Şahin DOĞAN
Mustafa İslamoğlu ve Cuma Hutbesi
Geçtiğimiz haftalarda Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan “Peygambere İman Tevhidin bir Gereğidir” (12.02.2016) başlıklı bir hutbe, Türkiye’nin bütün camilerinde okundu. Bilindiği üzere merkezi hutbe geleneği Diyanet’in süregelen teamülleri arasında. Belki sistem olarak bazı yönlerden eleştirilebilir ama üzerinde durmak istediğimiz mevzu bu değil. Bahse konu hutbe bilhassa muhtevası bakımından günümüze kadar yayınlanan birçok hutbeden çok daha önemli, çok daha hayati bir hususa dikkatleri çekiyordu. Dilerseniz önce o hutbenin dikkate şayan en can alıcı bölümünü birlikte okuyalım:
“Kardeşlerim! “Bize Kur’an yeter” anlayışıyla peygamberimizi, onun siretini ve sünnetini dikkate almadan Müslümanca yaşamaya çalışmak mümkün değildir. Bu duruş, Kur’an’ın bizzat kendisine aykırıdır. Çünkü Yüce Rabbimiz, Kerim Kitabımızda bize, kendisiyle birlikte Resulüne inanmayı (Nisa, 136) ve tabi olmayı emreder. Peygamberimizin helal kıldığını helal, haram kıldığını haram saymamızı ister. (Ahzap, 36) Dolayısıyla Peygamberimize inanmayan, onun siretini ve sünnetini benimsemeyen bir anlayış, İslam anlayışı olamaz. Peygambere iman etmeden, Kur’an ile sünnetin arasına mesafe koyularak ebedi kurtuluşa ulaşılamaz. Resul-i Ekrem’in şerefli sözleri olmadan Kur’an anlaşılamaz ve yaşanamaz. Bizi bu konuda ikaz eden yine bizzat Efendimizdir. O şöyle buyurur: “Sakın sizden birinizi, emrettiğim veya yasakladığım bir konu kendisine iletildiğinde, köşesine yaslanmış olarak cahilce, ‘Biz Allah’ın Kitabı’nda ne bulursak ona uyarız; hadis tanımayız!’ derken bulmayayım!”(İbn-i Mâce, Sunne, 2; Tirmizî, İlim, 10.)”
Evet, bu satırların altına, gerek cahil olsun gerek alim; gerek avam olsun gerek havas, bila-tereddüt imza atmayacak tek bir Müslüman yoktur, sanırım. Zira bu satırların ardında saklı duran zahir mana yüzyıllardır bütün ümmet tarafından muhkem bir önerme olarak hüsn-ü kabul görmüş, daha yerinde bir deyişle maşeri vicdan nezdinde ma’kes bulmuş malum ve maruf manalar. Ama bu açık gerçeğe rağmen Mustafa İslamoğlu anlaşılması güç bir tutumla bu zahir manalardan olabildiğince rahatsız oldu. Ve o rahatsızlığını bakınız hangi cümlelerle dile getirdi: “Diyanetin bugünkü hutbesini yazan zat, Tevhid dini olan İslam’ı, Allah ile peygamberin ortaklaşa kurduğu limited şirketi zannediyor. Kella!” O camiadan bir akademisyen ise mezkur hutbe hakkında şunları söyledi: “Doğrudan inancımı hedef alan Diyanetin şirk dolu hutbesini dinlememek için bugünkü Cuma Namazına gitmiyorum”
İslamoğlu, kendisini “Kurancı” olarak tanımlamıyorsa eğer bu ifadelere karşı çıkması, onlardan rahatsız olması anlamsızdır. Çünkü hutbenin bütününü okuduğumuzda Diyanet’in belli bir kişiyi değil, Seyyid Ahmet Han ile başlayan İslami Modernizm’in en tipik argümanlarından birini (Kurancılık, mealcilik) yani yanlış bir düşünceyi eleştirdiği rahatlıkla görülecektir. Mustafa İslamoğlu’nun, kendisi ve camiasının hedef gösterildiğini söylemesi “yarası olan gocunur” fehvasınca anlaşılabilir ama ilgili hutbenin onun gibi şahısları değil kuru ve kof bir retorikten ibaret olan yanlış ve isabetsiz bir düşünceyi hedef aldığı güneş gibi aşikar. O hutbeden “şirk dini” ve “limited şirket” gibi anlamlar çıkarmak trajik bir akıl tutulmasına ve tarifi imkansız bir ön-yargıya işaret etmektedir. “Limited şirket” nahoş tabiri ise İslamoğlu’nun bilindik ve tanıdık intihallerinden sadece biri çünkü Türkiye de bu tabirin patenti Yaşar Nuri Öztürk’e ait. Tıpkı “İndirilen Din”, “Uydurulan Din” tabirlerin de olduğu gibi. Bu son tabirin İslam tarihindeki patent sahibi ise hiç şüphesiz ki “dehşetli dahi” İbn-i Teymiyye’dir. Ama İbn-i Teymiyye’nin bu tabirden anladıkları ile çağdaş bazı yazarların anladıkları arasında dağlar kadar fark var.
Calib-i dikkattir, Öztürk’ün yıllar önce televizyonlar da söylediklerini ve dahi kitapların da yazdıklarını (mesela “Kurandaki İslam” kitabı) İslamoğlu ve benzerleri yeni yeni başladı söylemeye ve yazmaya. O gün Öztürk’ün Kurancılığına karşı haklı ve yerinde bir şekilde haydarane bir edayla savaş açanlar, şimdiler de onun dediklerini ve yazdıklarını haksız ve yersiz bir şekilde harfiyen benimsemiş görünüyor. Hem de seleflerine minnet borcunu itiraf etmeyerek ve hiçbir atıfta bulunmayarak.
Hasılı, İslamoğlu, sadece bu ifadeleriyle değil son zamanlarda ortaya koyduğu bütün tavırlarıyla, hem de zımnen değil sarahaten, Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat itikadını “limited şirket” ve “şirk dini” olarak, dolayısıyla onun mensubu milyonlarca Müslüman’a ise “müşriktir” demeye getiriyor sözü. Yeri gelmişken, “Allah gaybı bilmez” diyen bir akademisyene “hocayı çakallara yedirmeyin” diyerek sahip çıkan İslamoğlu’na, Ehl-i Sünnet Ve’l Cemaat mensubu milyonlarca samimi Müslüman namına kullanmış olduğu nahoş ifadeyi, kendisine aynen iade ediyorum.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.