durumda Kur’an-ı Kerim, konuşma becerimizi diğer becerilerimizden daha çok önemsiyor diyebiliriz. Elest Bezminde de böyle bir muhatap oluş ve böyle bir konuşmayla başlamıştı varlık yolculuğumuz. A’râf sûresi 172. ‘…Elestü birabbikum? Kâlû belâ, şehidnâ.’ (Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi.)

Kur’an’da konuşma becerisi ile ilgili tercih edilen kelimelerde ilk üç sıra; birincisi ‘de ki,’ ikincisi ‘yalan,’ üçüncüsü de ‘söz’dür. Kur’an da ‘yalan’ kelimesi 76 ayrı sûredeki 278 ayette toplam 290 kez geçmekte. ‘Yalan’ ile ilgili olarak ‘yalan söylemek, yalanlamak, yalan uydurmak, yalan saymak, yalana kulak vermek, yalancılıkla suçlamak, yalan söz ve yalan işitmek vb.’ ibareler kullanılmıştır. Rahmân sûresi 4. ayetteki ‘beyan’ kavramı konuşmayı ve anlamayı ifade eder. Bunların her ikisi de bilim dünyasını tam anlamıyla acze düşüren mûcizeler silsilesidir. Beyanın temelinde, her şeyden önce, düşünce vardır ki, bu başlı başına bir mûcizedir. Konuşmanın ilk adımı, düşüncenin kelime dediğimiz sembollere çevrilmesidir. Bu semboller, hafızanın derinliklerinden, sırrına akıl erdiremediğimiz bir mekanizma ile çağrılır, bir cümle içinde peş peşe dizilir. Cümlelere kelimeler, anlamlar, duygular yüklenir. Sonra, vücutta işini bitirmiş ve atık madde olarak ciğerlerden çıkmakta olan hava ses tellerinde, dilde, dişte, dudaklarda kelimelere dönüşür. Çünkü âyetten de, yaratılışımızdan da kolayca anlaşılacağı gibi, insana beyanın öğretilmesindeki amaç, onu âlemlerin Rabbine muhatap etmektir.

KUR’AN’DA DİL İLE İLGİLİ GEÇİŞ FREKANSI EN YÜKSEK İKİNCİ İBARE ‘YALAN’DIR

Konuşmak pek büyük bir nimettir. Ağız ki, insan onunla Cenâb-ı Hakk’ı tesbih ve takdis eder, zikreder. Mârûfu emr, münkeri nehy vazifesi ağızla yapılır. İnsan ağızla, kâinat kitabını ve onun ezelî tercümesi olan Kur’an’ı tilavet eder, kıraat eder. Bu âyetleri ağzıyla okur ve başkalarına anlatır. Bazen, inanmayan bir insanın, konuşmayla imana gelmesine vesile olur. Böylece üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlı bir iş yapmış olur... Ağzından çıkana ve girene dikkat et uyarısı, rastgele değildir. Ve insan, ağzıyla a’lây-ı illîyîne çıkar, sıddîkiyetin zirvesine taht kurar. Hz. Ebu Bekir’i (ra) makam-ı sıddıkiyete taşıyan, ağzından çıkandır.

Kısacası Kur’an’da, dil ile ilgili geçiş frekansı en yüksek ikinci ibare ‘yalan’dır demiştik. ‘Yalan’ ibaresinin bu kadar sık tekrarı, bir tesadüf değildir. Rahmân sûresinde beyan nimeti ya da mucizesi anlatılırken, aynı sûrede adeta Rahmân olan Rabbimiz ‘Biz sana beyanı öğrettik, yalanı değil’ mesajı vermektedir: Ardı ardına sayılan nimetler hep hamd ve şükür ister, hamdini ve şükrünü beyan et. Dilediğin gibi say ve söyle bunları ve sonunda bu nimetlere karşı şükür ile mukabele et. Ama asla inkâr suretinde yalanlama. ‘Öyleyken Rabbinizin nimetlerini nasıl yalanlarsınız?’ Bu ikazın bir sûrede 31 kere yer alması tam bir mucize ve çok manidar bir ikaz-ı ilahidir: Beyanı, yalan ile ziyan etme!

