Mü’minlerin başına göktaşı düşmez mi?

Sıralama şöyle: İman-ı kâmil, tevhid, teslim, tevekkül ve netice; iki dünya saadeti.

Acaba İslamiyet bize dikensiz gül bahçesi mi vaad ediyor? Kâmil mü’minler olursak başımıza (bir inci olan Dilara’nın dediği gibi) hiçbişeycikler gelmeyecek mi? Felaketlerden, hastalıklardan, kayıplardan mahfûz olabilecek miyiz? Nefsimiz kuzu kuzu sözümüzü dinleyecek mi? Gözümüz, gönlümüz günahlara kaymayacak mı? Maddi manevi gâyet de zinde mi olacağız?

Bilakis, belki bunlar fazla fazla başımıza gelecek. “Vallahi ben seni seviyorum” diyen adama Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)  “Eğer beni seviyorsan fakirlik için bir zırh hazırla. Çünkü beni sevene fakirlik hedefine koşan selden daha süratli gelir.” (Tirmizi, Zühd 36)  buyurmuştu. Bu sözün anlamını tam ihâta edemiyorum elbette. Ama galiba sevgi ve sadakatte çetin bir sınanmayı haber veriyor. Belki Allah ve Resulüne bağlılığın, münkir ve münafıkların düşmanlıklarını çekeceğini bildiriyor. Belki dini yaşamanın elde kor tutmaktan müşkül olacağı günlere işaret ediyor. Zaten meşhûdumuz olan durum da umumiyetle Müslümanların, bir eli yağda, bir eli balda yaşamıyor oldukları.

İşin fıtri yönü ise herkesi ihata ediyor. Yani ölüm arslanı peşimizi, acz ve fakr yakamızı hiç bırakmıyor. Kusurlarımız ise diz boyu… İman etmek bu durumları da değiştirmiyor.

Öyle ise iman iki dünya saadetini nasıl temin edebilir? Saadet-i ebediyeyi anladık. Ya dünya saadeti?

Anladığım kadarı ile iman etmek, yaşadığınız durumlara bakışınızı değiştiren bir iksirdir. Aynı şeyleri yaşıyor olsanız da onları algılayışınız, kabulünüz, değerlendirişiniz başkalaşır. Ve tabii o başınıza gelen şeylerin size kattıkları, kazandırdıkları…

Mü’min esnaf, oyunu tamamen kurallarına göre oynasa bile iflas etmeyecek diye bir şey yok. (Hikmeti ile ilgili derinliklere girmeyelim) Tam muttaki bir zatın, hiçbir suistimali olmasa da hasta olmama güvencesi yok. Hiçbir gencin takva zırhı su geçirmez değil. Depremler, seller, yangınlar mü’min-kafir ayırdetmiyor.

Tam iman edersek dünya bizim olacak değil!..

O kadar ki mü’min her türlü kaybına karşı “Allah verdi, Allah aldı, mülkün hakiki sahibi ancak O’dur” der sükûn bulur, dövünmez. “Belki de hoşlanmadığınız  şey, hakkınızda hayırlı olur, hoşlandığınız şey ise sizin için şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz” ( Bakara suresi 2:216) kal’asına tahassün eder.

Hasta mü’minin, her sıtmalanmasına bedel günahlarının döküldüğünü bilmekten aldığı sürür, hastalık acılarına galebe eder. Sevaplar cabası.

Her bir kâmil mü’min, nefsine itimad edemeyeceğini, meydanı ona bırakmaması gerektiğini, son nefese kadar günahların kuşatmasının üzerinden kalkmayacağını bilir. Böylece sürekli ve sevaplı bir cihad halindedir.
Hâlis mü’min, devâsa dünya felaketleri arkasında Rabbinin hikmetli tasarrufunu görür, tevekkül eder, dehşet almaz.
Ölüm ise hepimizin başında çok şükür!.. Sadece sıralamada fark var. Kimimiz önce kimimiz sonra. Menzil ise hep aynı: İki kapılı bir sonsuzluk.

Rabbimizin emrine muvafık olarak Kanaat ve iktisad etmenin dünya saadetini temini hususu ise her birimizin test edip görebileceğimiz bir hakikat. Dinin dünya saadetini temini, sizin hadiseleri, dünyayı algılayışınızla ilgili bir durumdur. Din, dünya işlerini en üst makamdan bağlama vasıtası değildir. Dindar olmak, ÖSS’ye giriş garantisi değildir.
Din, dünyada işlerimizin iyi gitmesi için değil. Hâşâ Allah ile pazarlık konusu hiç değil. Maksadı, uhrevî meyveleri dünyada kotarmak değil.

Öyle ise “dinimi yaşayayım tâ dünyam mâmur olsun” beklentisi pek yakışıksız, çok esassız. Doğrusu şöyle: Dinimi yaşayayım tâ Rabbim benden razı olsun, “Kulum” desin..

Felaketler başımıza sel gibi yağsa da, hadiseler bizi yerden yere vursa da, hastalıktan gözümüz açamasak da, sevdiklerimizi bir bir kaybetsek de “Allah bana yeter” diyebiliyor muyuz?

Diyemeyebilirim de!..

Çünkü fıtratım acz ve zaaf denen iki müz’iç yara ile  âlûde. Cehalet ve nankörlük dem ve damarlarımda. Kusurlarım boyumdan ziyâde.

“Allah bana yeter” diyebilmek de Rabbim, yine senin inâyetinle, Habibinin feyziyle 
Her türlü iyilik senden gelir ancak
Hidayet veren sensin ancak
İman nuru, nurundandır zîra
Her seviyeden hayatın asıl anlamı; senin vâcib olan varlığındır amenna.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum