Misafir Kalem
Mekkeli müşriklerin zaman ilahı
“Allah’ı, kadrinin (kudretinin ve büyüklüğünün) hakkıyla takdîr edemediler! Şübhesiz ki Allah, elbette Kavî (pek kuvvetli olan)dır, Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen)dir.” (Hacc 74)
Bedevi Arab çöllerinde bir seyahat edelim sizlerle. Birinci Söz’de Bediüzzaman’ın bizleri ellerimizden tutarak görtürdüğü o bedevi Arap çöllerine, gelin birlikte bir kere daha gidelim.
Henüz Peygamberimiz risaletini yeni tebliğ ediyor... Lat, Uzza, Menat gibi putların önünde iki büklüm olmuş kimi müşrikler, putlarına adaklar sunuyorlar, dualar ediyorlar.
O müşriklerin ilahları bu görünenlerden ibaret değildir elbette. Görünmeyen yani mücerred ilahları da vardır taptıkları.
Hevaları onları yoldan çıkaran, Allah’ın hükümlerinden uzaklaştıran soyut bir ilahtır mesela. Meleklere, Cinlere, Şeytanlara tapma da müşriklerin inançlarındadır. Yine müşrikler “zaman” yani “dehr” denilen bir ilaha da tapmaktadırlar.
Casiye suresi 24. ayette müşriklerdeki zamana tapma inancının varlığı şöyle ortaya konulur:
“Hâlbuki (onlar): 'O (hayat), ancak bizim bu dünya hayâtımızdır; (burada) ölürüz ve(burada) yaşarız; hem bizi ancak zaman helâk eder!' dediler. Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Doğrusu onlar ancak zanda bulunuyorlar.”
Müşrikler, Allah’a ait olan yaratmak, öldürmek, diriltmek, belalara uğratmak, yok etmek gibi kimi fiilleri dehre yani zamana vermekteydiler.
Yine müşrikler zamanı “mahluk” olarak kabul etmemekte, halefleri olan Dehriyyun felsefecilerinin iddia ettiği gibi onun da ezeli yani kadim olduğuna inanmaktaydılar. (Goldziher, I., "Dehriyye" Maddesi, I.A., III-512.)
İlgili ayetin son bölümü, dehri Allah’tan başka yaratıcı ve ezeli bir varlık olarak kabul eden müşriklere şöyle cevap verir:
“Hâlbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Doğrusu onlar ancak zanda bulunuyorlar.”
Rabbimiz bu ayetten bir ayet önce, zamanı mahluk olarak kabul etmeyen ve hatta onun Allah gibi kadim olduğunu iddia eden müşriklerden şöyle bahseder:
“İşte arzusunu kendisine ilâh edinen ve Allah’ın ilim üzerinde dalâlete attığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üzerine de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Peki onu, Allah’dan sonra kim hidâyete erdirebilir? Hiç ibret almıyor musunuz?”
Ayette geçen “ala ilmin” ifadesi, zamanı ezeli görenlerin ve onu mahluk olarak kabul etmeyen Mekkeli müşriklerin “Allah’ın ilmi” konusunda düştükleri yanılgılardan dolayı böyle bir şirke düştüklerini de bizlere anlatır.
Rabbimiz Hicr suresi 23. ayette “zamanın” vehmi ilahlığını ve ezeli oluş iddiasını şöyle rededder:
“Ve muhakkak ki; Biz, sadece Biz hayat veririz. Ve Biz öldürürüz. Ve varis olanlar da Biziz.”
O halde zamanın Allah’ın icraatına herhangi bir iştiraki olamaz. Bu durumda zaman ilah değilse, diğer mahluklar gibi bir mahluktur.
“(Kâfirler) O’nu (Allah’ı) bırakıp, hiçbir şey yaratamayan, bilakis kendileri yaratılmış olan, kendilerine bile ne zarar ne de fayda verebilen, öldürmeye, hayat vermeye ve ölüleri yeniden diriltip kabirden çıkarmaya güçleri yetmeyen tanrılar edindiler.” (Furkan 3)
Müşrikler “zamanı” da bir ilah olarak kabul ettiklerine göre, ayetin “yaratılmış” ifadesinin kapsamına zaman da girmektedir.
