Ahmet Nebil SOYER
Namazdaki secdenin boyutları, muhiti
Secde miraca çıkmak. Secde-i kübra mahlukatın secdesiyle müşterek tavır, sanatı karşısında hayrete düşmek ve secdeye kapanmak, azamet, kemal, celal ve cemali karşısında secdeye kapanmak. Güzelliklere karşı en ideal tutumu takınmak. Sığınmak, küçüklüğünü idrak. Kelimeleri imparator yapıyor. Öyle bir bakış, aklım almıyor, bu derinliği, varsın almasın, senin aklına kalsaydı…
Secde insanın ibadet hayatını taçlandıran bir fiildir. Peygamberimiz (asm) “kulun Allah’a en yakın olduğu an secdedeki anıdır” buyuruyor. Namaz bir tırmanışsa secde onun zirvesidir. Adeta ibadet hayatının en nihai noktasıdır. Herkes ibadetteki samimiyeti oranında yüksek bir irtifaya çıkar. Dağlar muhteliftir tepeler de, çukurlar da, dikkatsiz ve olsun diye yapılan ibadetler bir tepe dahi değildir. Cenab-ı Peygamberin secdede uzun süre kalması… Bir keresinde Hz. Aişe (ra) öldü mü diye ayağı ile dokunur. “Ne oldu ya Aişe” der Hz. Peygamber (asm). Korktum ya Resulallah emri hak vuku buldu” diye cevap verir.
Hz. Ali (ra) ruku ve sücuttaki devamı ve aşkı ile şöhret bulmuştur. Sure-i Fetih’de “terahüm rukkuan süccade” ayetinden istahracdır bu mana.
Secde aynı zamanda temsili bir davranıştır. Varlık içinde yaptığını şuursuzca yapmayan davranışının ne olduğunu bilen bir tek insandır. Allah kainatı yaratmış, o yarattığı kainattaki varlıkların temsil hakkını insana vermiştir. Bu temsili namaz ihtiva eder, bütün varlıklar kainattaki duruşlarına göre namazın içinde yer alırlar.
Namaz kılan insan üç hakim davranış olan kıyam, rüku ve sücutla ona benzeyen canlıların tesbihlerini dergahı Rabbaniye sunar. Namaz kılan insan kainatı memnun etmiştir, onu bütün varlık neşe içinde değerlendirir, çünkü kıymeti bilinen ve insana hizmet eden bütün varlık, temsil edildiği an dergaha ulaşır ve bu onları memnun eder.
Namaz taraf-ı ilahiden tasarlanmıştır, bu yüzden bütün kainatın Rabbi bütün kainatı namaza dahil etmiştir. Namazla insan bütün kainata dahil olur. Görevini yapan, halkını temsil eden bir millet vekili nasıl halkınca iyi karşılanırsa insan da öyle karşılanır çünkü kendilerini temsil hakkı olmayan varlıklar namaz ile temsil edilirler. Kuşlar cıvıl cıvıl, nehir şarıl şarıl, bulutlar neşe içinde, kuzular meler ise kainat şevkü cezbe içindedir. Çünkü insan görevini yapmaktadır. Bütün varlık ona rolünü iyi yapan, aktörü alkışlayan seyirciler gibidir. Hayat maverayı, namaz maverayı, varlıklar maverayı bunun dışında kalan mutsuzdur vallahi.
Namaz ne kadar önemli ki Nebiyy-i Zişan miraçtan bize namazı getirmiştir. En büyük buluşmanın meyvesidir namaz. Bizim kayınvalidenin babası yatakta ayaklarını uzatıp yatmamış nasıl Allah’ın huzurunda uzatırım dermiş. O, kızlara “kılın kızlar kılın, namaz sizi yolda koymaz” dermiş.
Bediüzzaman namazın kalitesini artırmak için birçok yerde namazı anlatmıştır. Dokuzuncu Söz namazın benzersiz bir anlatımıdır. Orada namazdaki hakim davranışların felsefesini yapar, secdenin niçin yapıldığını anlatır.
