İbrahim KAYGUSUZ
Mazi ve müstakbel
28 Şubat tartışmaları, yeni Anayasa, Suriye ve Irak tartışmalarının tüm hızı ile devam ettiği aktüel dünyanın dışında kalarak “risale” eksenli gündemime biraz daha devam edeceğim.
Muhakemat Birinci Makale Sekizinci Mukaddeme’de şöyle bir cümle geçer: “Millet-i İslam, üç yüz seneye kadar mümtaz ve serfiraz ve beşyüz seneye kadar filcümle mazhar-ı kemaldir. Beşinci asırdan on ikinci asra kadar ben mazi ile tabir ederim, ondan sonra müstakbel derim.”
Bu tarihlerin dönemsel olarak ne zamana tekabül ettiğinden ziyade binli yıllardan öncesi ve sonrasına ait kaba bir ayırıma gitmek mümkün.
Üstadımızın nazara verdiği olaylar zincirinin itikadi ve fikri boyutu irdelenmeye değerdir.
Peygamber (asv)’ın vefatından sonra Müslümanlar arasında yaşanan ilk ciddi ayrılıklar, içtihat farkından kaynaklanmıştı.
Bu ayrılıklara en iyi örnekler, “adalet-i mahza” ile “adalet-i izafiye” taraftarlarının çarpıştığı cemel vak’ası ile hilafet ve saltanat taraftarlarının çarpıştığı Sıffin muharebesi idi.
Bu içtihat farkları sadece maddi çatışmadan ibaret değildi. Bunun geri planındaki fikri ayrılıklar çok derindi.
Haricilik ve Şialık gibi büyük ekoller bu ilk ayrılıkların ürünü idi.
İçtihadi farklılıklardan ötürü yapılan fikri tartışmalar ve ilmi istibdat, Mürcie ve Mutezile gibi itikadi akımların ortaya çıkışına zemin teşkil etmişti.
“İman etmiş bir kişi hangi günahı işlerse işlesin ceza çekemez” anlayışında ısrar eden Mürcie ekolü, Hz. Ali taraftarlarının veya karşıtlarının herhangi birisinin yanında yer almayarak, dönemsel ve konjektürel oldu.
Fakat sonraki dönemlerde Müslüman düşünce hayatında köklü bir akıma dönüşecek olan Mutezilenin ilk doktriner teşekkülü, bu dönemde başlamıştır.
Hatta Meşaiyyun felsefesinin Mutezile doktrinine temas ederek İslam dünyasına girdiğini söylemek yanlış olmaz.
İlk dönem içtihat farklılığından kaynaklanan görüş ayrılıkları ve beraberinde getirdiği ciddi tartışmalar, günümüze kadar etkisini devam ettirecek olan “kelam” ilminin ortaya çıkışına zemin hazırladı.
İlk dönem kelam bilginlerinin sistemli ve doktriner bir anlayışla düşünceler sergilemesine çok geçmeden yeni fethedilen yerlerde yaşayan toplulukların kadim kültür ve dinlerinde çokça tartıştıkları problemler de eklenecekti.
Suriye, Irak, İran ve Mısır gibi tarihin eski çağlarından beri köklü fikir akımlarına beşiklik eden ülkeler fethedilince, Müslümanlar kendilerini tamamen yeni kültürel formlarla karşı karşıya buldular. Fetihler olmasa da komşuluk ilişkileri, ticaret vb. beşeri temaslar eski din müntesipleri ile Müslümanlar arasında bazı tartışma ve polemiklerin doğmasına sebep oldu.
Muhakemat Birinci Makale Üçüncü Mukaddeme bu mananın şerh ve izahı üzerine müessestir.
Müslümanların yeni temasa geçtikleri bu kavimler, kimi zaman savaş ve çoğunlukla kendi istekleriyle İslamiyeti kabul etmekle birlikte, eski kültür ve geleneklerini devam ettiriyorlardı. Kur’anın getirdiği yeni âlem tasavvurunu geleneksel kültürel formları içinde değerlendiren bu kavimler, belli başlı din ve fikir merkezlerinde tartışılan çok sayıda sorunu da yeni dinin tartışma ve düşünme gündemine taşımakta gecikmediler.
Müslümanların bir kısmı ise Üstadımızın ifadesi ile “Hikmet-i Yunaniye’yi Müslüman etmeye gayret etti ve bu durum birçok esatir (mitler) ve hurafatın efkar-ı Araba girmesine yol açtı.
İnsanın zorunlu eylemleri (cebr), özgür irade ve fiiller (ihtiyar) ile Allah’ın sıfatları gibi konuların bu kadim kültür merkezleri ile temasa geçtikten sonra İslam düşünce hayatında daha kapsamlı ve derinlemesine tartışmalara yol açtığı bilinmektedir.
Bu dönemde tartışılan anahtar kavramlar şunlardı: İmamet, hilafet, iman, mü’min, fasık, cebr, ihtiyar, Allah’ın sıfatları, hüküm, akıl, rey, eser, büyük günah, vb.
Bu anahtar kavramlar üzerinde yapılan fikri tartışmalarda bir kısım Müslümanlar doğrudan ayet ve hadis’i merkez alırken (selefilik) diğer bir kısmı ise aklı ve te’vili (kelam) devreye sokarak yorumun alanını genişlettiler.
İşte kelam ilmi İslam imanını akıl temelinde savunmanın kavramsal modeli olarak bu yüzyıllarda ortaya çıktı.
Süfyan-ı Sevri, Ahmet İbn-i Hanbel, İmam-ı Malik ve İmam-ı Şafii gibi büyük otoriteler kelamla uğraşmanın haram olduğunu söylemelerine rağmen bombardımanın gücü karşısında Gazali gibi dirayet otoriteleri kelamı sahiplenerek İslam dünyasına mal ettiler.
Allah’ın isim ve sıfatları ile ilgili yaklaşımlar, akıl ve nakil tartışmaları, zahir-batın yorumları, felsefe-vahiy tartışmaları etrafında şekillenen düşünce atmosferi yüzyıllarca İslam dünyasını meşgul edecekti.
Beş yüz yıldan fazla İslam dünyasında yaşanan bu fikri tartışmalar günümüze dek varlığını devam ettirdi.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.