O günün müşriklerine sorsak, Allah’a inandıklarına yemin billah ederlerdi belki de. Halbuki inandıkları Allah, ancak kendi batıl bakış açılarının sınırlı çerçevesine hapsedilmiş bir ilahtı, gerçek Allah değil.
Görevlerini başka ilahlara ya da varlıklara paylaştırmış, kendisi gibi mahluk olmayan varlıkların etkisi altında –mesala zamanın- , sonsuz ilmi, kudreti, yaratması müşrik zekasının erebildiği bir alanla sınırlandırılmış bir varlıktır Allah dedikleri.
Halbuki zaman mahluklar içindir ve mahlukların üzerinden geçer:
“İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir zaman geçmedi mi?” (İnsan 1)
Peki bu zamanı insanın üzerinden geçiren kimdir? Yani zaman kimin mahluku olmaktadır? Yoksa zaman, vehmi bir ilah gibi Allah’ın uluhiyetinden bağımsız mı hareket etmektedir? Kur’ân-ı Kerim bu sorulara da çok açık cevaplar verir:
وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ آيَتَيْنِ فَمَحَوْنَا آيَةَ اللَّيْلِ وَجَعَلْنَا آيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً لِتَبْتَغُواْ فَضْلاً مِّن رَّبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصِيلاً
“Biz, geceyi ve gündüzü birer ayet (delil) olarak yarattık. Nitekim, Rabbinizin nimetlerini araştırmanız, ayrıca, yılların sayı ve hesabını bilmeniz için gecenin karanlığını silip (yerine, eşyayı) aydınlatan gündüzün aydınlığını getirdik. İşte biz, her şeyi açık açık anlattık.” (İsra 12)
Rabbimiz kainatı yani gökleri ve yeri böyle yaratmasaydı elbette zaman kavramı da böyle olmayacaktı:
“Gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları biz, şüphesiz yerli yerince ve belli bir süre için yarattık. İnkâr edenler, uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.” (Ahkaf 3)
“O, sabahı aydınlatandır. O, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu (zaman), aziz olan pek iyi bilen Allah'ın takdiridir.” Enam 96
“Şübhesiz ki, gökleri ve yeri yarattığı günde, Allah'ın Kitâbı'nda Allah katındaki ayların sayısı on iki aydır; onlardan dördü haram (aylar)dır. İşte doğru din budur; öyleyse onda (o haram aylarda günahlara girerek) nefislerinize zulmetmeyin ve müşrikler nasıl sizinle hepsi birleşerek savaşıyorlarsa, siz de onlarla (kendi aranızda) birleşerek savaşın! Ve bilin ki Allah, gerçekten takvâ sâhibleriyle berâberdir.” (Tevbe 36)
Ayetlerden de anlaşılacağı gibi zaman, gökler ve yer yaratıldığı günde yaratılmıştır. Yani zaman, gök ve yer sistemleriyle anlamlı olan bir mahluktur.
“Yer başka yere, gökler de başka göklere değiştirildiği gün” (İbrahim, 48) zaman algısı da değiştirilecektir: “Oraya esenlikle girin. İşte bu, ebedîlik günüdür.” (Kâf 34)
Her şey gibi zamanın dizginleri de Allah’ın elindedir:
“Hem O, kendisinden başka ilâh olmayan Allah'dır. Başta da sonda da (dünyada da âhirette de) hamd, O'na mahsustur. Hüküm de O'nundur ve ancak O'na döndürüleceksiniz. De ki:
“Söyleyin bakalım! Eğer Allah, geceyi üzerinizde kıyâmete kadar devamlı kılacak olsa, Allah'dan başka size bir ışık getirecek ilâh kimdir? Hiç (söz) dinlemez misiniz?De ki:
“Söyleyin bakalım! Eğer Allah gündüzü üzerinizde kıyâmete kadar dâimî kılacak olsa, Allah'dan başka, içinde istirâhat edeceğiniz bir geceyi size getirecek ilâh kimdir? Hiç (hakkı) görmez misiniz?” (Kasas 70, 71, 72)
Bu ayetlerde Rabbimiz zaman kavramına da kendisinin hükmettiğini açıkça ortaya koymaktadır. İsteseydi çok farklı bir zaman algısı yaratabilirdi. Zaman kavramını yaratan da, o varlığı istediği gibi yöneten de Allah’tır. Allah’ın hükmünün dışında kalan hiçbir şey yoktur.