Rabbimiz, ağzını ve dilini yalana bulaştırma diye emrediyor. Çünkü dinin maksadı ideal insan ve ideal bir toplum düzeni sunmaktır. Yalan konuşan insan ve yalan üzerine kurulan aile yapıları ve toplulukların kalıcı mutluluk sağlaması ve güven telkin etmesi düşünülemez. Allah’a ve ahiret gününe inanmanın en belirgin göstergesi yalandan uzak durmaktır. Dolayısıyla küfrün malzemesi yalan. Allah’ı ahireti inkâr, peygamberliği, melekleri, Kitabı inkar hepsi yalandır ve yalanın gerçeklik âleminde bir karşılığı, aslı, hakikati yoktur. Ve yalanın kendisi yokluktur, olmayandır. İslam’ın ilk emri herkes tarafından bilinir. Ama ilk nehiy, yasak nedir sorusuna yalan adeta bir cevap mahiyetindedir. İlk inen sûrelerden Kalem sûresinin 8. ayeti: ‘Felâ tuti’i’l-mükezzibîn’ buyuruyor: Hakkı yalanlayanlara itaat etme! Kur’an’ın en büyük mücadelesinin ‘yalan’ ile olduğunu, müminler için de öyle olması gerektiğini, Kur’an’da sözle ilgili olarak ikinci en çok sıklıkta geçmesi nedeniyle tahmin edebiliriz.”

İNSANLIĞIN YERYÜZÜNDEKİ HİKAYESİ İBLİS’İN GETİRDİĞİ YALAN HABERLE BAŞLADI

Metin Karabaşoğlu: “Küfrün ilk malzemesi yalan oluyor. İnsanın yeryüzündeki imtihanı da bir yalanla başladı. İblis bir yalan haber getirdi. Cenab-ı Hak bir ağacın meyvesini Hz. Âdem ve Havva'ya yasaklayınca, İblis de onlara yanaşıp ‘Biliyor musunuz, niye yasakladı bu ağacın meyvesini? Yerseniz ölümsüz olacaksınız, ölümsüz olmayasınız diye yasakladı’ diyerek onları kandırdı. Bu anlamda diyebiliriz ki, insanın yeryüzüne inişi ve yeryüzü imtihanı İblis’in ürettiği bir yalan haberle başladı. Sonra diğer tarafta ‘nebiler’ diyoruz. ‘Haberci’ demek aslında. İblis’in yalan haberine karşılık nebiler bize Rabbimizden doğru haberi getiriyor.”

Ahmet Özkılınç: “Sözün gücü, sözün kalplerdeki fütuhatı, saltanatı sahabeyi netice verdi. Bediüzzaman’ın dikkat çektiği gibi, ‘kâinat çarşısında en fena, en pis bir mal olup, o malı satın almak değil, herkes nefret etmesi hükmüne geçen kizb ve yalana, saff-ı evvel olan ve en kıymetli ve revaçlı mallara müşteri olmak fıtratında bulunan sahabeler elbette şüphesiz bilerek ellerini uzatmazlar. Muhammed aleyhissalâtu vesselâmın âlâ-yı illiyyîne çıkmasının basamağı olan sıdk ve doğruluğa müşteri olup, sıdktan ayrılmamaya çalıştıklarından, ilm-i hadisçe ve ulema-i şeriat içinde bir kaide-i mukarrere olan, “Sahabeler daima doğru söylerler. Onlardaki rivayet, tezkiyeye muhtaç değil. Peygamberden (aleyhissalâtu vesselâm) rivayet ettikleri hadisler, bütün sahihtir” diye, ehl-i şeriat ve ehl-i hadis hükmetmişler. ‘

