Serdar BİLGİN
Manevi hastalıklara Mesnevi-i Nuriye'den şifalar
Malumunuz bizler uzun bir seferdeyiz. Buradan kabre, kabirden haşre, haşirden ebed memleketine gitmek üzereyiz. O yollarda zulümatı dağıtacak bir nur ve bir erzak lâzımdır. Bu da ancak Kur'ân'ın güneşinden, Rahmân'ın hazinesinden tedarik edilebilir. Nurunu Kur'ân'ın güneşinden, erzakını Rahmân'ın hazinesinden tedarik eden Mesnevi-i Nuriye, Kur'ân'ın ilâçlarıyla bizleri tedavi eder, fakrımızı rahmet-i Rahmân'ın ziyafetine şevk ve iştiyaka inkılâp etmesine vesile olur. Mesnevi-i Nuriye’nin Kur'ân eczanesinden aldığı her bir eczası ile duygu ve düşüncelerimizin tadil edilmesine ve doğru yönlendirilmesine sunduğu katkıyı –gücüm ölçüsünde- üç dizilik bir yazı sofrasında sunmaya çalışacağım-inşallah-.
Sofrayı kurmadan bir ön bilgi olması hasebiyle Kıymetli Abim Metin Karabaşoğlu’nun dilime kelam olan ifadelerini paylaşmak istiyorum.
“İnsanların kalplerinin sesini, fıtratlarının tınısını, vicdanlarının sızısını, hele ki vahyin ve nebevî sünnetin rehberliğinde dinledikçe bulabilecekleri nice yolu ve nice izi, psikolojinin eline bıraktıklarını görüyoruz. Hayat deyince biyolojizm; sıhhatten söz edince medikalizm; insan deyince psikolojizm; toplum deyince sosyolojizm heyülası çıkıveriyor karşımıza. “İzm” diyorum; çünkü bu disiplinler bugünlerde bir bilim dalı işlevinden ziyade, bir ideoloji işlevi yükleniyor neredeyse. “Çocuk” diyorsunuz, “psikoloğa soralım” diyorlar. “Aile” diyorsunuz, “psikoloğa danışalım” diyorlar. “Huzur” diyorsunuz, “psikolojik verilere göre” diyerek sazı alıyor ve bir türlü bırakmıyorlar. İnsan, aile, çocuk, toplum ancak psikolojinin, psikiyatrinin, pedagojinin, sosyolojinin ellerinde anlaşılabilir ve kemâlâta doğru yol bulabilir durumda ise eğer; neden en sorunlu insanlara ABD başta olmak üzere psikiyatrinin en ileri durumda olduğu ülkelerde rastlanıyor? Meselâ psikoloji, sosyoloji, pedagoji, psikiyatri söz konusu olduğunda kendisine asla bir “uzmanlık” atfedemeyeceğimiz kimi insanlar, insanı okuma, aileyi çözme ve toplumu kavrama noktasında nasıl oluyor da bu bilimlerin uzmanlarının asla yarışamayacağı bir büyük başarıya imza atıyorlar? Bunu, bilhassa, mürşidim, rehberim, kılavuzum olagelmiş o büyük ismin, Bediüzzaman’ın hayatını ve eserini okurken soragelmişimdir kendime. Hayat tarihçesine bakılsa, bugünün “uzmanlık” anlayışına göre, Bediüzzaman’ın ne insan ne aile ne çocuk ne de toplum hakkında söz söyleme ehliyetinin olmaması gerekir; zira ne psikoloji eğitimi almıştır ne sosyoloji ne pedagoji ne de psikiyatri. Ama başka birçok örneğin yanında özellikle Bediüzzaman, bu dalların uzmanlarına eğer kadirşinas ise parmak ısırtan, eğer kadirnâşinas ise meydan okuyan muazzam bir okuma sunar insana dair.”
Kıymetli okuyucularımızı; “insanların kalplerinin sesini, fıtratlarının tınısını, vicdanlarının sızısını, hele ki vahyin ve nebevî sünnetin rehberliğinde dinledikçe bulabilecekleri” üç dizilik mütevazı bir yazı sofrasına buyur edeceğiz-inşallah.
GİRİŞ
“İ'lem eyyühe'l-aziz! Küre-i arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefihe ile gaflet perdesi pek kalınlaşmıştır. Tâdili, büyük bir himmete muhtaçtır. Ve keza, beşeriyet ruhundan dünyaya nâzır pek çok menfezler açmıştır. Bunların kapatılması, ancak Allah'ın lütfuna mazhar olanlara müyesser olur.”