"Evvelde de ahirde de emir Allah'ındır." (Rum: 4)
Evvel yani başlangıcı olmayan ezelde, ahir yani sonu olmayan ebedde bütün “emirler” Allah’a aittir. Zaman da bir emir olduğuna göre, her şey gibi o da Allah’ın bir mahlukudur, emirber neferidir.
“O’nun Zât’ından başka herşey, helâk olucudur. Hüküm O’nundur ve ancak O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas 88)
Eğer Allah’ın zatı zaman yasalarına tabi olsaydı, hâkim olan Allah bir başka hükmün mahkumu olmuş olurdu. Zaman Allah’ın hükmü altındaki mahluklarından bir mahlukudur. Allah ise zaman da dahil her şeye hükmeden sonsuz Hüküm sahibidir.
“Şüphesiz Allah gökleri ve yeri, nizamları bozulmasın diye tutuyor. Andolsun ki onların nizamı eğer bir bozulursa, kendisinden başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halimdir, çok bağışlayıcıdır.” (Fatır 41)
Milyarlarca ışık yılı mesafeler arasında aynı anda hükmedebilen, atomlardan yıldızlara kadar bütün varlıkları aynı anda idare edebilen bir varlığın zamandan münezzeh olduğu çok açıktır.
Bilimin şu aşamada ulaştığı kainatın en uzak noktası 21 milyar ışık yılı mesafededir. Allah’ın zamanla sınırlanamayacağını anlamak için, en iyimser tahminle, bütün kainatın başından sonuna 200 milyar ışık yılı kadar uzak olduğunu düşünelim.
Bu gerçek gözönüne alındığında, aşağıdaki ayetlerde ifade edilen “bir gün”, “bin yıl” kavramlarının başka hakikatleri ortaya koyduğu açıkça anlaşılır:
“Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O'nun nezdine çıkar.” (Secde 5)
“Doğrusu Rabbinin katında bir gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir” (Hacc 47)
Çünkü milyarlarca ışık yılı mesafelerde bir günü bin dünya yılı olan bir varlık, hem de aynı anda, en küçük zerrelerden en büyük kürrelere kadar hükmedemez.
Kainatın her bir zerresine aynı anda hükmedecek olan ilahın, zamandan, mekandan ve bütün kayıtlardan münezzeh olması zaruridir.
Saatte 10 bin km hızla giden bir uzay aracına binip Samanyolu Galaksisinin bir tarafından öbür tarafına saydıklarımızdan 15.800.000.000 dünya yılı kadar bir süre seyahat etmek zorunda kalacaktık.
Allah’ın bir gününün gerçekten de dünyada saydıklarımızdan “BİN YIL” olduğunu kabul edersek, o halde Kainatı aynı anda kuşatan, yöneten ve her an yaratan Allah’ın Samanyolu Galaksisinin bir tarafından diğer tarafına ne kadar zamanda gideceğini varın siz hesaplayın!
Rabbimiz “ışığın hızını” da takdir eden ve yaratandır. Kainatta ve atom altı alemde o kadar çok sayıda, o kadar çok süratli ve zamanın aşireleri aralağında hareket eden o kadar varlık vardır ki, Allah her şey gibi onları da aynı anda yaratmaktadır.
Böyle bir sonsuz Allah’ın zamanla mukayyed olabileceğini düşünmek bile imkansızdır. Çünkü belli bir zaman aralığına hakim olanlar, daha üstün bir zaman aralığına sahip olanlarca mahkum edilirler.