YALAN ŞAHİTLİK ŞİRKLE EŞ TUTULMUŞTUR

Yalan konusunda Allah’ın Elçisi de bir sürpriz yapmış ve bir gün sabah namazını kıldıktan sonra ayağa kalkarak: ‘Yalan şahitlik (veya yalan söz) Allah’a ortak koşmakla bir tutulmuştur’ demiş, sözü üç defa tekrarlamış. Kur’an’ın ve hadisin yalan-şirk ilişkisine bu kadar vurgu yapması bir yandan yalanın ne kadar vahim bir suç olduğunu gösterirken, diğer yandan da bizim bunu şaşılacak bir şey olarak görmemiz yalanın mahiyetini teşhis etmekteki acz ve zaafımızı ele veriyor. Her ikisini de her gün tekrar tekrar hatırlamaya ihtiyacımız var. Yalanın affedilmeyecek bir suç olan şirk ile doğrudan bağlantılı oluşuna karşılık bizim tiryakilik denecek bir ölçüde yalana tutkunluğumuz, radikal bir tedaviyi gerektiren bir ölümcül hastalık olarak görülmelidir.

Bu tedavinin en küçük bir tavizi kaldırmayacağına delil, ‘maslahat’ gibi menfezlerden sızan yalancılığın bugün başta medya, ticaret ve siyaset olmak üzere hayatımızın bütün alanlarını istilâ etmiş ve çoğumuzu amel defterine her gün yüzlerce yalanı hiçbir korku ve rahatsızlık duymaksızın ilâve eder hale getirmiş olmasıdır. Bu üç alan hayatın bütün kesimlerini doğrudan ilgilendirdiği için, böylesine amansız bir yalancılık yarışının hemen hemen herkesi etkilediğini söylesek, herhalde biz de yalan bir iddiada bulunmuş olmayız. Böylesine bir yalan pandemisi hiç şüphesiz birdenbire ortaya çıkıp toplumları kuşatmış değildir. O, yalanı şirkle, putperestlikle bir tutan bir dinin mensupları arasında kök salarken, tıpkı bir virüsün bedende yerleşip üçer beşer çoğalmasını andırır şekilde davranmış, ‘maslahat’ gibi bazı mazeretlerin açtığı deliklerden sızarak hayatın bütün alanlarına yayılmış ve nihayet bütün toplumu kuşatmıştır.

YOL İKİ, ÜÇ DEĞİL: YA DOĞRUYU SÖYLE YA DA SÜKÛT

Onun içindir ki, Bediüzzaman Said Nursî, daha yirminci yüzyılın başlarından itibaren İslâm âleminin dikkatini bu tehlikeye çekerek: ‘Kizb, kudret-i İlâhiyeye bir iftiradır. Kizb, hikmet-i Rabbaniyeye zıttır’ der. Yine Bediüzzaman: ‘Maslahat için yalan fetvasını zaman neshetti,’ yani ortadan kaldırdı demiştir. Onu bir asır önce bu hükme sevk eden şu sözlerindeki haklılık şimdi herkesin göreceği kadar aşikâr değil mi: ‘Maslahat ve zaruret için bazı âlimler yalana muvakkat fetvası vermişler. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünkü, o kadar sû-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez. İmme’s-sıdku ve imme’s-sükût, ya doğruyu söyle ya da sükut et, sus… Yani, yol ikidir, üç değil.’

