Ahmet AY
Mutluluk diye birşey var mı?
"Herkesin sürekli mutlu olmasına gerek yoktur. Dahası dünyada kimse bunu başaramaz." Paulo Coelho, Aldatmak'tan.
Mutluluk diye birşey var mı emin değilim. Sanırım zaman zaman hepimiz ona dokunur gibi oluyoruz. Ama asla tutamıyoruz. Elimizi mesken ittihaz etmiyor, razı olmuyor, durmuyor. Gidiyor. Veyahut ona dokunduğumuz/tuttuğumuz da bir yalan. Bir aldanma ve aldatma. Kendimize oynadığımız bir oyun. Avutuyoruz kendimizi ona doğru koşarken. Belki de koşmaya âşığız sadece. Koşacak birşeyler olmadan yaşamaya kendimizi ikna edemiyoruz.
Hareket etmek insana varoluşun hakkını verdiğini düşündürüyor. Durmasında anlam bulamayan eylemden anlam biçer. Koşmayı seviyoruz fakat birşeyle de ayaklarımızı ikna etmemiz gerek. Hikmetsizlik gayretsizliktir. Ayaklar da (her fail gibi) amaç ister. Anlamsızlık huzursuzluktur. İşte, o ikna, kimi zaman mutlulukla oluyor. "Öyle birşey var!" diye hayal ediyoruz, tıpkı filozofların ütopya, orduların kızılelma hayal etmesi gibi. Hakkında düşünmeye devam edebilmemiz için olabileceğine inanmamız lazım. Hatta bazen iş hepten çığırından çıkıyor da "Olmasa da olur. Yeter ki koştursun. Yeter ki hayatı yaşanılır, yarını özlenilir, sabahı uyanılır ve beklenilir kılsın. Yeter ki var sanılsın..." diyoruz.
Fakat daha derinlerde huzur diye birşeyin varolduğundan eminim. Huzur mutluluk gibi değil. Bir coşkunluk veya sarhoşluk hali sayılmaz. Kalbi daha hızlı da attırmaz. Kalbi atmaktan memnun eder sadece. Belki bu yüzden modern zamanlarda mutlulukla yarışamıyor. Onun kadar muteber değil. "Sonsuza dek mutlu yaşadılar!" diye bitiyor masallarımız. "Sonsuza dek huzurla yaşadılar!" demek pek de cezbedici durmuyor. 'Daha fazlasını istemek' değil çünkü huzur. 'Elindekine razı olmak'a daha yakın. Ama huzurun varolduğunu biliyorum. Bunu güvenle dilegetirebilirim. Hatta üstüme gelinirse savunabilirim. Çünkü onun tadabildiğim gibi elimde de tutabiliyorum.
Doğru anlamları verdiğim her zaman, her mekan, her tavır, her kelam, her olay, her musibet, her sarsıntı, her yenilik, her 'şey.' Şey denilen herşey. Herşey huzurumun bir parçası oluyor. Sanki, doğru anlamları verdiğimde, onlar benim huzuruma çıkmış oluyorlar. Sonra hepimiz hep beraber Allah'ın huzuruna çıkıyoruz imanımızca. Hz. Cebrail'in, Allah Resulü aleyhissalatuvesselamın huzurunda aldığı cevap gibi: "İhsan, Allah'a, onu görüyormuşçasına kulluk etmendir."
Birinin huzurunda olduğunu hissetmek, onu görmekten ziyade, onun seni görebildiğini bilmeye benzer. Huzur ve huzurunda olmak, kuyrukları birbirine bağlı tarifler. İnsan ancak herşeyi anlamlandırabildiği yerde huzurlu olur. Herşeyin yerini bilmektir bu bir nevi. Ne yapacağını kestirebilmektir. Karşısına birdenbire "Bööö!" diye çıkacak hiçbirşey olmaz böylece. Onun ismi şudur, bunun yeri şurasıdır, şunun amacı böyledir, bunun amacı şöyledir. Herşeyi bir yerlere sağlamca bağladığın için sen de onlara göre kendine bir yer tayin edersin. Yerlerini bilirsin. Yerini bilirsin. Sonunu kestirirsin. Huzur bu 'bilmek'ten beslenir. Onun ne olduğunu ve ahlakının (bir nevi gelecekteki etvarının) ne üzere olacağını bilmek.