Teşhis koyma adına “Yaşadığımız şu asırda, acaba duygularımızı ve duyarlılıklarımızı kaybediyor muyuz?” sorusu ile yazı soframıza girizgâh yapmak istiyorum. Evet dediğinizi duyar gibiyim. İçinde yaşadığımız asırda ulaşılan onca bilgiye, teknolojik gelişmeye ve getirdiği konfora rağmen ruhsal sorunların, ferdi ve toplumsal dengesizliklerin arttığını ve ölçü bilmez bir hal aldığını gözlemliyoruz. Egoizmin, gösterişin, bütün cazibesiyle insanları kendine çektiği bu asrın getirdiği, daha fazla tüketim ve eğlenceye dayalı hayat tarzı; insanları ve toplumu manevi değerlerden uzaklaştırmaktadır. Bu süreci Bediüzzaman, asrın hastalığı olarak tabir ve tarif eder. Asrın hastalığını masaya yatıralım -inşallah-.
1)İnsanın manevi, sosyal, zihinsel ve vicdani ihtiyaçları (dua, namaz, tefekkür gibi manevi gıdalar) olduğu göz ardı edilmekte, insan, toplum ve tabiat; cismi ile tanımlanmakta, insanın hayat, toplum ve tabiat ile bağı da bu şekilde kurulmakta ve anlamlandırılmakta
2)Huzurun maddi refahla çözülebileceği ve ölçülebileceği olgusu hâkim. Huzurlu olmak için maddi ihtiyaçlar hayatın merkezine alınmakta ve amaç haline getirilmekte, insan; dünya malı, makam, mevki, şöhret ve itibar kazanayım derken, çoğu kere farkında olmadan sahip olduğu kutsal değerleri feda edebilme tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır.
3)Dünyada ebedi yaşayacakmış gibi şartlanmış insan profili ile karşılaşmaktayız. Böyle bir profilin senaryolaştırdığı hayatta, insan doymak bilmeyen arzu ve isteklerin peşinden koşmakta, insanın dünyevi olan hazlarda aşırılığa kaçma ve beklentileri artmaktadır. Örneğin sahiplenme hatta daha da fazlasına sahip olma arzusu, başarma hırsı ve bencilliği, başkalarını alt etme dürtüsünü, menfaat kaygısını perçinlemektedir.
4)Küre-i arzı bir köy şekline sokan şu medeniyet-i sefihe ile erişilmek istenen hayat standardı sürekli yükselmekte ve sun'î ihtiyaçlar her geçen gün sürekli artmakta, insanlar eskiden üç dört şeye muhtaç iken bu günkü insanı belki bin şeye muhtaç bırakmakta ve fakir eylemekte
Bu detaydan şu sonuca çıkarız. İnsanın, kendine verilmiş olan duyu ve duyguların niçin ve hangi amaca yönelik olduğunu bilmemesi söz konusudur. Manevi hastalıklar da buradan filizlenmekte, insanın gaflet perdesini pek kalınlaştırmakta, Ve keza, beşeriyet ruhunda dünyaya nâzır pek çok menfezler açmaktadır. Fısk çamuruyla mülevves olan medeniyet, ucub, riyâ ve gösterişi ile günahı yaygınlaştırmakta, insanları da günah çamuru ile telvis etmektedir.
İnsan; kötü arzu ve heveslerin kaynağı olan hevâ doğrultusunda yönlendirildiği, fıtrattan uzaklaştırıldığı ve hem kendine hem çevresine hem de en önemlisi Allah'a karşı yabancılaştığı için huzurlu değildir ve o nedenle de manevi hastalıklara kapı aralamıştır.
İnsanın dünyanın her tarafına yayılmış, ebede kadar uzanmış sınırsız arzuları ve ihtiyaçları vardır ama bu ihtiyaçlarını karşılayacak kapasitesi de gücü de yoktur. Ancak bu ihtiyaçları karşılayacak sonsuz ilim, güç ve kuvvet sahibi bir varlık vardır. Meselenin özü onun rızasını kazanmaktır.
Fıtrat bize insana tevdi edilen bu kadar değerli duygu ve cihazların sadece bu dünyadan zevk ve lezzet almak için verilmediği, sadece dünyevi zenginliğin insanı huzurlu edemeyeceği, maddi ve manevi huzurun öznesinin insana anlam veren varlık olduğu hakikatini ifade eder.
Buraya kadar ifade ettiklerimiz ile şunu net olarak söyleyebiliriz; iman ile manevi hastalıklarımıza şifa arasında doğru orantı vardır. İmanımız ne kadar güçlü olursa manevi hastalıklarımıza o ölçüde şifa buluruz. O nedenle manevi hastalıklarımızın kaynağını imanımızın zayıflığında aramalıyız.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.