Yalan ise kötülüğe, kötülük de cehenneme ulaştırır. Cennette olmayan iki şey, boş söz ve yalandır. Bir ortamın boş söz ve yalandan arınmışlığı öylesine büyük bir nimet olmalı ki, bizim gözümüzden genellikle kaçmakla birlikte, Rabb-ı Rahîm cenneti tarif ederken bu hususu özellikle vurgular. Mesela, Nebe sûresinde ‘orada ne boş söz ne de yalan işitilmediğini’ haber verir. Vâkıa sûresinde, cennetliklerin cennette ‘ne boş, ne de günaha çağırıcı bir söz’ işiteceklerini bildirir. Gâşiye sûresinde ise, ‘Orada boş bir söz işitmezler’ müjdesini verir. Meryem sûresi 62. ayet ‘Orada boş bir söz işitmezler; sadece selam denir’ diye bildirir. Orada boş söz ve yalanın olmayışı, diğer cennet nimetleri arasında Kur’an’da özellikle zikredilen bir nimettir. Zira diğer cennet nimetlerinin nimetiyeti ancak bu nimet ile tamama ve kemale ermektedir. Cennete yalandan uzak duranlar davet edilecek.”

YALANIN VE BOŞ SÖZÜN OLMADIĞI YER CENNETTİR

Metin Karabaşoğlu: “Şu dünya açısından baksak bunu net bir şekilde görebiliriz. Doğru sözlü, özüne, sözüne, fiiline güvendiğiniz bir insanla veya bir insan topluluğuyla beraberken cennetteki huzurun tadından, lezzetinden bir hisse yaşamıyor muyuz? Bir nüvesini, numunesini insan hissediyor gibi. Sonra ortama biri geliyor, diyelim yalancı ve gereksiz, boş sözler ortalığa saçınca, ortam bir anda cennet olmaktan çıkıyor. Yalan içine girse cennet cennet olmaktan çıkar. Boş söz içine girse cennet cennet olmaktan çıkar.”

Ahmet Özkılınç: “Mademki cennet ‘ne günaha çağırıcı, ne yalan, ne de boş bir sözün olduğu,’ bilakis hiçbirinin işitilmediği bir yerdir; o halde, oraya böylesi sözlerden sakınanlar, hayatını böylesi sözlerden arındırmaya çalışanlar, belki tastamam başaramasa da bu yönde bir çaba harcayanlar buyur edilecektir. Bu ahlak sınavında, başkalarının hukukuna saygıyla sınanıyoruz. Ama başkalarının da hukukuna saygılı olan, insanlık onuruna ve izzetine saygı gösteren, haksızlık etmeyen, başkasının kazancına göz dikmeyen, kimseye yalan söylemeyen biri olmanın yolu kişinin başkasından da önce kendisine saygılı olmasından geçiyor. Özsaygısı olmayan kişi,imkân bulamadığı için yapamadığı şeyleri imkân ve fırsat bulduğunda pekâlâ yaparken, özsaygısı olan kişi elinde imkân ve fırsat da olsa yapmıyor. Yapamıyor değil, yapmıyor! Özsaygısı olan kişinin durumu, ‘elinden gelmediği için yapamamak’ şdeğil, ‘kendisine yakıştıramadığı için yapmamak.’ Acz değil, iradeyle ilgili bir tercih.

SADAKAT BAĞLILIK DEĞİL, DELİLE DAYALI DOĞRULUKTUR

Sıdk ve sadakat ilişkisini, Şuara sûresi 88. ayetten anlayabiliriz. Bu ayet Hesap Gününü ‘Allah’a selim bir kalp ile gelenler hariç, evladın ve malın yarar sağlamadığı gün’ diye tarif eder. Hesabın, selim bir kalp ile gelenlere faydası var. Selim bir kalbe sahip olmanın şartlarından biri ise, insanın sadık ve sıddık oluşudur. Sıdk Hz. Ebu Bekir’de zirveyi bulur. Evet, Ebu Bekir (ra) hepimizce makbuldür, değerlidir, faziletçe en üstün sahabi olarak anılacak kadar değerlidir; ama yine de Ebu Bekir, algıladığımızdan da daha değerlidir. Zira ondaki sıdk, ‘sadakat,’ bizim algıladığımızdan daha ulvidir.

