Hüseyin ÇEŞİTCİOĞLU
'Kurban olurum ben o gavurun Müslüman tarafına'
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ
Antalyalı yutuber Enis Batur; "başarıyı görmeyen, başarıyı benimsemeyen başarıya ulaşamaz" dedi bir tv sohbetinde. "Bir şeyi içten isteyen ona ulaşır" diye ekledi.
***
Antalya'nın merkezinde tarihi bir caminin tuvaleti önünde en az elli yıllık, bir badem ağacı vardı. Tuvalet önündeki toprak arsanın yerindeki evin sahibi bahçesine dikmişti. Yarım asırdır çiçek açar, badem verir, gölge yapar, dallarında kuşlar gece tüner, düşmanlarından korunur, gündüzleri ötüşen kumruların huuu huuları etraftan duyulurdu.
İşte bu tarihi caminin tuvaleti onarıma ihtiyaç duydu. Cami hocası bu isteğini ilçe belediyesine bildirince, "hayhay hocam ne demek" cevabını aldı. Belediye başkanı için bulunmaz fırsattı. Cami cemaatinin gözüne girmeye çok ihtiyacı vardı. Derhal çalışmalara başlandı. Tuvalet onarıldı, sıra önündeki toprak arsanın düzelmesine geldi. Arsanın tam ortasında yükselen bahar müjdecisi, yarım asırlık badem ağacı yükseliyordu. Bu ağacın düzenlemeye hiçbir engeli ve zararı yoktu. Toprak bir alanın ortasında tek bir ağaç olarak duruyordu. Camii hocası durduk yere bir laf attı belediye işçilerinin önüne.
"Bu ağacı kessek n'olur ki?" İşçiler durakladı. İşçi çavuşu hocaya yaranmak için, "olabilir hocam neden olmasın" dedi. Cami cemaatinden biri, "bu ağaç arabaların parketmesine engel olur" dedi. Bir araba fazla parkeder?
Sonunda karar verildi. Ağaç önce kurutulacak sonra kesilecekti. Ağacın etrafına çepeçevre önce beton döktüler, sonra çakıl taşlarıyla örtüp üstüne parke taşı döşediler. Ağaç kendiliğinden kurumaya başladı. Yaz geçti sonra güz geçti iyice kurudu badem ağacı.
Tatilden dönen öğretmen Sungur kuruyan bademi görünce gerçekten üzüldü. Ama üzerinde durmadı. Bir mecburiyetten etrafının beton ve taşla kaplandığını zannetti. Bu badem ağacını 19 yıldır tanıyordu. Bu kadar sene camiye gelip giderken bakıp tefekkür eder, baharı bademin önce hayat yeşili yapraklarında; sonra tarif edilmez koku ve karbeyaz/açık gülpembe renkteki çiçeklerinde görürdü. İlkbaharın ilk müjdecisi badem ve eriklerin açılan yaprak ve çiçeklerindeydi. Öncelik an farkıyla bademde gibiydi. Baharla beraber içinin de dirildiğini bu badem ağacında yaşardı. Bütün benliğinin kılcallarında kainatın ve öldükten sonra dirilişin ürpertici fısıltılarını bu bademde yaşıyordu. Çiçeklerin ilk ziyaretçileri ise bal arılarıydı.
Bir mart ortalarında öğretmen Sungur bu ağacın durumuyla yakından ilgilenmeye başladı. Camiye gelip gittikçe, balkondan bakıp kapkara gördükçe daha sık hatırlıyordu. Nihayet bademler yaprak/çiçek açtıkları halde, camii ardındaki badem açmadı. Açacağa da benzemiyordu. Çünkü ne nefes ne de su alabiliyordu. En az 50 yıllık badem ağacını diri diri gömmüşlerdi. İnsanın canlı canlı göğsüne kadar, çıkamayacağı kadar gömülmesine benziyordu. Bol yağmurlu bir şehirde sular ağacın dibinden kayıp gidiyordu. Susuzluktan ölmekte olan adamın dudağına suyu değdirip çekmeye benziyordu acınacak hali.
Bir ikindi namazında kararını verdi Sungur. Sonra dua etti engel çıkmaması için. Evinde bu işi görecek tek alet tapar/teberdi. Akşam namazına doğru taparı görünmeyecek şekilde torbaya koyup cami tuvaletine vardı. Temizlikçi Mehmed tuvalet temizliği yapıyordu. Allah'ın adamı denen cinsten 40'lı yaşarda ehli salat, çocuk saflığında bir insandı. Torbayı tuvalete koydu. Kapıyı çekip camiye girdiler. Namazdan sonra Sungur, "bu akşam bu bademi canlandıracağız inşaallah" dedi. "İnşaallah" diye cevap verdi Mehmed.
