Himmet UÇ
Medreset'üz Zehra’cılar
Yılllar ondokuzuncu yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başı. Henüz yirmi yaşları ile otuz arasında bir şahıs tavrı beşerin takatı fevkinde okumalara girişir. Yeni yüzyıla açılırken yapılması gereken bir eğitim ihtilalidir. Ülkenin en ücra köşesinde bir insan nereden anladı değişen dünyada en büyük problemin eğitim olduğunu? Ne Sorbon’da okumuş ne de Oksford’da. O Van’ın dağ mizaçlı adamları ile Medreset üz Zehra’nın Mekteb-i ibtidaisini kurmuş. Eğer bir harfini öğrendikse dokuz hayalimizdedir, bizi bir dokuza götürecektir. O yüzyılın sonunda bir ilkokul kurmak istiyor. Türk aydınları siyasi nedenlerle batıya kaçıyor.
Namık Kemal 1888’de öldüğünde projelerinin enkazı üzerinde diyordu:
Ölmeden görürsem millette ümid ettiğim feyzi
Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun ben mahzun.
Dürüst ve hamiyet yüklü bir insandı, ama siyaset, yönetim, iktidar ve eğitim… Bu dört şeyi birden götürmek imkansızdı. Bediüzzaman etkilendiği Namık Kemal’in başaramadığını görüyordu. Hayatları birbirine benziyor. Biri Barla’ya diğeri Magosa’ya sürülmüş ama Barla’ya giden kıyamete kadar insanlık tarlasına ekilmesi gereken en klasik dini metinleri ekmişti. Bugünkü nesiller olarak o tarlanın meyvelerini yiyoruz.
Yüzyılın başında İstanbul’un yolunu tutan bu adam imparatorluğun çürümüşlüğünü gördü. Siyaset, menfaat, memur çözük, eğitim bozuk ama ilkokulu açan şahsın kafasında merdivenin ileriki basamakları duruyordu. İstanbul hayatında kaleme aldığı eserleri iptidai mektebinden farklı lise mektebi metinleri idi ama bu metinlerin derununda büyük mektebin izleri gizli idi meknuzdu. Bunları bilerek yapıyordu. İstanbul daha sonra Şam seyahatlerinde mektepte okutulacak derslerin fidanlığını yazar. Mesnevi-i Nuriye orada daha önce karihasında neler yapılması gerektiği konusunda bir proje oluşmuştur.
O dönem eserleri daha sonraki dönemin teorilerini, kısmen müphem uygulamalarını veriyordu. Muhakemat onun din, sanat, edebiyat, bilim, dil ilişkilerinin kitabı mübini idi. Hutbe-i Şamiye bir doktorun yüzyıllardır hasta olan bir büyük topluma dertlerini ve çarelerini anlatması idi. Eski Said, Yeni Said onun siyasete bakış açısında ama entelektüel gelişmede Bediüzzaman gittikçe büyüyen bir çınar ağacı idi. Van’da az işlenmiş altın, daha sonra biraz işlendi ama Barla’da en güzel metinlere dönüştü.
Medreset’üz Zehra’nın ikinci basamağı Barla ve adı idadi idi.
Kış bahçesinden diye bir şiir;
Ne güzeldi o kış bahçesinde
Güllerin çok derinde çalışan uykusu
Sana bir bahar hazırlamak için
Dallar, filizler, eski masal dilberleri gibi
Hüzne ve hülyaya gömülmüş
Doğmamış çocuklara
Ninni söylüyorlardı sanki
Ana rahmi gibi sıcak ve yüklü idi hava
İyi mayalanmış hamur gibi
Gizli nabızlarda atıyordu toprak.
Kış yeryüzünün mutfağı ama ilkbahar ve kış ise, galeri ve yemek salonu. Yağmurla, karla doyan toprak baharda doğurmaya başlar başlarımızın üstüne. Kışta garsonlar toprak altında, ilkbahar ve yazda ise her ikisinde çalışırlar. Ağaçlara fabrika der Bediüzzaman. Akşam fabrika dağılırken işçileri görürsün. Bir kaysı ağacının kaysıyı başımızın üstüne getirinceye kadar kaç kişi çalışır, dağılan fabrika gibi onları görseydik, dayanamazdık, herhalde. Ağaç fabrikasının müdürü ve yöneticisi var, çünkü iki aydan fazla bir süre o meyve yavaş yavaş bir değişim geçiriyor. Bu ince gelişme ve büyüme ne kadar büyük gizli geometrisi olan bir şey?
Bediüzzaman Barla’ya yıllar sonra dönünde önündeki ağaca sarılıp ağlamış? Bu ağacın dostluğuna bile ters düşmeyen şahıs. Biz ise kul hakkına ne kadar uzağız. Pagan dönemlerde insanlar ağaçlara saygı duymuşlar, keserken onun rahatsız olmasından ürküp, bir büyücüye kızmaması hususunda sözler söyletirlermiş, batıl ama mantıklı. Zenbilli Ali Cemali Efendi, elbisesi ağaca ilişen adam için fetva verir, ”eğer ağaç zarar görecekse elbise kesile.”
Barla’da Bediüzzaman artık Medreset’üz Zehra’nın müderris-i umumisidir. O küçük ev alemi gaybda ne kadar büyük görünüyordur. Bütün şehre açılan santral binaları gibi, bütün dünyaya açılan bir eğitim kompleksi.
Şimdi kış bitti, toprak ihtiyacını aldı, memleket gül gülistan olma yolunda. Bu tasarı üniversiteyi ne zaman uygulamaya koyacaksınız. Günlük hayatın fani ayrıntısı ile mutlu olmak bize yakışmaz. Bediüzzaman “Kemal’in rüyası ile uyandım“ der. Bizi kim uyandırsın bu rüyayı kazibeden? Yağ var, un var, helva yapsana, cancağızım yapsana. Bu üniversitenin bir iki kitabını yazdım ama çok çabaladım, takdir etmek ne güzel şey, teşvik eden yok, takdir eden yok, bu nasıl Bediüzzaman’ı anlamak.
Baki;
“Kadrini seng-i musallada bilip ey Baki
Durup el bağlayanlar yaran saf saf” demiş.
Dua edelim, isteyelim. Bediüzzaman üç ay Celcellutiyeyi hergün okumuş. Haydi biz de okuyup isteyelim. Celcelutiye; Bediüzzaman, Hz. Ali Nebiyyi Zişan ve Allah arasında kurulmuş bir nebevi telefon. Biraz anlar gibi oldum. Aslı vahiy Hz. Ali’ye söylenmiş o da nazmetmiş. Bediüzzaman da ondaki ihbaratı görmüş. Ondan bir dua ile bitirelim:
Kur’an ı Hakimindeki bazı süre başlarında bulunan Kur’an’ın ulvi manalarının bir nevi şifreleri mahiyetinde olan ve ulvi hikmetinle bir araya gelmiş mukattaheca harflerinin sırları hürmetine beni her türlü hayırlı maksat gayet ve ihtiyaçlarıma ulaştır.
Febelliğni kasdi ve külle maribi
Bi hakki hurufin bil hecai tecemmeet.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.