Zaten bu gerçeği bizlere Kur’ân-ı Kerim öğretir. Mesela, kainatı 6 günde yarattığını buyuran Rabbimiz bizlere kainatı 6 bin yılda yarattığını mı söylemektedir?
Bilim adamlarının dedikleri gibi kainatın 13,7 milyar yılda bu hale geldiğini kabul edelim. Kısaca bu süreye 14 milyar yıl diyelim. O halde “bir gün”ün kaç dünya yılına mukabil geldiğini bulmak için 14 milyarı 6’ya bölelim.
Ayette ifade edilen 1 gün, “bin dünya yılı” değil, bizim saydıklarımıza göre yaklaşık “2,3 milyar dünya yılına” tekabül eder. Demek ki bu gibi tabirler, bir hakikatten haber veren mecazi tabirlerdir.
Bu örnek bile gösteriyor ki, ayetlerde geçen “elfe sene” (Bin Yıl) ifadesi Allah’ın zamandan münezzeh olduğunu gösteren bir ifadedir. O günün Arap toplumunda en büyük sayılar, en uzun süreler için kullanılan “elfe seneh” tabiri, ayetlerde Allah için de kullanılmıştır.
Halbuki biz, “bin sene” tabirinden daha küçük sayıları da “sonsuzluk”, “imkansızlık” anlamlarında halen kullanmaktayız: “Bu işi sittin sene (60 sene) uğraşsan yapamazsın” derken o kişinin o işi asla yani sonsuza dek başaramayacağını söylemiş oluruz.
Kur’ân’ı Kerim’de “elfe sene-bin sene” tabiri başka ayetlerde mecazi manada kullanılmıştır:
“Ve onları, hayata karşı insanların en hırslısı bulursun. Ve (hatta) o şirk koşanlardan herbiri şâyet bin sene ömürlendirilse, (yaşamayı) ister. Onun yaşatılması, onu azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah yaptıklarınızı en iyi görendir.”(Bakara 96)
Demek ki bu gibi tabirler bildiğimiz manadaki zaman süreleri değildir. Gün anlamında okunan “yevm” tabiri de an, dönem vb. anlamları da içerir ki, bu kavram da mecazi kullanılmıştır.
O halde Allah için kullanıldığı iddia edilen “elfe sene” tabiri, eğer gerçekten de Allah’ın zatı için kullanılmışsa tenezzülat ve kolaylaştırma sırrıyla insanların düşünemeyecekleri, hayal edemeyecekleri sonsuzluğu, sürekliliği, bitimsizliği akla yaklaştırmak için kullanılmış bir mecazi ifadedir.
Nasıl Allah’ın eliyle, arşıyla, kürsüsüyle ilgili ayetler teşbihdir, mecazdır bunun gibi aşağıdaki ayetlerdeki “elfe sene” tabiri de “sizin saydığınız zamandan münezzeh” yani “sonsuz” anlamında kullanılmıştır:
“Allah, gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir. Sonra (bütün bu işler) sizin sayageldiklerinize göre “ZAMANSIZ” bir günde/ANDA O'nun nezdine çıkar.” (Secde 5)
“Doğrusu Rabbinin katında bir gün sizin saydıklarınızdan SONSUZ gibidir” (Hacc 47)
Kainatın yaratılışının 6 günde oluşu ve buradaki izafi 1 yevmin 2,3 milyar yıla karşılık gelişi bile meselemizi ispat eder. Herhalde Rabbimiz o günün insanına, onların bilmedikleri bir zaman miktarıyla hitap edecek değildi.
Allah’ın bir anı ya da gününün “bin yıl” olması bile onun bin yıllık geçmiş, an ve geleceği aynı anda kuşatabildiğini gösterir. Bir anı ya da günü bin yıl olan bir Allah, elbette o bin yılı bir an gibi görecek ve bilecektir.
Bu mantıkla bakıldığında Kur’ân’ın nuzülünden bugüne geçen 1400 dünya yılını da Rabbimiz bir an gibi müşahede edecektir. Yani bu ”bin yıl” ifadesinin mecazi manası yerine pek imkan dahilinde olmasa da Allah için kullanıldığını düşünmek de onun tüm zamanı “an” ya da “bir gün” gibi kuşattığını gösterecektir.
