Kürt meselesi ve cemaatler

Dini cemaat ve oluşumların memleket meselelerine bakışı farklı türden eleştirilere konu olabiliyor. Ülkenin can yakıcı sorunlarına ilgi gösterip açıklama yapmamak 'duyarsızlık' olarak, sorunlara ışık tutup çözümler önermek ise 'siyaset yapmak' olarak nitelenebiliyor. Cemaatler farklı alanlarda farklı önceliklerle hareket eden oluşumlardır. Her cemaatin ülke meselesine aynı düzeyde ilgi göstermesini istemek nasıl yanlışsa, ilgi gösterenleri farklı bir konuma oturtmaya çalışmak da yanlıştır.

İçinde büyük mağduriyetler, haksızlıklar ve acılar barındıran Kürt meselesine duyarsız kalmamak, insani, İslami ve demokratik duyarlılığı olan herkesin en tabii yükümlülüğüdür. Dini cemaatlerin de bu konuya ilgisiz kaldığını düşünmek doğru olmaz. Türkiye'deki cemaatler dinin sosyal-kültürel boyutunu öne çıkarmakta, değerler merceğiyle gelişmelere bakmaktadırlar. Sistemin iki sorun alanı olan İslam ile Kürtlüğün aynı anda ortaya konması, her zaman en büyük korku olmuştur. İslami mesajları sebebiyle büyük sıkıntılar yaşayan bu oluşumların Kürt meselesiyle ilgili söylemlerde bulunması ikinci bir sıkıntıya dönüşmüştür.

Uzun zaman ayakta kalma mücadelesi veren cemaatlerin kendi birlik ve bütünlüklerini koruma kaygısı etnik milliyetçiliği kutsayan anlayışlara karşı bir teyakkuz hali üretmiştir. Etnik milliyetçilik pek tabii olarak 'ayrıştırıcı' etkisi sebebiyle müteyakkız olunan bir konudur. İçinde Kürtleri, Boşnakları, Arapları, Çerkezleri, Zazaları ve farklı etnik kökenden insanları barındıran cemaatler kendi bütünlüklerini tehlikeye atacak her gelişmeye karşı daha hassas ve mesafeli durmuşlardır. Siyasi tarafgirlik de bu şekilde ayrıştırıcı bir konu olarak görülmüştür. Kitleselleşen cemaatler, içinde farklı siyasi eğilimdeki insanların varlığı sebebiyle açık siyasi tutum takınmamışlardır.

Cemaatlerin genel tutumunu inkar eden, yok sayan, bastıran statükocu tutumla aynı kefeye koymak haksızlık olur. Bir çok cemaat, Kürt meselesi gibi siyasi muhtevası yoğun olan konulara ilişmemeyi siyaset yapmamak, siyasi tarafgirlik göstermemek gibi görmüşler, kendi ilgi alanı dışında tutmaya çalışmışlardır.

Cemal Uşşak'ın samimi hissiyatını dile getirmesiyle başlayan tartışma bu çerçevede konuşulmayan bir konuyu gündeme taşımıştır. Ama meseleyi takdim ederken söylenenler sorunun bilinçaltı boyutlarını da yansıtmıştır. Aşılması gereken önemli bir set de bilinçaltındaki kaygı ve korkulardır. Nitekim, Kürt meselesine yönelik hassasiyet gösterenlerin gayretlerini 'onlar zaten Kürt kökenli aydınlardı' imasıyla küçümsemek, böyle bir çelişkiyi öne çıkarmaktadır. Bu insanlar insani ve dini duyarlılığıyla mı hareket etmiştir, yoksa Kürtlük bilinciyle mi? Kürt olanın Kürt meselesinden daha fazla muzdarip olması ve bunu gündeme taşıması tabii ki ayıp olarak görülemez. Statükocu sistem muhafızlarının etiketleme yanlışını birbirimize karşı yapmamız, aşılması gereken çok eşik olduğunu göstermektedir. Geçmişle yüzleşmek gerekiyorsa, bu insanlara yafta yapıştırılmasına veya farklı gözle bakılmasına dair de bir pişmanlık ve özür ifade edilmesi gerekiyor. Kürt meselesine duyarlılık gösteren Türklerin bile 'Kürtçü' olarak damgalanması, Kürt meselesinden sarfı nazar edilmesinden daha vahim bir durumdur. Nitekim sevgili Akif Beki'nin şu sözleri çok anlamlıdır: "Bugünden geriye doğru hesapsız bir 'muhafazakâr camia' özeleştirisi yapılacaksa, sırtına meş'um bir 'Kürtçü' damgası vurularak dışlananların ne haksızlıklara uğradığını ikrarla başlamalıydı."

Kürt meselesinde bazı seslerin düşük çıkmasında terör örgütü ve ırkçı ideolojik yaklaşımın Kürtleri savunma söylemiyle paralel düşmeme kaygısı da rol oynamıştır. Terör örgütünün savunulamaz eylem ve söylemleri, Kürt meselesini konuşmayı da zorlaştırmış, farklı çevrelerin duyarlılıklarını gölgede bırakmıştır.

Bugün cemaatlerin Kürt meselesine ilgi göstermesini 'siyasallaşma' olarak görmek de bu duyarlılığı örseler. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin şu değerlendirmesi çok manidardır: "Hazreti Bediüzzaman ta Meşrutiyet yıllarında Medresetü'z-Zehra adıyla Van'da bir üniversite kurulmasını teklif ederken orada Arapçanın farz, Türkçenin vacip ve Kürtçenin caiz gibi kabul edilerek hepsinin beraberce okutulması gerektiğini söylemiştir. Neden okullarda Kürtçenin de öğretilmesine fırsat verilmedi?"

Gülen Hareketi de diğer oluşumlar gibi sosyo-kültürel muhtevadadır, ama ülke meselelerine yönelik de bir duruş ve tavır sahibidir. Özellikle son dönemde yaşanan demokratikleşme mücadelesinde herkes taraftır ve duyarlılığını ortaya koymak durumundadır. Bunu siyaset yapmak olarak değil, demokratik duruş sahibi olmak şeklinde görmek daha yerinde olacaktır.

Yeni Şafak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.