Habibi Nacar YILMAZ
'Liman'daki kardeşler
Eskiden İstanbul'a gelince, fazla kalamıyorduk. Kalamayınca da ne doğru dürüst bir yeri gezebiliyor ne de derslere katılma imkânımız oluyordu. Ama bu gelişimizde biraz uzun kalınca, hem derslere katılıyoruz hem de bazı hizmet mahallerini gezebiliyoruz. Bu sefer şubatın üçüncü cumasını Eyüpsultan'dan Mehmet ve Ahmet abi ile ile birlikte Fatih'teki Yavuz Selim Camii'nde kıldık. Sağ olsun Mehmet abi bizi arabasıyla merhum Menderes ve arkadaşlarının Topkapı'daki Anıt Mezarına götürdü. Sekizinci Cumhurbaşkanı Özal'ın da mezarı aynı yerde. Hem dualar ettik hem de bu mânevi şehitlerin hatıralarını yad ettik. Eyüpsultan'daki hizmetlerde pek çok emeği olan, hizmet ve gönül insanı Celal Tetiker abinin de mezarı aynı bölgedeymiş. Fakat trafikten, içeriye giremedik. Fatihalarımızı uzaktan hediye ettik.
Bu ziyaretlerin devamında, biraz bulabilir miyiz, tereddüdünden sonra, Suffa Vakfı'nın Eyüpsultan'da "Maktül Mustafa Paşa Camii"nin yanındaki hizmet binasına uğradık. İyi ki uğramışız. Caminin bitişiğinde, epeyce bir tadilat ve emekle yeniden dizayn edilen bu eski usulde yapılmış mekânın misafirleri, başta müdürü Selçuk bey bazı idarecileri ve ilgilenen hocaları ile tanıştık. İkindi namazını kıldık ve sonrasında kısa bir ders yaptık. Bu güzel mekândaki kardeşlerden programları ve çalışmaları hakkında bize emsal olabilecek bilgiler aldık, birlikte fotoğraflar çektirdik. Bağımlılarla Yardımlaşma Derneği (Bayder) olarak bilinen isimlerini, artık "Liman" olarak değiştirmişler. Biz "Bay-der" dedikçe, arkadaşlar "Hayır, hocam artık buranın ismi 'Liman' oldu." diye bizi ikaz ettiler.
Bağımlılara yardım değil, bir şekilde madde bağımlısı olmuş arkadaşların rahatça, gönlünce, çekinmeden, hiçbir maddî bedel ödemeden sığınacakları bir liman. Yani ismi sadece "Liman" mı dedim Fatih ve Oğuz kardeşe. "Evet, sadece 'Liman' ismini kullanacağız." hocam." dediler.
"Liman" ne güzel isim. Yirmi kadar arkadaş vardı Liman'da şimdilik. Daha önce gelenler, yani Liman'a sığınanlar eğitim almış ve gitmiş. Alaaddin, Fatih ve diğerleri. Kimi on beş gün, kimi üç hafta, kimi üç ay, Oğuz gibi kardeşler de dokuz aydır Liman'da. Ama dışarıdan bakan birisi olarak abartmadan söyleyebilirim ki sanki iki senedir orada kalmış intibaını verdiler, bize maşallah. Onların candan, içten, istekli ve umutlu yönelişlerini, eski hayatlarından örnekleri ve pişmanlıklarını dinlerken, kendi çılgınlıklarım, günahlarım, ihmalkârlıklarım, şu ana kadar bu arkadaşlara olan uzaklığım aklıma geldi hep. Onları hüzünle, ibretle ve bu duygularla dinledik. Ama asıl kıyamet içimizde koptu. Onların bir ilaç olarak sarıldıkları bu nuranî hakikatleri, ne kadar anladık, anlattık, başta nefsimiz, muhtaçlara ulaştırmada kaç numaradayız? Ya da bu endişe, gündemimizin kaçıncı sırasında? Kaç gece uykusuz kaldık? Kaç kapıyı çaldık, kaç evi ziyaret ettik, kaç kişinin elinden tuttuk? Eskişehir Hapishanesinde, başkasının günahına ağlayan üstadın, "başkasının hatasını arayan talebesine" mi döndük yoksa? onları dinlerken hep bunları düşündüm.
Suffa Vakfı'nı ve bu vakfın baş gönüllüsü ve bağrıyanık hizmetkârı Mustafa Karaman'ı, Selçuk kardeşi, diğer gönüllerini içten tebrik ve dua ettik. Emsalsiz, zor, zarurî, yaygınlaştırılması ve tanıtılması gereken bir hizmet gerçekten. Türkiye'de bu hizmeti bekleyen iki milyon insanın olduğunu öğrenince, bunu daha iyi anladım. Trabzon'da bize uğrayan ve oğlunun hallerinden dolayı çaresizce ve dakikalarca ağlayan anne aklıma geldi. Trabzon'a gidince ilk işim ona uğramak olacak. Liman arıyordu annemiz. İşte liman diyeceğim, o annemize. Mahalle müezzininin madde bağımlılığından hapse düşen oğlu aklıma geldi. Ona bir çare ve ümit olarak "Liman"ı anlatacağım.
