Habibi Nacar YILMAZ
Men temelleke ve teheddeke
Yıllar önce, Trabzon'da sonradan çok önemli görevlerde bulunacak olan kardeşlerle kalmışlığımız ve hizmet mesaimiz olmuştur. 70'li yılların sonuna doğru, içlerinde izlerinden yürüdüğümüz, şimdi üniversitelerde hoca olanların yanında; daha önce bir yazımızda da el arabasından bahsettiğim Raşit abi gibi nurları çok iyi okumuş ve vakıf olmuş abilerimiz de vardı. Raşit abi sabah namazını alt kattaki dersanede kılar ve dersini talebe arkadaşlarla okuduktan sonra evine çıkardı. Yine bir gün namaz sonrası dersten sonra, yine çok mudakkik kardeşimiz mühendislikte okuyan Elbistanlı Hacı Ahmet kardeşin meşhur sorularına cevap ararken, Hacı Ahmet'in sorularından bunalmış, hatta biraz da onun kafayı oynatmış olduğundan şüphelenmiş ki erken bir saatte beni aramıştı. Bana "Habib kardeş Hacı Ahmet'in durumu iyi değil, onunla biraz ilgilenmen lazım." diye de tembihlemişti. Ben de gerçekten bu uyarıyı ciddiye alıp hemen dersaneye intikal etmiştim. Hacı Ahmet'i elinde Şualardan Dördüncü Şuayı okurken bulmuştum.
Üstadın, girişinde: "Bana mahsus gayet ehemmiyetli bir muhakeme-i hissî ve gayet ruhlu bir muamele-i imanî ve gayet gizli bir mükâleme-i kalbî" dediği Dördüncü Şua, Hacı kardeşin âdeta bir virdi gibi olmuştu. Yine üstadın "mütenevvi ve derin dertlerime şifa olarak tebaruz etmiş" dediği Dördüncü Şua'nın anlaşılması ve tam hissedilmesi için ise "bana tam tevafuk eden" kaydını koyduğunu da başından anlıyorduk. İşte Hacı kardeşim böyle bir Şua'nın sonundaki ehemmiyetli bir suale verilen cevapta geçen "Enaniyetin vücudu ise, haksız temellük ve âyinedarlığını bilmemek ve mevhumu (olmayanı) muhakkak (var gibi) bilmekten ileri geldiğinden, vücut rengini ve suretini almış bir ademdir." kısmının izahını, Raşit abiye sormuş ve onu "Abi bu el kimin, bu göz, dil ve dişler kimin, şimdi biz kimiz, biz bir vehim miyiz, yokuz da kendimizi var mı zannediyoruz? diye de sorguya çekmişti. Bu sorgulamalarında biraz ileri gidip ölçüyü kaçırınca da Raşit abinin bana kadar iletmesine sebep olmuştu.
Gerçekten bu ademe 'yoka' vücut 'varlık' rengi vermek, risalelerde çokça geçen, bana göre de zamanımızda çok iyi anlatılması, kavranılması gereken hususların başında geliyor. Nurlarda üstadın "Yüzden fazla keşif buldum." dediği ve önemli keşiflerinden biri de bu ene 'benlik', kendine vücut vermek, her şeyi kendinden bilmek dediğimiz "Otuzuncu Söz" merkezli fakat Dördüncü Şua, Mesnevi gibi risalelerde kısmen izah edilen husustur. Biz de yazılarımızda buna sıkça yer verir ve başta nefsimize bunu hatırlatmaya çalışırız. Bu bahislerin çeşitli vesilelerle sıkça okunmasını zaruret olarak görüyorum. Çünkü başta bu fakir olarak, gönül aynamızı kirleten sebepler çok ya da gafletin dereceleri fazla olduğundan, 'acz ve fakr' aynamız çabuk kirleniyor ve "bilinmenin yolunun silinmeden geçtiğini" İlk fırsatta unutuyoruz. Burada "Yok, yok olsa; var olur." noktasındaki mülkü hakiki sahibine feda ve teslim etmede nazlanıyor ya da biraz çekiniyoruz. Bu, gönül dünyamızı kirlettiğinden bu da bir Mesnevi çevirisinde geçtiği gibi, "halis bir mümin gibi mesut olmanıza" engel oluyor.