Böyle bir durumda Allah’ın en fazla “bin yıllık” periyodlar dahilinde her şeyi bildiği iddia edilebilecek, Allah’ın ilminin ezeliliği eksik ve hatalı da olsa ortaya konmuş olacaktır.
“Elfe sene” tabirinin Bakara suresi 96. ayetin şahitliğinde dönemin Araplarınca kullanılan, deyimleşmiş bir mecazi ifade olduğu çok açıktır.
Kadir suresinde, bütün aylar ya da çok uzun bir zaman dilimi anlamında kullanılan “elfi şehr-bin ay” ifadesi de aynı şekilde dönem Araplarınca kullanılan ve Kur’anda geçen mecazi bir ifadedir.
Ayetlerde geçen “bin sene” ifadesinin Allah’ın zatının tabi olduğu bir zaman dilimi olduğuna dair gerçekte hiçbir delil yoktur.
Secde suresi 5 ve Hacc suresi 47. ayetlerde geçen “bin yıl” tabiri Mearic suresi 4. ayet ışığında anlaşılabilir:
“Melekler ve Rûh (Cebrâîl), mikdârı (sizce) elli bin sene olan bir günde O’na (arşına)çıkarlar.”
Görüldüğü gibi bu ayetlerdeki göreceli ve değişken zaman tabirleri Allah için değil, Allah’ın mahluku olan “melek” ve “ruhani”ler içindir.
“Rabbinin katında bir gün” ifadesi de Allah’ın zatına hamledilebilecek bir kayıt ya da sınır ifadesi değildir.
Çünkü “Rabbin katı” ifadesi, cennetten mükafata, meleklerden ruhanilere pek çok varlığın yaşadıkları boyutları da kapsayan bir ifadedir:
“...Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır.” (Al-i İmran 14)
Eğer Allah’ın katı ifadesi Allah’ın zatını belirten bir ifade olmuş olsaydı ayette geçen “yer” ifadesini de Allah mukim olduğu bir yer olarak anlamalıydık.
Buradaki yer “cennet”tir ve bu yer bizim boyutumuzda değil elbette Allah’ın katındadır. “Rabbinin katında bir gün” ifadesi de böyle bir boyutun ya da o boyuttaki mahlukların bize göre farklı zamana tabi olduklarını ifade eder.
“İşte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için Rableri katında nice dereceler, bağışlanma ve tükenmez bir rızık vardır.” (Enfal 4)
Görüldüğü gibi bu ayette de Rabbimiz kendi katında dereceleri ve rızıkları olan gerçek müminlerden bahsetmektedir. O halde Rabbin katını, mutlak manada Rabbin zatı olarak kabul edemeyiz.
En’am suresinin 2. ayeti ise bu hakikati açıkça ortaya koyar:
“Sizi bir çamurdan yaratan, sonra ölüm zamanını takdir eden ancak O'dur. Bir de O'nun katında muayyen bir ecel vardır. Siz hala şüphe ediyorsunuz.”
Bu ayette Allah’ın katında muayyen bir ecel olduğu buyurulmaktadır. Elbette bu ecel Allah’ın eceli olamaz. Kulların ya da kainatın ecelidir. O ecel, Allah’ın katındadır ama Allah bu ecele tabi değildir.
Peki Rabbimizin katındaki bir günü bizim saydıklarımızdan bin yıl olan o zaman dilimi Allah’ın zatı için değilse, kimler içindir?
“Kuşkusuz Rabbin katındakiler O'na kulluk etmekten kibirlenmezler, O'nu tesbih eder ve yalnız O'na secde ederler.” (Araf 206)
Görüldüğü gibi Rabbin katında ibadetle meşgul kullar vardır. O bin yıl kaydı Allah için değil Meleklerden ve ruhanilerden oluşan bu kullar içindir elbette. Çünkü onlar mahluklardır ve Allah katındadırlar.