Ferit, Oğuz, Alaattin, Fatih ve isimlerini tek tek sayamayacağım bu değerli arkadaşlar, eski hayatlarından kısa kesitler anlattılar. "Kırk bir yaşındayım. Tüm servetimi, aklımı kaybettim. Çocuklarımı, ailemi yok saydım." dedi bir kardeşim. Bursa'dan gelen ve Ulucami'nin tam karşısında iş yeri olan kardeş ise "Namaz saatlerini "huzur saati" olarak görüyor ve iple çekiyorduk." dedi. İş erteleme ile başlamış, kaza namazına dönmüş. Küçük bir başlangıç, onu felaketine bu nedenle içine sürüklemiş. Ablasın arabasını çalıp tekerlerini satmaya kadar işi vardırmış. On üç yaşında bir arkadaşını kurbanı olan diğer kardeş ise, "Hocam bunun kader ile ilgisi var mı?" diye sordu. Dokuz yaralamadan, defalarca hapse düşen Fatih kardeş ise, en heyecanlı ve şimdilerde "Liman"ın kıdemli hocalarından. Çocuklarını baba evine bırakıp gelenler de var bu limana. Bir yakınından ya da daha önce "Liman"a uğramış birisinden adres alıp gelen kardeşler de var.
Psikolojisinden sosyolojisine, ayrıca tıbbın çoğu dalının alıp serlevha etmesi gereken "Helal dairesi keyfe kâfidir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur." cümlesi, parola gibi akıllarından ve ağızlarından düşmüyor. Hayatın geniş dairesini yönlendiren bu ihatalı cümleyi aklımızdan çıkarmamalı, yanımızdan ayırmamalıyız gerçekten.
Liman'daki kardeşlere, önce kaderi anlatmaya çalıştık. Kader zulmetmez ve bizi mahkûm etmez. Allah'ın ezelî ilmi ile bizi bilmesi; ne yapacağımızı, bizim hareketlerimizi tayin etmiyor, bizi yönlendirmiyor. Allah sadece bizim ne yapacağımızı tespit ediyor ve yazıyor. Allah kaderimizi böyle tespit ettiği için, biz bu fiilleri yapmıyoruz yani. Bizim vicdanen de bildiğimiz hür irademizle ne yapacağımızı önceden bildiği için, yazmış. O, yazdığı için bu fiilleri yapıyor değiliz. Yani hür irademizle karar veren biziz, mesul de biziz. İrademizin dışında gelişen, zahirde çirkin görünen, fakat arka planda bizim göremediğimiz güzellikleri saklayan şeyler de vardır elbette. İşte kader, irademizin dışında bir şeye hükmettiği zaman, bizim göremediğimiz o güzelliklere bakıyor. Biz de o güzellikleri görmeye çalışmalı ve hür irademizle helale yönelmeliyiz.
Helal yönelmeye çarpıcı örnek olarak, "Sosyal Politikalara" bağlı Trabzon Sevgi Evlerinde yaşadığım bir olayı anlattım bu değerli arkadaşlara. Burada bir yılbaşı öncesi, sohbet ettiğimiz lise çağlarında gençlerden biri, parmağını ağzına götürerek "Hocam ben yılbaşında böyle içeceğim." demişti. Ben de ona "Ben de içeceğim." dedim. Cevap olarak, "Hocam sen içmezsin." deyince, "Ben her akşam içiyorum. Hatta içmeden yaşayamam." dedim. Genç, iyice meraklandı. İstersen şimdi de içeyim diyerek, yanımdaki su şişesinden içtim. Gencin şaşkınlığı geçmeden anlatmaya çalıştım. Kardeşim, Cenab-ı Allah yemeyin, içmeyin demiyor ki Hatta "Yiyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz." diyor.
İçeceklere bakalım. Helaller o kadar çok ki. Sudan tut süte; meyve suyundan tut diğerlerine kadar bin bir çeşidi var. Bu kadar helal dururken, hiçbir faydası olmadığı gibi, her kötülüğün annesi olan haramı niçin tercih edelim ki? Epeyce mahcup olan bu gence, bu sefer "Niçin içeceksin?" diye sordum. Çok düşündürücü bir cevap verdi.
-"Hocam düşünmemek için."
-"Neyi düşünmeyeceksin?" dedim.
-"Niçin varım, kim beni dünyaya gönderdi, ölünce nereye gideceğim?"
-"Ama içince, bir saat kadar belki düşünceyi iptal edebileceksin, edebilirsin, devamlı değil ki.Haram içmeyi bırakmak için, bu suallerin cevabını almam gerekiyor." diye genci ikna edip helale yönlendirdik.
Liman'daki kardeşlere de aynı şeyleri söyledim. İki milyonu bulan ve bu hakikatlerin uzağında yaşayan bu tipteki gençlere seslenmeye, hizmet etmeye, bu hakikatleri ulaştırmaya çalışalım. "Helal dairesi geniştir, harama girmeye gerek yoktur." Zira her felaket küçük de olsa haramlardan başlıyor. Aman meydan vermeyelim.
Hasbelkader verdiysek, onu istiğfarla yok edip tövbe ile ona dönmeyelim.
Evet dostlar, "Liman" ziyaretimiz, bize çok şey öğretti. Hayatın bilinmezlerini, değerini ve bilmediklerimizi keşfe sebep oldu. Bu kardeşlerimiz dualarımızı bekliyor. Özel dualarımız onlarla ve tüm gençlerle.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.