"Münafık olan kimse, kendisini vücut sahrâsında arkadaşlarından ayrılmış, tek başına kaldığını ve kâinat cemiyetinden tard edilmiş sahipsiz kaldığını bildiği gibi, herşeyi de mâdum bilir. Ve vahşetle ihata edilmiş, sükûn ve sükûnet içinde bütün mahlûkata ecnebî nazarıyla bakar. Münafıkın şu bakışıyla mü'minin bakışı arasında dağlar kadar fark vardır. Zira, mü'min olan zat, nur-u iman ile bütün mevcudatı kendisine dost ve aşina bilir. Ve kâinatla, tevahhuş etmek değil, tam bir ünsiyeti ve muarefesi vardır."
Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler'de Jan-Philipp Sendker kahramanının sıla özlemini şu garip cümlelerle anlatır: "New York'u, şehrin uğultusunu ve trafiğini, birbirleriyle ilgilenmeyen yayaların yaklaşma cesareti vermeyen yüzlerini özlemiştim. Nasıl hareket edeceğimi, nasıl davranacağımı bildiğim yere dönmek istiyordum." En iyi arkadaşa karşı hissedilenleri ise şöyle ifade eder: "Onunlayken kanıtlayacak hiçbirşeyi yoktu."
Dostunun yanında duyacağın ancak huzurdur. Çünkü ondan zarar bulmayacağını bilirsin. Âdetini bilirsin. İsimlerini bilirsin. Sıfatlarını bilirsin. Tecellisini bilirsin. Anlam ile huzur arasında böylesi bir doğru orantı da var. İman ise hayatımıza kattığımız en büyük anlamdır. Düşünsenize: Herşeyi yaratan bir Allah'a inanıyorsunuz ve bütün varlık algınız Ona göre şekilleniyor. Herşey Onunla ilişkilendirilerek amaç sahibi oluyor. Abes/boşuboşuna diye birşey kalmıyor. Çünkü o ilahtan başka yaratıcı yok ve amaçsız şeyler yapması bir ilahın ilahlığına yakışmaz. İnsan insanken amaçsız olanı yapmayı eksiklik olarak görür de bir ilah bunu nasıl kendisine yakıştırır? Böylece huzur duyuyorsunuz. Onun huzurunda olmaktan ve herşeyin Onun huzurunda olmasıyla bulduğu anlamdan...
Mutluluk coşkulu, fakat çabuk giden, ânlarda boğulan birşey. Sevmiyorum bu nedenle onun peşinde koşmayı. Beni insanlığımdan uzaklaştırıyor gibi geliyor. Yerinizde olsam huzura talip olurum. Daha dingin ama daha garantili. Daha mütevazı ama daha somut. Fakat şu da var: Huzur, mutluluğa göre daha uzunvadeli düşünmeyi gerektiriyor. Hele ki evliliklerde.
Bence gençler eş seçiminde kendilerine şu soruyu sormalılar: "Kimin yanında huzur bulurum?" Şunu sormamalılar: "Kimin yanında mutlu olurum?" Çünkü hiçbir insan yedi gün 24 saat mutluluk vadedemez size. Kimse o kadar süre mutlu olamaz. Kimsenin gücü buna yetmez. Hedefleriniz ele geçer olmalı.
Ancak gece olup yastığa başınızı koyduğunuzda herşey yerli yerinde gibi geliyorsa ve yarına dair endişeleriniz yanında olmakla azalıyorsa, yani dertleriniz sükûn buluyorsa, işte bence evlilikten maksat budur. Allah Resulü aleyhissalatuvesselam, o meşhur hadis-i şerifinde, eş seçiminde 'asalet, güzellik, servet' üçlüsü yerine dindarlığı itibar edilir bulmayı belki de bu yüzden tavsiye etmiştir. Dindarlık, eğer kuru bir iddiadan ibaret değilse, herşeyin anlam (ve dolayısıyla huzur) bulduğu bir dünyadır. Asalet, güzellik ve servetin yüzü ise anlık mutluluğa bakar. Hem ayet-i kerime demiyor mu: "Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir." Ayetin aslında geçen 'sükûn' lafzını modern zamanlara uyup 'mutluluk' diye çevirmişsen, Kur'an'ın ne suçu var bu işte? Sen suçu kendinde aramalısın. Ve, eğer aklın başına gelmişse, huzur aramalısın.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.