“Hem zevâlsiz cemâl-i Zâtına, tağayyürsüz sıfât-ı kudsiyesine, tebeddülsüz kemâl-i sermediyetine karşı secde edip, hayret ve mahviyet içinde terk-i mâsivâ ile muhabbet ve ubûdiyetini ilân edip, hem bütün fânilere bedel bir Cemîl-i Bâkî, bir Rahîm-i demekle zevâlden münezzeh, kusurdan müberrâ Rabb-i Âlâsını takdis etmek…”
Secde bizim küçüklüğümüzü ifade eder, ilahi haşmetin karşısında biçareliğimizi ortaya koyar. Ya kendisi? O zevalsiz cemal-i zatı olandır. Güzelliğinin sonlu olmayan bir ilaha secde edilir. Bizim bütün güzelliklerimiz zamanın tokadı ile eskir, pörsür ama sona ermeyen güzellik O’nun, Allah’ın güzelliğidir, zevalsizdir. Bu secdeyi gerektirir.
Tagayyürsüz sıfat-ı kudsiyesi vardır. Tagayyür değişme, gayrileşmedir, sonu ölümdür ama Allah değişimden münezzehtir. Değişmeyen bir şeye secde edilir, o kim Allah’tır. Sıfatları değişmez. Buna secde edilir. Secdenin mahiyeti ile terkibin arasındaki kelime ve mana bağlantısı harika.
Tebeddülsüz kemal-i sermediyet. Sermedi, kemali sonsuz olan yani her zaman idealliğini koruyan zamanın tahrip edemediği demek. Bu değişmeyen kemale karşı secde edilir. En küçük kemallere karşı boynunu eğen insan böyle değişmeden etkilenmeyen sürekliliğe karşı secde etmelidir.
Secdede iken bunları düşünmeli, hayret ve mahviyet secdede hissedilmeli çünkü azamet insanda hayret uyandırır. Bayburtlu nine İstanbul’a gitmiş, denizi görünce “ola Yusuf bu ne biçim coruğ” demiş. Hayretin en safçası. Mahviyet birşeyin yok ki, secdede ondan başkası yok ama hissetmek mahviyeti onun dışındakilere gönül bağlamamak.
İnsan heyecan duyduğu kadar yaşadığını farkeder en ulvi konuları hissetmeden, heyecanlanmadan anan insan ne yapsın. Mehmet Akif “ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir” derken bu yaşayan ölüleri kasteder. Ne hamiyet-i diniye var ne milliye, ne Çanakkale Şehitlerinden etkilenir, ne de Nat-ı Şeriften, ölse ses çıkmaz heriften. Necip Fazıl, “Ben şairim gaibi kurcalayan çilingir, Canlı cenazelerinden başında münker nekir” der. İnsanları ölü kabul eder, onları uyandırmak için kendini münker nekir olarak görür.
Bediüzzaman bütün mahlukatın Allah’ın kendilerine belirlediği görevleri sırasında secdede olduğunu söyler buna secde-i kübra büyük secde der. Buna göre küçük secde hangisidir, herhalde insanın secdesidir. İnsan namazdaki secdesinde bu bütün mahlukatın secdesini düşünür böylece tekil olan namaz bir anda anonim ve evrensel bir nitelik kazanır. Secde bütün mahlukatı ve kainatı içine alan bir azametli fiildir. Bediüzzaman namaza nasıl genişlik ve bütün kainatı ve hayatı kucaklayan bir boyut getirir.
“Hem bütün mahlûkatın secde-i kübrâsını düşünüp, yani şu gecede yatmış mahlûkat gibi her senede, her asırdaki envâ-ı mevcudat, hattâ arz, hattâ dünya birer muntazam ordu, belki birer muti' nefer gibi vazife-i ubûdiyet-i dünyeviyesinden emr-i künfeyekün ile terhis edildiği zaman, yani âlem-i gayba gönderildiği vakit, nihayet intizam ile zevâlde gurub seccadesinde Allahu ekber deyip secde ettikleri, hem emr-i 'künfeyekün’den gelen bir sayha-i ihyâ ve ikaz ile yine baharda kısmen aynen, kısmen mislen haşrolup, kıyam edip, kemerbeste-i hizmet-i Mevlâ oldukları gibi, şu insancık, onlara iktidaen, o Rahmân-ı Zülkemâlin, o Rahîm-i Zülcemâlin bârgâh-ı huzurunda hayret-âlûd bir muhabbet, bekà-âlûd bir mahviyet, izzet-âlûd bir tezellül içinde Allahu ekber deyip sücuda gitmek, yani bir nevi miraca çıkmak demek olan işâ namazını kılmak ne kadar hoş, ne kadar güzel, ne kadar şirin, ne kadar yüksek, ne kadar aziz ve leziz, ne kadar mâkul ve münasip bir vazife, bir hizmet, bir ubûdiyet, bir ciddî hakikat olduğunu elbette anladın.”