Önce ağacın dibindeki betonu sökmeye başladılar. Sonra dışa ve alta doğru iri moloz taşlarını. Sonra üstünü kaplayan kilitli parke taşlarını. Kazma işi olduğu halde taparla yapmak zorundaydılar. Komşu evlerden ikisine kazma sordu Sungur. Red cevabıyla beraber akıl ve tavsiye verdiler. "O ağaç çoktan kurumuştu, belediye yakında kesecekti; ne gereği vardı. Belediye bu işe ne derdi?"
Sungur açılan ağaç dibine salavat eşliğinde su dökmesini söyledi Mehmed'e. O da harbiden içten ve yüksek sesle salavat söyleyip kurumuş badem dibine kovayla su döküyordu. Bu arada Sungur 7 kere "tüsebbihu lehu mafissemavati sebu velardı vein minşeyin illa yusebbihu bihamdihi" ayetini okurken; Mehmed amiin diyordu. Salavat eşliğinde getirip götürdüğü su, belki 300 litreyi geçtiği halde ağaç dibi hiç dolup taşmadı. Bu arada Sungur moloz ve kilit taşlarını zorlukla söküyor, birlikte duvar dibine yığıyorlardı. Yoldan geçenler tuhaf tuhaf bakıyorken Mehmed'in salavatlı sularını ağacın dibi adeta yalayıp yutuyordu. Bazıları yaklaşıp ümitsizce laflar ediyordu.
Bu arada Mehmed ara ara şöyle diyordu. "Abi ağacı diri diri gömmüşler yaa."
Sungur öğretmen cevap verdi. "Gerçekten insanı diri diri gömer gibi, bademi gömmüşler yaa. Gavur memleketinde olsaydı bunu kimse yapamazdı. Adamı hem hapse atar hem çok ağır para cezası keserlerdi. Mesela Almanya'da tek bir insan tek bir genç böyle bir şey görse; her şeyi göze alır engel olur, derhal polise bildirirdi. Polis anında o belediye işçilerini tutuklardı."
Ardından "Ben o gavurun Müslüman tarafına kurban olurum" dedi Sungur. Gayrı ihtiyarı ağzından çıkan bu lafı birden çok beğendi. Hem bademin dipindeki beton artıklarını tırnaklarıyla temizledi, hem de işi bitene kadar tekrarlayıp durdu. "Ben öyle gavurun Müslüman tarafına kurban olurum." Mehmed de "vallahi doğru diyon, doğru diyon abi" deyip onaylıyordu.
"BEN ÖYLE GAVURUN MÜSLÜMAN TARAFINA KURBAN OLURUM"
Bu arada öğretmen Sungur'un ayakkabısı başta, pantolon, gömlek, yelek ve saçları ve yüzü çamurlu suya bulanmıştı. Elinin çeşitli yerlerinden kan sızıyordu. Tırnaklarının arasını kumlu beton doldurmuş acıtıyordu. Yatsı ezanıyla Mehmed camiye girdi. Sungur çalışmaya devam etti. Badem ağacının dibinden moloz/çakıl çıktıkça çıkıyordu. Cemaat camiden çıkmak üzereyken Sungur evine yollandı. Acından ölmüş, yorgunluktan bitmiş hissetti kendini. Tepeden tırnağa sırılsıklam ter içinde kalmıştı. Ter adeta paçalarından damlıyordu.
Günlerce salavat-ayet eşliğinde kuruyan bademi ikisi suladı. Öğretmen Sungur ve tuvalet temizlikçisi Mehmed. Sonra tam 21 Mart'ta ilk defa gözlerine inanamadılar. Sanki bir mucize gerçekleşmişti. Kuruyan badem ağacınının dibinden ince yeşil sürgünler peydahlandı. Ayrıca dallarının ucunda da belirdi bu filizler. Hayat püskürten buğulu bir mucizeye benziyordu görünüşleri. Sonraki günlerde dallar iyice yeşillendi sonra pembe/beyaza büründü. Bakıp görebilenler de şaşırdı.
Zaman içinde bazı insanlar durumu farkedince;
"Bu ağaç kuruduydu nasıl dirildiyse" diyorlardı şaşkınca.
"Ee öldüren Allah diriltir de" diyordu bazı camiden çıkanlar.
"İnsanları da böyle diriltecek kurban olduğum Allah" diyenler de vardı.
Mehmed bu konuda kimseye bir şey demiyordu. İki kişilik bir mucizeye tanık oldular ama çok az kişi farkedip anladı bu mucizeyi. Çünkü hayatın ülfet, ünsiyet kalın perdesi altında debelenip duruyorlardı.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.