Bizim dünyamızda sadakat, doğruluktan ziyade bağlılık anlamında kullanılır. Oysa sadakat, kök anlamıyla, bağlılık manasını içermez, doğruluk anlamını içerir. Bağlılık, gerçek bir doğruluğun tezahürü ve işlevidir. Bir Kur’an ayeti ile anlarız bunu. Bakara sûresi, 111: ‘Eğer sadıklardan iseniz, burhan (açık ve kesin delil) getirin’ der müşriklere. Ve böylece anlarız ki, sadakatin asıl dayanağı delildir. Yani sıdk, öylesine bir bağlanma, hele ki körü körüne bağlanma asla değildir. Körü körüne bağlananlar, gerçek anlamıyla sadık insanlar olamazlar. Sıdk hali, sadakat eylemi ve sadık olma keyfiyeti, sadakat gösterdiğimiz dava için delil getirip getiremediğimiz ölçüsüne göre şekillenmektedir.

Tek başına ortam değil ne olduğumuzu, ne olacağımızı belirleyen; zaman ve şartlar değil. Ortamın bizim üzerimizde bir etkisi olduğu gibi, bizim de ortamı değiştirme ve etkileme imkânımız var. Arı da su içer, yılan da. Her ikisinin de ortamı aynı. Fakat: ‘Arı su içer, bal akıtır, yılan su içer, zehir döker’ der Bediüzzaman… İçinde bulunulan şartlardan bal mı, zehir mi zuhur edeceği, hepimizin alacağı tavra, takınacağı üsluba bağlı; ortama değil.

Toparlarsak, yalan kudret-i ilahiye iftiradır, hikmet-i rabbaniye zıttır ve yalan putperestlik ve şirkle eşdeğer sayılan fiiller üzerinden tanımlandığı için bizi titretmelidir. Öbür taraftan sıdk ve sadakatle bu âlemde yaşamamızın neticesinde o meşhur günde sıdkın, doğruluğun bize fayda verdiğini göreceğiz. Doğruluktan ayrılmayanlara doğru oluşlarının fayda verdiği o güne yatırım yapmayı Cenab-ı Hak hepimize nasip etsin, bizi doğruluktan ayırmasın.”

YALAN SÖYLEMEK KADERİ DEĞİŞTİRMEZ

Mehmet Kaplan: “Benim zihnimde şöyle bir şey açıldı bu ‘Kizb kudret-i ilahiye iftiradır’ meselesinde. Kudret-kader bağlantısını kurunca, Cenab-ı Hak kudret kalemiyle yazıyor, biz o yazılmış kaderin ve yaşananıh öyle olmadığı yönünde yalan söyleyebiliyoruz. Hem kendimize yalan söyleyebiliyoruz yalana mukaddime olarak, hem başkasını yanlış yönlendirmek için bunu söyleyebiliyoruz. Halbuki kader öyle cereyan etmedi ki. Dolayısıyla öyle bir boyutunu hissetmiş oldum. Yalan söyleyerek kaderi değiştiremeyiz. Peki, insanlar doğru söz yerine duymak istediklerini mi söylememizi bekliyorlar bizden?”

Metin Karabaşoğlu: “Bir karikatür vardı bu manada; iki gişe yapmışlar, birinde hoşa gitmeyen gerçekler satılıyor, diğerinde hoşa giden yalanlar. Hoşa gitmeyen gerçekler gişesinin hiç alıcısı yok, hoşa giden yalanlar gişesinde kuyruk var. Dünyada evet durum böyle. Ama neticede insan ahireti düşünse ve dönüp kendine baksa, bence diğer insanlardan öte, hem Allah'ın kudretine ve ilmine hürmet hem de Allah'ın insanı yaratmış olduğu temiz fıtrata hürmet, bence her ikisi bizi yalandan alıkoyar ve alıkoymalı. Bu net bir şekilde ortada.”

Program günün duasıyla sona erdi.

“Bir Bayramdır Ramazan” programını, Ramazan ayı boyunca her gün saat 18.00’de Şekercihan YouTube kanalından takip edebilirsiniz.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.