Yukardaki cümledeki manayı bütünüyle anlamak ve ifade etmek ne kadar zor, müşkül. Secdeyi bir ölüm ama tekrar secdeden kalkmak mezardan kalkmak gibi bir dirilişi ifade ediyor. Sen kelimelere ne kadar genişlik veriyorsun, ey üstad-ı azam! Ben böyle anlıyorum herkes aklının ve kalbinin ittihadıyla bu cümleleri massetsin. Secde burada miraca çıkmak ama bir nevi miraca yani tabakalarından mana nevilerinden birine. Camiiye girmemiz ile çıkmamız bir oluyor, bu anlamları düşünerek namaz kılmak seccadeye abone olmak demektir, fakat hayfa.
Aşağıdaki cümlede secde Allah’ın cemal, güzellik, azamet ve denetlenememek yani celal ve herşeyi yerli yerinde ve fonksiyonel yaratmak yani kemal ve büyüklüğü karşısında “Allahu Ekber, sen bunlara kadirsin ve büyüksün” demek. Sonra büyük bir saygı yani tazim ile ve acz ile eğilmek yani rükûa gitmek ve mahviyet, muhabbet ve hayretle secde etmek.
“Sonra, şu kâinatın yüzlerinde değişen mevcudat âyinelerinde cemâl ve celâl ve kemâl ve kibriyâsının izharına karşı Allahu ekber deyip, tazim içinde bir aczle rükûa gidip, mahviyet içinde bir muhabbet ve hayretle secde edip mukabele ettiler.”
Aşağıdaki cümle de yine yukardakiyle alakadardır.
“Sonra görüyor ki, bir Celîl-i Cemîl, şu mevcudâtın aynalarında kibriyâ ve kemâlini ve celâl ve cemâlini izhâr edip, nazar-ı dikkati celb ediyor. O da, ona mukabil, "Allahü ekber, Sübhânallah" deyip, mahviyet içinde, hayret ve muhabbetle secde eder.”
Namazdaki secdenin boyutlarını hissederek yılda bir kez bir namazda yaşasak tam yaşamış oluruz. Namaza girdiğimizde nasıl namaz biter de eve döneriz diyoruz. Dünyada bir hanem yok ki nerede tekkem olacak diyen Bediüzzaman’a bak. Evsiz yaşamış, ne kadın, ne çocuk kargaşasına yönelmemiş, aklımız almaz bu durumu. “Ben kalbime başka şeyler koymamışım” diyor bizim kalbimiz hep başka şeylerle meşbu, en azından benim ki kimseyi itham etmeyeyim.
Aşağıdaki cümlede yine büyük secdenin boyutları anlatılır.
“Mesela secdede, rükuda, kıyamda olan melaikenin ibadetlerini, hem taş, ağaç ve hayvanların o ibadetlere benzeyen durumlarını andıran bir ibadettir.”
Aşağıda bir secde çeşidi daha kainat mescid-i kebir, insan ise Allah’ın sanatının mucizeleri karşısında hayret secdesi ediyor.
”Sâni-i Hakîm, âlem-i ekberi öyle bedî bir surette hâlk edip âyât-ı kibriyasını üstünde nakşetmiş ki, kâinatı bir mescid-i kebir şekline döndürmüş. Ve insanı dahi öyle bir tarzda icad edip, ona akıl vererek, onunla o mu’cizât-ı san’atına ve o bedî kudretine karşı secde-i hayret ettirerek, ona âyât-ı kibriyayı okutturup, kemerbeste-i ubudiyet ettirerek, o mescid-i kebirde bir abd-i sâcid fıtratında yaratmıştır. Hiç mümkün müdür ki, şu mescid-i kebirin içindeki sâcidlerin, âbidlerin mâbud-u hakikîleri, o Sâni-i Vâhid-i Ehadden başkası olabilsin?”
Bu estetik bir secde tarzı çünkü mucizat-ı sanat, bedii yani sıradan olmayan güzellik, bunlar karşısında hayret secdesi yapılır, sen yaptın mı hiç hocam?
“Evet, âyât-ı Kur’âniyenin işârâtıyla, bütün mevcudattan daimî bir surette dergâh-ı İlâhiyeye giden bir ubudiyettir, bir tesbihtir, bir secdedir, bir duadır ve bir hamd ü senâdır ki, daimî o dergâha gidiyor.”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.