Meleknur ÖZDORUK
Modern zamanlarda annelik-2
Bir önceki yazımızda konuya giriş yapmış; İslamiyet’le tekâmül edip şahlanan kadim bir medeniyet dairesinden tahrip edilmiş Hristiyanlık üzerine temellenen Batı medeniyetine yakınlaşma hadisesinin aile hayatındaki dönüştürücülüğünü ve kadının annelik vazifesinin yanında maddi yükümlülükler de üstlenmesinin anneliğe bakan yansımalarını düşünmeye niyetlenmiştik. Elbette meselenin pek çok alt başlığı, farklı yüzleri var. Bizim buradaki niyetimiz, ayrıntılı tetkiklerin uzağında, bizi düşünmeye sevk edebilecek belli belirsiz birkaç hat çizebilme çabasıdır.
Anneliğin modernleşme sonrasındaki görünümü, bize ilk olarak bir fıtrat değişiminden haber verir. Çağımızda kurgulanıp sunulan ideal kadın tipinde annelik kimliği siliktir. Maddi kazanımlar, başarı, kariyer, güç… Bunların öncelendiği toplum hayatında annelik zaten çok ötelere itilir.
Bu durumda anne, sanki kendisini evladının yanına, evinin içine ait hissetmemeye başlar. Fıtratı yaralanmış anne, çocuğunun ihtiyaçlarını gidermeyi, onun yanında olmayı zihninde basitleştirir. Bu minvaldeki bir hissiyatta, kadının dışarıda bir şeyler yapmayı evde evladıyla birlikte olmaktan daha mühim gördüğü ve kendisini gerçekleştirebilmenin evde mümkün olamayacağı zannına kapıldığı anlaşılır.
Anneliğin fıtri dokusunu örseleyen bu psikolojik baskı ayrıntılı düşünülmelidir. Toplumumuzun sosyo-kültürel dokusundaki değişimler, başlı başına tam mesai gerektiren ve kıymeti vahiy ile sabitlenen annelik müessesesinin daha farklı bir nazarla değerlendirilmesini beraberinde getirmiştir. Modern zamanlarda kadın, hayattaki etkinliğini, yetkinliğini, gayesini ve varoluşunu annelikten bağımsız olarak anlamlandırmaya doğru sevk edilir. Çünkü Batı medeniyetinin bu yöndeki tazyiki, sağlıklı, huzurlu ve kuvvetli bir toplumun inşasını istemeyen kapitalizmin hükümranlığı, mutluluğu tüketimle vadeden israf kültürü, insanî değerleri hoyratça ve acımasızca tüketen küresel çarklar böyle arzu eder.
Çocuk penceresinden bakıldığında annenin, kendisine ayır(ama)dığı zamanın telafisi pek de mümkün görünmez. Çocuğun beslenme, temizlik türünden fiziksel ihtiyaçlarının birileri tarafından -velev ki- fevkalade karşılandığını düşünelim. Diyelim ki onunla ilgilenen kim ise, bilişsel gelişimine, öğrenme keşiflerine de rehberlik etmeye çalışsın. Ya ruhsal ve duygusal gereksinimler? Anneyle çocuk arasında temin edilmesi gereken muhabbet ve güven bağı? Ya şefkatle beslenen doyumun bütün bir ömre tesiri ve bu manevi doyumla gıdalanan bebeğin/çocuğun hayat serüvenindeki azığı? Ya bebeklik ve ilk çocukluk döneminde edinilen ve bütün süreçlere akseden hisler? Ya bebeğin/çocuğun su gibi hızla akıp geçiveren en masum ve anneyle paylaşılası zaman dilimleri? Ya yorgunluk, koşuşturma ve stresin perdelediği en tatlı hatıraların hatırı? Ya akşam eve gelen annenin müşfik, sıcacık sesine ve tebessümüne düşen tahammülsüzlük ve yorgunluk gölgeleri, ya bazen sabırsızlıkla sertleşiveren ses tonu? Ya…
Çalışma hayatının keşmekeşi, artık birçok meslek alanında varlığını hissettiren yarışın yıpratıcılığı ve makam, mevki, maddiyat, başarı(!) gibi ihtiraslar hengâmesinde koşuşturan kadın eve geldiği zaman bazen evladına tahammül edemeyebilir; onunla oynayamayabilir ya da ilgilenmek için yeteri kadar zamanı kalmayabilir. Annenin gerginliğini sezinleyen bebek/çocuk, zamanla etrafında bir duvar örer, içine kapanır. Ve ardından gelen hırçınlıklar, huysuzluklar…
Kadının dış dünyanın yükleriyle nahifliğinin, müşfikliğinin yaralandığı, annelik fıtratının bazı örselenmelere maruz kaldığı da ifade edilmelidir. Oysa her kadın, fıtraten annelik makamını en safi şekliyle, en güzel hâliyle doldurabilir surette yaratılmıştır. Fakat sanayileşme sonrasında toplumlara süslenerek sunulan yeni ve acımasız yaşam şekillerinin, modern zaman hezeyanlarının, feminizm kokan söylemlerin ve kadın-erkek kimliklerinin birbirine yaklaştırılmasının da etkisiyle safi fıtratlarda incinmeler, özden uzaklaşmalar görülür.
Evet, buradaki niyet bazı anneleri itham etmek, yargılamak veya üzmek katiyen değil. [1]Burada maksat, nesillerin ve dolayısıyla toplumun sıhhatini tehdit eden bir problemi tanıyabilme gayretinden ibaret. Şunu da belirtmek gerekir ki, bu problemin vahim sonuçları hâlihazırda da belirgin bir surette hissedilmekle birlikte, esas yıkıcı yansımalarının bir sonraki nesilde tezahür etmeye başlayabileceğidir. Küresel dünya düzeninin ve kanaat kültürüne reddiyenin doğurduğu mahkûmiyet, nesiller üzerinden okunabilmektedir ve okunacaktır.
Bugün gençliğin büyük bir bölümünde bunalımlara, hoyratlıklara, nobran eğilimlere maalesef tanık olunur. Elbette bu başlı başına değerlendirilmesi gereken, psikolojik, sosyolojik, ahlaki ve dinî açılımları olan bir konu. Ancak bilinen şu ki, 0-6 yaş arasındaki dönemde edinilen hisler ve annenin refakatindeki manevi kazanımlar, hayatın neredeyse bütün sularına karışmakta. Oyuncakları, odası, giyim ve eşyaları tam tekmil temin edilen; lakin ruhunda doyurulmayan boşluklar kalan çocuklarda ilerleyen yaşlarda şımarıklık, hırçınlık, kadr ü kıymet bilmezlik, hürmetsizlik ve birçok istenilmeyen nitelik ortaya çıkabilmekte.
Kadını annelik makamına bigâne kılmanın, nesilleri ve dolayısıyla toplumları zafiyete uğratacağı ise, muhakkaktır. İnşallah toplumun lehinde bazı gerekli düzenlemeler yapılarak, hiç olmazsa yaralara kısmen merhem olunmaya çalışılır.
[1] Elbette bahsedilen umum gidişatla mücadele eden, fıtratının yaralanmasına karşı koyma gayreti gösteren ve dahi annelik şuurunu muhafaza edebilen niceleri var.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.