Mustafa ÖZCAN
Muhammed Hassan ve Bediüzzaman
Tanzimat’tan sonra 'gavura gavur denmeyecek' denmiştir. Vaktiyle ulema ve Müslüman ahali buna kızmışlardır. Tanzimat ile birlikte bu hususta bir adım daha atılmış ve mesele derinleşmiş ve gayri Müslimlerin vali ve kaymakam olabilmeleri karara bağlanmıştır. Bediüzzaman da bu meseleyi şark aşiretleriyle tartışmıştır. Bu tartışma tam bir yüz yıl sonra Mısır'da yaşanıyor. Genelde Necip Savires’in desteklediği Mısır Bloku ile İslami kesimler arasında bir siyasi çekişme var. Çekişmenin bu yüzünde Hıristiyanlar ve Müslümanlar karşı karşıya geliyorlar. Bunun dışında bir de İslami kesimlerin kendi içinde ve adayları arasında çekişme yaşanıyor.
Çekişmenin birçok dairesi var. Bu çekişme ‘vela ve bera’ esasına göre mi olacak, yoksa başka kriterler mi aranacak ve geçerli olacak? Zihinler allak bullak. Öteden beri ‘salahat mi, maharet mi?’ tartışması yapılmıştır. Yani bir tarafta dindar bir adam öteki tarafta da ehil bir insan var. Peygamberimiz bu hususta dindardan ziyade ehil insanı tercih ettiği genel kabul gören bir görüştür. Sözgelimi Ebu Zer (R.A.) büyük bir sahabi olmasına rağmen ‘senin omuzların istediğin yükü kaldıramaz’ diye ona valilik veya görev tevcih etmemiştir. Lakin tabir caizse Amr İbnu’l As gibi Ebu Zer’le diyanet hususunda yarışamayacak veya kıyas edilemeyecek bazı sahabilere özel görevler vermiştir. Diplomatik temsillerde kullanmıştır.
Mısır’da İslami kesimler neredeyse yüz yıldan beri iktidar yüzü görmemişlerdir. Arap Baharı ile birlikte talihleri yaver gitmiş ve iktidara denildiği gibi ‘kab-u kavseyni ev edna’ mesafesinde yaklaşmışlardır. İşte burada çapraz bazı hususlar gündeme gelmiştir. Türkiye’de laik-İslamcı tezadına mukabil Mısır’da da liberal-dindar veya Kıpti-Müslüman gergefi ve dalgalanması var. İşte bütün bunlar karşısında nasıl bir tutum takınmalı?
*
İşte bu hususlarda kimilerine göre aşırılıklarıyla selefiler gündeme gelmekte. Halbuki, Selefiler diğer İslami hareketler gibi yekpare değil. Dolayısıyla onlar da geniş bir yelpaze arz etmektedir. Bazı selefilerin başörtüsünün kamusal alanda zorunlu hale getirilmesi için devletin önlem ve tedbir almasını istemesine karşılık Selefi kutupları veya erkanı sayılan isimler bu yukarıdan inmeci yaklaşıma katılmamışlardır. Yasir Berhami bu hususta aynen Müslüman Kardeşlerin yaklaşımına yakın bir pozisyonu benimsemiş ve zorlamacı modellerden uzak durulmasını istemiştir. Selefi liderlerinden Muhammed Hasan da geçmişte Ayşe Kaddafi’nin düzenlediği bazı etkinliklere katılma gibi hususlarda tenkitlere maruz kalsa da özellikle de İslami kesimler arasında centilmenliğin dışına çıkabilecek rekabetlere karşı tarafları uyarmış ve cemaat enaniyeti veya milliyetçiliğinden uzak durmalarını istemiştir.
Bu çekişmeci rekabeti, olgunluktan uzak ve dolayısıyla pis koku yayan bir zemin olarak nitelendirmiştir. Asabiyete dönüşmemesi kaydıyla hizmet üniteleri konumundaki cemaat veya İslami grupların centilmence rekabetlerinin hoş karşılanacağını lakin işin asabiyete dökülmesi halinde maksadın aşılacağını beyan etmiş ve İslami kesimlerden aralarındaki keskin ve kırıcı rekabete son vermelerini istemiştir. Müslümanların çile dönemindeki imtihanlarının temkin ve iktidar dönemlerindeki imtihandan daha kolay olduğuna dikkat çekmiş ve mazlumiyetle imtihanın ecir ve mükafat getirdiğini lakin iktidarda yapılan zulüm ve mezalimin böyle olmadığını ve dolayısıyla iktidarda imtihanın çile dönemindeki imtihandan daha ağır olduğunu hatırlatmıştır. Gücü ve iktidarı eline geçiren kesimlerin dindar da olsa sapıtabileceklerini ve azgınlaşabileceklerini hatırlatmaktadır.
*
Muhammed Hasan Mısır’ı ve Mısırlıları tanıtırken aynen Bediüzzaman’ın kavramlarına başvuruyor veya tespitlerini teyit ediyor. “Hislerinizi okşamak için söyleyemiyorum ama Mısır halkı dahi bir halktır… (http://www.islammemo.cc/akhbar/arab/2011/12/10/139601.html)” diyor.
Bediüzzaman da Mısır’ı İslam’ın zeki bir mahdumu olarak tanımlamaktadır. Muhammed Hasan aynı zamanda salahat mı maharet mi ikileminde veya ayrımında mahareti önceleyen isimlerden birisidir. Muhammed Hasan yeni fetvasıyla çoklarını şaşkına çevirmiştir. Bu bağlamda bir Müslüman ile bir Kıpti’nin aynı seçim bölgesinde karşı karşıya gelmeleri veya karşılaşmaları halinde kimin tercih edileceği sorusuna daha yeterli olanın şayanı tercih olduğunu söylemiştir. Peşinen "Kıpti karşısında Müslümanı seçin" dememiş daha yeterli olanını tercih etmelerini istemiştir (http://www.alarabiya.net/articles/2011/11/16/177562.html ).
Doğrusu bu fetva beni bile şaşırttı. Beklediğim bir şey değildi. Müslüman Kardeşler Refik Habib ismindeki bir Kıptiyi partilerinde başkan yardımcılığına getirirken Muhammed Hasan gibi bir selefi de mahareti halinde bir Kıptinin şayanı tercih olabileceğini ifade etmektedir.
Muhakkak bizler bilmediğimiz ve değişik bir zaman diliminde yaşıyoruz. Bediüzzaman da 100 yıl önce aynı yönde görüş belirtmiştir:
“Sual: Şimdi Ermeniler kaymakam ve vali oluyorlar. Nasıl olur?
Cevap: Saatçi ve makineci ve süpürgeci oldukları gibi... Zira, meşrutiyet, hâkimiyet-i millettir. Hükûmet hizmetkârdır. Meşrutiyet doğru olursa, kaymakam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır. Gayr-ı müslim reis olamaz, fakat hizmetkâr olur. Farz ediniz ki, memuriyet bir nev’i riyaset ve bir ağalıktır. Gayr-ı müslimlerden üç bin adamı ağalığımıza, riyasetimize şerik ettiğimiz vakitte, millet-i İslâmiyeden aktâr-ı âlemde üç yüz bin adamın riyasetine yol açılıyor. Biri zayi edip bini kazanan, zarar etmez…”
Selefi akımı temsil eden Muhammed Hasan ile Bediüzzaman'ın ilcaat-ı zaman veya muktezayı zaman noktasında aynı kanaate vardıkları anlaşılıyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.