Mustafa ORAL
Gölbaşı’nda Bediüzzaman Sesleri
Kuşlar ve yağmurlar selam durur Nur’lara
Risale-i Nur kâinat ağacıdır. Dallarına kuşlar konar. Meyvelerinden kurtlar yer. Sağanak sağanak yağmurlar yağar. Karlar çarşaf gibi onu sarar. Selahâddinlerin evi bu güzelliklerin şahididir. Üstad da kayda alır.[1]
Salâhaddin de babasında tecelli eden Risale-i Nur’un kerametine şahit olur. Arkadaşlarıyla kayıt altına alırlar.[2]
Sen ölürsen yaşayamam
Selahâddin hizmetlerde dinamo vazifesi görür. Herkesin derdine derman olmaya çalışır. Nur kardeşlerinin sevinçlerini, acılarını paylaşır. Asker arkadaşı, hizmet kardeşi, Denizli ve Afyon Hapsindeki yoldaşı Mehmed Feyzi’nin annesinin vefatını öğrenince çok üzülür. Hüzünlü bir mektup yazar. Bu hadise ona Üstad’ın da bir gün vefat edeceğini hatırlatır. Fakat o bu gerçeği kabul edemez. Üstad olaydan haberdar olur. Hayatlarını böyle feda edebilecek kadar birbirini ve Üstad’larını seven talebeleri olduğu için sürurla ağlar.
Babalar ve oğullar
“Babalar ve Oğullar” ilk kez Turgenyev’in roman kahramanları olarak kayda geçse de bu çağın romanı Risale-i Nur’da bambaşka bir yüzle karşımıza çıkar. Mumammed ve Mustafa Sungur gibi baba-oğullar Nur hizmetinde birbirine omuz verir. Ahmed Nazif ve Selahâddin de Risale tarihine altın harflerle geçen baba-oğullardır. Üstad “Bu iki zatın, Risale-i Nur’un neşrinde iki yüz adam kadar çalıştıklarını” belirterek takdir eder.[3]
Nazif ve Selahâddin Isparta’yı İnebolu’ya taşırlar. Isparta kahramanları gibi sarsılmadan hizmet ederler. Üstad hallerinden memnundur.[4]
Hizmette kan ve can birliği önemli olmasına rağmen bazen baba-oğul arasında bile yaş, kültür, eğitim ve tecrübe farklılıklarından dolayı sorunlar oluşabilmektedir. Böyle sorunların yaşandığı dönemde karşılıklı sevgi, saygı, hoşgörü ve şefkat ilaç olabilmektedir. Zaman zaman Selahâddin ile babası arasında da benzer sorunlar yaşanmaktadır. Bunun bir örneği de Afyon Hapsinde gerçekleşir. Üstad hadiseyi öğrenince üzülür. Çözüm önerisi sunar.[5]
Genç Selahâddinler!
Üstad, Salâhaddin ve İbrahim Fakazlı’yı Nazif’in iki kolu olarak görür. Mustafa Osman üzerinden bu gerçeğe göndermede bulunur.[6]
Üstad, Selahâddin’i yeğeni Abdurrahman gibi görür. İkisinde Risale-i Nur’un üniversite görmüş gençlerini görür, mutlu olur.[7]
Ayasofya: Kırık kâse
Selahâddin, Üstad’ı ziyaretlerinde sosyal meselelerle ilgili fikirlerini sorar. Bir gün konu Ayasofya’ya gelir. Üstad “Keçeli, keçeli” diye tebessüm ettikten sonra birden ciddileşir.
“Ayasofya, Hıristiyanlığın, İslâmiyet’e devir ve tesliminin bir âbidesidir. Bunun için kilise iken cami olmuştur. Elbette tekrar camiye çevrilecektir.”
Selahâddin, Ayasofya’nın kapalı kalmasından duyduğu rahatsızlığı Üstad’dan aldığı ilhamla Başbakanla paylaşır. 10.05.1957 tarihli mektubu hayli celallidir.
Gölbaşı’nda postal ve Bediüzzaman sesleri
1959 yılında ülke üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başlar. Ülke türbülansa girer. Üstad tehlikenin farkındadır, felaketin ayak seslerini duymaktadır. Menderes kontrolü kaybetmek üzeredir. Selahâddin, Bekir Berk ve Tahsin Tola, Menderes ve Nur’a dost milletvekillerini uyarmak için harekete geçerler.
İçişleri Bakanı Namık Gedik’i ziyaret ederler.
“Bizi Üstad’ımız gönderdi. Risale-i Nur’u serbest bırakın. Mekteplerde, her yerde serbest okunsun. Yoksa siz gidiyorsunuz, yıkılacaksınız.”
Gedik alaycı şekilde cevap verir.
“Yahu siz bir Kürt’ün arkasına düşmüş, nasıl böyle söylüyorsunuz? Beş haneli Yörük çadırının dört hanesi Demokrat Partilidir; bizi hiçbir güç yıkamaz!”
“Biz Üstad’ımızın sözünü söylüyoruz. İster kabul edin, ister etmeyin.”