Bazen seherlerde "Ya Rabbi yüzde doksan dokuz sana ait olan vücut sefinemizin yüzde birini de senin namına kullanmayı nasip eyle!" diye niyazımız oluyor. Ama aklıma şu da gelmiyor değil. Yüzde doksan dokuzunu satmak da idare noktasında kalan yüzde biri satmaya bağlı değil miydi? Hatta Kader Risalesinde geçtiği gibi o yüzde biri "meyalandaki tasarruf" olarak kabul edersek; ve buna " mahiyet-i mâneviyemizdeki nihayetsiz azim (büyük) bir acz ve hadsiz cesim (büyük) bir fakrı (fakirliği) de ilâve edersek; ortaya "çabuk çürür küçük bir cismi" idare noktasında 'bir saç gibi cüz'i bir cüz'i irade' karşımıza çıkar.Onu da en iyisi yine Tevbe Suresinin 111. âyetinden mülhemen, üstadın tavsiyesi ile idare ettiği vücutla birlikte, bâki ve mükemmel bir şekilde almak için; geriye bakmadan, minnetsiz, bazen yaptığımız gibi zorlanmadan satmak en iyi çare.
Evet, "men temelleke ve teheddeke"... İttika ve hizmet insanı Şener Dilek abiyi dinlerken notlar alıyorum. Geçenlerde o notlardan birkısmını da aktarmıştım. Yine notları tanzim ederken, başlıkta geçen Arapça ibare gözüme ilişti. Men temelleke ve teheddeke...Âyet-i kerimeden mülhemen, nurlardaki dersleri tekraren söylenmiş bu ibare, "Kim mülk edindi, sana sınır koymuş oldu. Yani sen onun mülkünü ihlal edemezsin." mealinde bir ibare.
Evet, "Lehül mülkü, yani mülk umumen O'nundur. Sen hem O'nun mülküsün hem memlüküsün hem mülkünde çalışıyorsun." Mülk O'nun ise, senin: "benimdir, yaptığımdır, ettiğimdir, malımdır, tapusu da bendedir" gibi iddiaların hep mecazi ve itibari olmaz mı? İtibari bir şey... Yani "Bu arsa, bu vücut, bu kemalat benimdir." demek, onları başkasına verilenlerden ayırt etmek için kullandığın, kendine nispet ederek tarif ettiğin, senden sudur ettiğini belirttiğin nimetlerdir. Ağaca takılan meyve gibi yani. Fark, sen işin farkındasın. Farkındalığın, başına bela bile açabiliyor. Bu farkındalıkla bazen onu kendine nispet ederek, gasbederek o nimetin değerini bile düşürüyorsun. Yani "hüdabinlik" yapamıyorsun, hayırda sadece kabul ve dua makamında olduğunu göremiyorsun. Haceletin (utanman) mahcubiyetin yok. Kendini fail zannetmek var. Perdelikten öte, hayrı kabul etmemekten dolayı, şerre sebebiyetten başka bir şeyin yok.Bir de bizde bunu anlamamak, anlamamayı da anlamamak var.
Biz tekrar Dördüncü Şuaya dönerek bitirelim. senin vücud ve varlık iddian haksız bir temellüke dayanıyor arkadaş. Yani sen yalancı bir maliksin. Yok olduğunda varsın. Başka bir Mesnevi tercümesinde üstadın şahane bir misalde dediği gibi "Sivrisineğin gözlerinden Nil ve Fırat akar mı? Ya da arının iki kanadı Süphan ve Ağrı Dağı'nı taşır mı? İşte senin enaniyet-i nefsin de hiçbir şeyi taşıyamaz ve tahammül edemez.
Evet dostlar, bu yazıda nurlardaki onlarca keşiften birinin etrafında dolaşmaya, kendi nefsimin bu cephesine iyi bir darbe vurmaya çalıştım. Bence ibadetin devam ve safası da bu cephedeki başarımıza bağlı. Yoksa divan-ı muhasebede pek karışık hesapların görüleceği günde kurtulup müstahak olduğumuz düşündüğümüz yere gidemeyeceğiz.
Selam ve dua ile.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.