Hem bir günü 50 bin yıl olan varlıkların, bir günü bin yıl olan bir varlıktan üstün olacakları açıktır. Ekber ve Subhan olan bir Allah’ın kendisinden daha üstün varlıkları yaratması ise imkan dışıdır.
Mearic suresi 3. ayette bu zaman farklılıklarının hikmeti açıklanır:
“(O,) meâric’in (farklı derecelerin, miracların) sâhibi olan Allah tarafındandır.”
Yani Allah katında meleklerin, ruhanilerin yaratılışlarına göre pek çok farklı makam, yükseliş ve dereceleri vardır. Bu varlıkların hızları ve zaman kayıtları da elbette bizlerden farklıdır.
Sadece meleklerin değil gezegenlerin, parçacıkların, yıldızların tabi oldukları zaman süreleri de birbirlerindne farklıdır, itibaridir.
Demek ki ilgili ayetler Allah’ın zatının zamanla kayıtlı olduğunu değil, Allah katındaki varlıkların tabi oldukları farklı zaman dilimlerini gösterirler.
O halde Kur’an-ı Kerim’de Allah’ın zatının zamana tabi olduğuna ya da zamanın mahluk olmayıp kadim, ezeli olduğuna dair hiçbir delil yoktur.
Aksine Allah’ın Evvel, Ahir, Doğmayan, Doğurmayan, Ölümsüz, Baki olduğunu ortaya koyan pek çok ayet onun ezeli olup zamandan münezzeh oluşuna delalet ederler.
Zaman konusunun geçtiği ayetlerde kullanılan “sizin saydıklarınıza göre”, “sayılı”, “insanın üzerinden” vb. ifadeler, Allah’ın zamana mahkum olanların zaman süreçlerinden özgür olduğunu açıkça gösterir.
Rabbimiz ise geçmiş, an ve geleceği zamandan münezzeh bir mahiyette bildiğini Hicr suresinin 24. âyetinde şöyle belirtir:
وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِمِينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِرِينَ
(Sizden öncekileri de bildik, sizden sonrakileri de...)
Peygamberimiz de hadislerinde “zamanın” Allah’ın bir mahluku ve memuru olduğunu açıkça ifade eder:
“Cenâb-ı Allah şöyle buyurmuştur: "Âdem oğlu dehre söverek beni ezalandırır, halbuki ben dehrim. Her emir benim elimdedir. Geceyi gündüzü ben idare ederim." (Buhârî, Tefsiru Süre 45/1; Tevhid, 35; Edeb,101; Müslim, Elfâz,1,2, 5, 6; Ebû Dâvûd, Edeb,169).
Bu Kudsi Hadis şunu ortaya koymaktadır; zamanı mevhum bir ilah olarak gören insan başına gelenleri zamandan bilir ve zamana söver. Halbuki zaman kendi başına bir varlık değildir, Allah’ın memurudur.
O yüzden ona edilecek hakaret Allah’a edilmiş gibi olur. Zira o işleri zaman değil, gerçekte Allah yapmaktadır. Zaman onun kudretindeki bir “emirdir” sadece.
Kurtubi El- Câmi adlı eserinde hadiste bildirilen bu hakikati şöyle bir şiirle ortaya koyar:
“Ey başı dara düştüğünde zamana sitem eden!
Vefasızlık etti diye zamanı kınama
Zaman, başında amiri bulunan bir memurdur
O, memur olduğu işi sonlandırmakla meşguldür...”
Müslüman kardeşlerimiz görmelidir ki, “zaman” kavramı, o dönemde Mekkeli müşriklerin Allah hakkında kabul ettikleri şeriklerden birisi ve en önemlisidir.
Zaman konusunda vartaya düşmemek ve eğer düşmüşsek de hakikati görüp tövbe etmek için Kur’an ayetlerini dinlememiz yeterlidir:
“Allah'ı bırakıp da taptıkları hiçbir şey yaratamazlar. Çünkü onlar kendileri yaratılmışlardır.” (Nahl 20) (OD)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.