Hülya YAKUT
Medine sokakları
Gökte doğan dolunay, yerde akan su sesi,
Ezanların daveti... sanki secde busesi,
Yesrib Medine oldu, ensar o gün kıyamda,
Sinende uyusaydım; Medine sokakları.
Kâinatın güneşi, bağrında lutuf olmuş,
Şu milyonlar kalbini, söküp sana yollamış,
Ruhta yara kalmıyor, havan şifadır bana,
Adımlarım titriyor; Medine sokakları.
Ağlamak doymak demek, dalmaktır derinlere,
Salat-u selâm demek, yükselmek serinlere,
Yanan kalbe acınmaz, ikramıdır Allah'ın,
Sevdalı güller demek; Medine sokakları.
Yığınların içinde, çaresiz, avareyim,
Günah yüklü bedenle, sanki bir seferdeyim,
Yollar Ravza'ya çıkar, yön-pusula gerekmez,
Resul'e varan yoldur; Medine sokakları.
Ah! Ki içim yanıyor, özlemişim besbeter,
Gidene imrenirim, belki hasretlik biter,
Bir emanet bıraktım, dua adlı çıkına,
Kabule medar belde, Medine sokakları.
MEDİNE
Resûl-i Ekrem Efendimizin hicretiyle Medine, İslâm merkezi haline gelmiş oluyordu. Bu bakımdan o zamanki Medine ve ahalisi hakkında kısaca mâlumat vermekte fayda vardır.
Medine, Arabistan Yarımadasının mühim şehirlerinden biri sayılıyordu. Vadi olan arazisi oldukça geniştir. Vadi tamamen dağlarla çevrilidir. İklimi tatlı, arazisi münbittir. Havası güzel, suyu serin ve oldukça boldur. Yağışı Mekke'den fazladır.
Hz. Resülullah (s.a.v.)'ın hicretine kadar şehir Yesrib ismini taşıyordu. Bu adı, buraya ilk gelip yerleşen "Yesrib" isimli Amalikalıdan aldığı söylenir.(1) Ancak, bu kelimede "fesad" mânâsı bulunduğundan, Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu ismi beğenmedi ve onu "Medine" diye değiştirdi. Artık Müslümanlar arasında şehir "Yesrib" diye değil, "Medine" adıyla anılmaya başladı. Bir ara "Medinetû'n-Nebî" diye de anıldıysa da, sonraları sâdece "Medine" olarak kaldı. Tarihçiler, Medine'nin 94 kadar ismi bulunduğunu kaydederler ve bunları teker teker zikrederler.(2)
Medine'de Müslümanlardan başka Yahudîler ve Hristiyanlar da oturuyordu. Bu bakımdan nüfusu kalabalık bir şehirdi. O zamanki nüfusunun 10.000 civarında olduğu tahmin edilmiştir.
Buradaki Müslümanlar, Evs ve Hazreç kabilelerine mensup idiler. Evs ve Hazreç adındaki iki kardeşten üreyip çoğalan bu iki kabîle arasında Arapların seciyeleri icabı ihtilâflar, kavgalar ve çarpışmalar birbirini kovalamıştı. Bu dahilî muharebelerin sonuncusu Buas Harbi idi ki, 120 sene devam etmiş ve Efendimizin (asm) Medine'ye hicretlerinden beş sene kadar önce son bulmuştu. Bu kanlı muharebede her iki tarafın da en namlı bahadırları ya ölmüş veya malûl düşmüşlerdi. İşte, Ensâr böyle perişan bir vaziyette iken Resûli Kibriya Efendimizin (s.a.v.) hicreti vuku bulmuştu.
Hicreti Nebevî'yle bu iki kardeş kabîle arasındaki düşmanlık, eski uhuvvet ve muhabbete kalboldu. Dargınlık ve kırgınlıklar tamamen ortadan kalktı. İki taraf şâirlerinin okudukları kahramanlık ve fecaat destanları, Arap edebiyatını dolduran ve senelerce kadınlar, çocuklar tarafından terennüm edilen bu asırlık düşmanlığın yeni bir uhuvvete dönmesi, hiç şüphesiz, Cenâb-ı Hakk'ın, Sevgili Efendimize (s.a.v.) ihsan ettiği bir armağanıdır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.