Mutlak bir sessizlikte kitap okuyamam

"Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma. " (A'raf sûresi, 205)

Sessizliği severim, ama sevdiğim 'mutlak bir sessizlik' değildir. Mutlak bir sessizlikte kitap okuyamam. Kitaba yoğunlaşamayacak kadar tuhaf bir yalnızlık hissi oluşur bende. Beynimin içindeki ses, fazla kendime kalışım, okuyuşumun sesini bastırır. Azıcık gürültü olsun isterim. Yeğenimin yaramazlık sesi. Halalarının ona isyanı. Annemin bulaşıkları yıkarken söylediği türkü. Tek sesten oluşmayan, mümkün mertebe karışık ve hafif bir şarkı. Bazen, kitap okurken, odam çok sessiz olduğunda pencereyi açarım. Sokağın bütün sesleri odama dolsun isterim. Kornalar, bağıran çocuklar, müşteri arayan seyyar satıcılar, eskiciler, pazarcılar, duvara çarpan top sesleri... vs. Sokağın kendine özgü şarkısı, gürültüsü. Hepsinden biraz biraz lazım bana, ama aşırıya kaçmadan. Nasıl söylesem sana? Sesler yalnızlığımı alıyor. Bana yalnız olmadığımı hatırlatıyor.

"Görüyoruz ki, o kavanoz şişelerden herbirisinden, bir mizan-ı mahsusla, bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altı yedi dirhem başkasından, ve hâkezâ, muhtelif miktarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa, o macun zîhayat olamaz, hâsiyetini gösteremez. Hem o hayattar tiryakı da tetkik ettik. Herbir kavanozdan bir mizan-ı mahsusla bir madde alınmış ki, zerre miktarı noksan veya ziyade olsa, tiryak hassasını kaybeder. "

Hayatın kendisi gibi hayatın sesleri de ilaca benziyor. Kimyevî bir dengeye ihtiyaç var, aşırıya kaçılmamış, oran gözetilmiş, altın bir oran. 'bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altı yedi dirhem başkasından ve hâkezâ... ' Sokağın gelişgüzelliği içinde (hakikaten gelişigüzellik mi ki o?) böylesi bir altın oran da var. Kulağa rahat ettiren bir gürültü. Bir benzerini sahil kenarında bulabilirsin, hafif hışırtılarla kulağını okşayan dalgaları dinlerken. Akarsu kenarları da böyle. Dağlar yine böyle. Yollar böyle. İnsan tasannu eliyle bozmazsa, bütün dünya böyle. Doğasına bırakılmış seslerin ahengi hep böyle, hayattar. Yani ahenkli karışık. Allah varlığı sesle yaratmış. Herşey varlığından sesle (belki tesbihiyle) haberdar ediyor bizleri.

Benim sesler hakkındaki iyimserliğime zarar veren yalnız inşaat sesleridir. Bizim sokakta bu sıralar pekçok inşaat var. İnşaat sesleri, eğer yeterli mesafe yoksa onlarla aranızda, kulağınızı mahvediyor. Eskiden böyle değildi. Hem o zamanlar teknoloji bu kadar gelişmiş de değildi. Hazırbeton olayı yoktu mesela. Ve inşaatlar bu kadar hızlı bitmiyordu. İçerideki çalışmanın bir dinginliği vardı. (Elektrik ustası olan amcamın yanında çıraklık etmiştim birkaç yaz. ) Tak tak çekiç seslerini, bükülen/kesilen demir seslerini, çimento karan kürek seslerini dinlerken bile dinleniyordum sanki. Dinlemek dinlenmekti. Senden olmayanda, sen olmadığın, yani kendine kalmaktan kurtarıldığın bir andır dinlemek/dinlenmek.

İnşaatlar, yani yeni şeylerin bina edilmesi, her zaman gürültülüdür. Varlık bizimle sesler aracılığı ile konuşuyor. Varoluşun alameti sesler. "Bütün sadâlar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş'esinden neş'et eden nağamattır. " Değişimin, dönüşümün, süratin, zamandaki dalgalanmanın. Hızca ışıktan aşağı kalsa da detay bilgisi almak anlamında varlığı eşitliyor. Herşeyin ışığı yok, ama hepsinin bir sesi var. Yaydıkları bir titreşim. Attıkları bir çığlık, bir ötüş, söyledikleri bir şarkı. Hz. İsrafil'in sûra üflemesi boşuna değil. Hem seslerin uyandırıcı bir yanı da var. Belki de bu yüzden sabah uyanmak için saat/alarm kuruyoruz, ışık değil. Ve İsrafil efendim haşir sabahında bizi uyandırmak için sûra üflüyor, lambaya veya güneşe değil.

"Ve o dalgalı muharebe meydanı ise, şu fırtınalı dünya yüzüdür ki; durmuyor, dönüyor, bozuluyor ve her insanın aklına şu fikri veriyor: 'Mâdem herşey elimizden çıkacak, fânî olup kaybolacak. Acaba bâkîye tebdil edip, ibkâ etmek çaresi yok mu?' deyip düşünürken, birden semavî sadâ-i Kur'ân işitiliyor. Der: 'Evet, var. Hem, beş mertebe kârlı bir sûrette güzel ve rahat bir çaresi var. '"

Demek Kur'an'ın da bir sedası var... Her neyse. Ben aslında size başka birşey anlatacaktım. Malumunuz, 32. Söz'ün 1. Mevkıf'ının Küçük Bir Zeyli'nde Bediüzzaman Hazretleri, Kâf sûresinin 6. ayetini tefsir ediyor. Ayetin kısacık meali şöyle: "Üstlerindeki göğe bakmazlar mı, onu nasıl bina edip süsledik?" Buraya kadar tuhaf birşey yok, bir ayet ve tefsiri; ama buradaki tefsirine şöyle bir yerden başlıyor Bediüzzaman:

"Yani, âyet-i kerime, nazar-ı dikkati semânın zînetli ve güzel yüzüne çeviriyor. Tâ dikkat-i nazar ile, semânın yüzünde fevkalâde sükûnet içinde bir sükûtu görüp, bir Kadîr-i Mutlak'ın emir ve teshiriyle o vaziyeti aldığını anlasın. Yoksa; eğer başıboş olsa idiler, birbiri içinde o dehşetli hadsiz ecram, o gayet büyük küreler ve gayet sür'atli hareketleriyle öyle bir velveleyi çıkarmak lâzım idi ki, kâinatın kulağını sağır edecekti. "

İşte bütün bu yazıyı, ayetteki 'bina edip süsledik' ile 'semanın yüzündeki fevkalade sükûnet içinde bir sükûtu görmek' arasındaki bağıntıyı Bediüzzaman'ın nasıl kurduğunu ve benim bu bağlantıyı bizim sokakta 'bina edilen' şeyler sayesinde nasıl anladığımı aktarmak için yazdım. İnşaallah başarabilmişimdir. İnsan öğrenci gözüyle bakarsa, inşaatların gürültüsü bile bir öğretmendir. Beşerin bina ettiklerinin gürültüsü, Allah'ın bina ettiklerinin sessizliği... Hepsinde bir nasihat var. Sen çevreni rahatsız etmeden birşey bina edemiyorsun. Ama Allah, kitab-ı kainattaki herşeyi seni rahatsız etmeyecek bir sessizlikte/seste bina ediyor. Bina ediyor, ama gürültü ettirtmiyor. Varlık, değil varlığından, kulağından bile haberdar sanki. Ve dediğim gibi: Ben mutlak bir sessizlikte kitap okuyamam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.