Görüşmeden sonuç alamadan ayrılırlar.
Üstad da Başbakanı ve dost milletvekillerini uyarmak için Ankara’ya doğru yola çıkar. Üstad ve talebeleri sıkı şekilde takip edilmektedir. Buna rağmen haberi alan talebeleri hüzünlü bir bayram havası içinde Üstad’ı görmek için yollara düşer. Selahâddin Çelebi, İbrahim Fakazlı, İsmail Fakazlı, Ali Osman Burgaz, Mehmed Işık gibi İnebolu Nur Talebeleri bayramlık kıyafetlerini giyerek yola revan olurlar. Selahâddin Çelebi, Osman Burgaz, Mehmed Işık aynı arabaya biner.
Yollar polis ve jandarmayla tutulmuştur. Gölbaşı mevkiine geldiklerinde karşı yönden bir aracın süratle yanlarından geçtiğini görürler. İçlerinden bir ses aracı takip etmelerini söylemektedir. O sese uyup dönerler. Araca yetiştiklerinde Üstad’ı görürler. Gökte ararken yerde bulmuşlardır. Üstad arabayı durdurtur. Elini öperler. Polisin yolları tuttuğunu söylerler. Bunun üzerine Üstad bazı mühim eşyalarla birlikte bir valizi Selahâddinlere teslim ederek Ankara istikametine doğru devam eder.
Bütün gazeteler Bediüzzaman’dan bahsetmektedir. Emniyet ve MİT alarm halindedir. Menderes tedirgin olur. Namık Gedik’in telkinleriyle Üstad’ın şehre girmesine müsaade etmez. Üstad üzülür. Menderes’e gücenir. Artık çok geçtir. Kader hükmünü vermiştir; sebepler sükût edecek, Menderes sükût ettirilecektir. Zira Menderes ve Demokrat Parti idarecileri Üstad’ın sözünü dinlememişler, korkuya teslim olmuşlar, haklı oldukları noktalar da bile taviz vermişler, ipi masonların ve bir kısım azılı Halk Partililerin eline vermişlerdir. Bir ara Osman’ın kulaklarına Üstad’ın sözleri çalınır. “Demokrat Parti gücünü yitirdi. Artık kaybedecek.”
Bediüzzaman ve talebeleri üzerindeki baskıların artması üzerine bu sefer Mustafa Sungur, Necdet Doğanatay ve Selahâddin Çelebi Başbakan’a mektup yazar. Selahâddin 12.01.1960 tarihli mektubunda Bediüzzaman ve talebelerinin asayişin temini için mücadele eden memleket sevdalıları olduğunu belirtir. Üstad ve talebelerinin dualarıyla zaferden zafere koşan, ölümlerden kurtulan Menderes, Üstad’a ve talebelerine sırt çevirince dua dalgası diner. Artık ölümün kıyısına, ipin ağzına gelmiştir. Nitekim 27 Mayıs 1960 tarihli dehşetli ihtilalle bir devir kapanır, Menderes idam edilir.
Bekir Berk müdafaası
Hizmet yolları devrim yolları gibi engellerle doludur. Meşakkat ve sıkıntı demir yolundaki en yakın yoldaştır. Zaman ne kadar değişirse değişsin hasbiler doğru yolda olduklarını hatırlatan sıkıntılar yaşayacaktır. 1960’lı yılların sonuna doğru ülke tekrar gerilmeye başlar. Nur Talebelerine yönelik baskı ve tarassutlar artar. 1969 yılında Harun Dursun isimli Nur’lara dost bir hoca İnebolu’ya gelince Nur Talebeleri sahip çıkarlar. Selahâddin’in oteline yerleştirirler. Küçük Risale’leri verip okumasını sağlarlar. Bir gün 13 yaşlarında Salih isimli Kur’an Kursu talebesi bu kitaplarla yakalanıp sorguya çekilir. Çocuk heyecandan Meyve Risalesi’ni Recep Uysal ve Harun Dursun’dan aldığını söyler. Bunun üzerine olayla ilişkisi olduğu iddiasıyla Selahâddin Çelebi, Recep Uysal, Harun Durmuş ve Salih Emik 8 Mayıs 1969 tarihinde tutuklanır. Zorlu yolların yılmaz yolcusu, nerede bir Nur davası varsa iki eli kanda da olsa yetişen Avukat Bekir Berk İnebolu’ya da yetişir. Vekâleti alır. 21 günlük hapisten sonra tahliyelerini sağlar.
Selahâddin 1971 muhtırasında da bazı Nur Talebeleriyle gözaltına alınıp sorgulanır. Vefatına kadar da takipler devam eder.
Ruhlarına el Fatiha.
*Daha fazla bilgi için İnebolu Nur Talebelerini anlattığımız Hiçbişey yayınlarından çıkan “Kuzey Işıkları: İnebolu Nur Kahramanları” isimli kitabımıza bakabilirsiniz.
https://www.kitapyurdu.com/kitap/kuzey-isiklari-inebolu-nur-kahramanlari/654956.html&publisher_id=10964
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.