Metin KARABAŞOĞLU
Mustafa Kemal ile Abdülhamid arasında
Kahramanları ne kadar azsa, bir toplumun gerçek bir demokrasinin o kadar uzağında olduğunu söylemek mümkün. Kahramanı biricik ise, o toplumun açıkça ‘otoriter’liğin, hatta ‘totaliter’liğin gölgesi altında yaşamaya mahkûm olduğunu da...
Demokrasisiyle öne çıkmış ülkelerde, siyaset alanında birçok ‘kahraman’ görüyor gözlerimiz. Bu toplumlarda, hayatın diğer alanlarında ise, başkaca kahramanlar karşımıza çıkıyor.
Buna karşılık, Türkiye toplumuna muktedirlerce biçilmiş ‘kahraman’ kontenjanı, tek kişilik. Bu ülkenin bir tek kahramanı var. Şoförler derneği için de, parlamento muhabirleri için de, ‘ekmek parası’ için yuvasından bin kilometre uzağa pamuk veya fındık toplamaya gitmiş ırgatlar için de yol gösterici bir ‘özlü söz’ü muhakkak var olan tek bir kahraman...
Hangi yaşa ve sınıfa ait olursa olsun bütün ders kitaplarında, muhakkak onun görüşleri var. İlgili ders ister matematik olsun, ister laikliğe aykırı zorunlu ‘din kültürü ve ahlak bilgisi’ dersi, sonuç değişmiyor. Binlerce, milyonlarca atası olan bir toplumda yaşıyor değiliz. Bu toplumun bir tek atası var, biricik kahramanı...
Bu toprakların neredeyse on sene mecburen tarih okumuş çocukları, Kurtuluş Savaşı söz konusu olduğunda dahi, ikinci, üçüncü bir ismi sıralamakta zorlanıyor.
Kemalizm, bu topraklarda, bir hükümranlığın adı. Devletlûların topluma biçtiği kalıba uyanların ‘mutlu’ olduğu; diğer herkesin ise ‘olağan şüpheliler’ listesine fişlendiği bir hükümranlığın... Türkiye’de otoriter zihniyet, tek parti döneminde yetinmeyip ‘totaliter’ bir kılığa da bürünmüş olmakla birlikte, tek adam, tek kahraman üzerinden varlığını ve hükümranlığını hâlâ sürdürüyor.
Yetmişiki sene önce ölmüş bir fani üzerinden bir topluma yön ve yol belirleyen bu zihniyeti aşabilmek için, yapılacak o kadar şey var ki... Bir toplumun geleceğine ipotek koyacak şekilde tek bir kahraman oluşturmak üzere tasarlanmış tarih kurgusunu sarsmak; bir insanın seksen sene önce söylediği sözün bugünün dünyasında bir karşılığı olup olmadığını sorgulamak, bu toplumda Mustafa Kemal’den daha zeki insanların doğabilme ihtimaline zihinleri açık tutabilmek, bunlardan yalnızca birkaçı. Ama nasıl bir cendereyle yüz yüze olduğumuz şuradan belli: Bu kadarını söyleyebilmek bile, çokları için büyük cür’et, başka niceleri için ise büyük cesaret... İşe bakın; öyle düşünenin göğsünü gere gere “Allah’a inanmıyorum” diyebildiği bir ülkede, ‘Mustafa Kemal’e inanmıyorum” demek için kem gözlere, kem sözlere, fişlemelere ve hatta adlî süreçlere razı olmak gerekiyor.
Fırsat bulabildiği anda ‘totaliter’ olmaya da yatkın böylesine otoriter bir anlayış karşısında, dinli dinsiz, Türk Kürt, Alevî Sünnî, müslim gayrimüslim, dindar seküler diye ayırmaksızın bir toplumun bir tepki vermesi beklenir normalde. Hepsi ayrı bir alanda yetkin ve hepsi de doğruları kadar yanlışlarıyla da bize ortak bir tecrübe sunan binlerce kahramanı olan ve böylece yeni yeni kahramanlar yetiştirebilen bir toplumsal zemin ihdas edebilmenin yollarını araması beklenir. Gelin görün ki, bu hâkim ‘tek kahraman’ anlayışından rahatsız olanların da aynı maraz ile mâlûl oldukları görülüyor. İtirazlarını biraz deşince, sohbeti biraz ilerletince görüyorsunuz ki, bu tablodan rahatsız olan nicelerinin itirazı resmin kendisiyle değil, resimdeki suretle ilişkili. Mustafa Kemal’in tek adam, tek lider, tek kahraman olarak takdiminden huzursuz kimileri gözünde, bu kez ‘her derde deva’ bir Abdülhamid tablosu canlanıyor. Başka kimilerinin gözünde ise, etnik, siyasî veya dinî aidiyetine göre, başka isimler. İsimler başka, ama her hâlükârda tek ve biricik...
Bu tanıma ne kadar layık olduğumu bilmiyorum, ama bu topraklarda dindar-seküler kategorisinin birinci tarafında görülen biri olarak, dindar kesimin Kemalizm’le olan gerilimli ilişkisinin ve açık veya gizli muhalefetinin, bu açıdan, dikkatle irdelenmesi gerekiyor. Muhalefetimiz, bu zihniyetin dinkarşıtlığından mı kaynaklanıyor, yoksa bu zihniyetin ‘otoriter’liğini de mi aynı ölçüde sorunlu görüyoruz? Doğru cevap her ikisi ise eğer, din-karşıtı olmayan, bilakis ‘dindarlar adına’ üretilen otoriter zihniyet, yaklaşım ve uygulamalara karşı da tavır koymamız gerekiyor çünkü.
Ama gidişat o ki, seküler kesimin otoriter tek kahramanı Mustafa Kemal’e mukabil, Sultan Abdülhamid’in şahsında dindar ama otoriter bir başka kahraman inşa ediliyor.
Eh, düne dair kahraman otoriter olunca, bugüne dair kahraman arayışı da otoriter bir vahada ilerlediği gibi, bugünün kahraman adayları da bu elverişli zeminde rahatlıkla otoriter savrulmalar sergileyebiliyor. Türkiye toplumunun iki önemli fay hattında ilerlediği söylenir. Türk-Kürt gerilimi birincisi, dindar-seküler gerilimi ikincisidir. Bazıları, muhtemel bir üçüncü fay kırığı olarak Sünnî-Alevî gerilimini de işaretliyor.
Böylesi bir deprem riskine rağmen, bu topraklarda sağlam bir demokrasi inşa etmek hiç de zor değil. Bunun ilk adımını ise, otoriter bir zihniyet karşısında ilkesel bir duruş sergilemek oluşturuyor.
Kimin için, kime karşı ve ne adına olduğuna bakmaksızın, otoriter zihniyetin bütün tezahürlerine karşı, ‘ilkesel’ bir duruş sergilemek ve kahramanları bol olan bir zihniyet dünyasına adım atabilmek...
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.