Filipinler'de Risale-i Nur hizmetleri
Birleşmiş Milletler Barış Elçisi, Filipinler Risale-i Nur Enstitüsü Başkanı Muhammed Rıza Dalkılıç Risale Haber’e konuştu
Röportaj: Said Özadalı-Nurettin Huyut-Risale Haber
I. BÖLÜM
Birleşmiş Milletler Barış Elçisi, Filipinler Risale-i Nur Enstitüsü Başkanı Muhammed Rıza Dalkılıç:
Kimdir?
1981’de Malatya’da doğdu. İlk Orta ve Liseyi Malatya’da tamamladı. 2002 yılında İnönü Üniversitesi İşletme bölümünden mezun oldu. Mezun olduktan sonra bir yıl Sözler yayın evinde tashih işlerinde çalıştı. 2003 yılında Risale-i Nur gönüllüsü olarak Uluslararası İslam Üniversitesi’nin her yıl düzenlediği Bediüzzaman Sempozyumuna katılmak üzere Malezya’ya gitti.
Malezya’da üç ay gibi kısa bir dönem kaldıktan sonra Filipinler'e geçti. Altı yıldır Filipinler'de Risale-i Nurun tanıtımı ile ilgili çalışmalara devam etmektedir. Filipinler Risale-i Nur Enstitüsü Başkanı olan Dalkılıç, geçtiğimiz Temmuz ayında Filipinler’de yapılan Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu’ndan sonra BM Barış Elçiliği görevini de üstlendi.
YA SİZ GELİN, YA RİSALE-İ NURLARI GÖNDERİN VEYA NUR TALEBELERİ GELSİNLER
Filipinler'e gitme fikri nasıl gelişti, ne zaman gittiniz? Gittikten sonra neler yaşadınız?
Ben Üniversiteyi bitirdikten sonra 2002 yılında Sözler yayın evinde tashih işlerinde çalışıyordum. Malezya’da Uluslararası İslam Üniversitesinde her yıl Bediüzzaman Sempozyumu düzenleniyordu. 2003 yılında İhsan Kasım Essalihi ağabey ile beraber bu sempozyuma iştirak niyetiyle geldim.
Malezya’daki sempozyumda dünya üzerindeki Müslümanların durumları ile alakalı on beşe yakın akademisyen farklı guruplar oluşturarak toplantılar yapıyordu. Çay aralarında ise bu toplantılarda yapılan konuşmalar hakkında yorumlar yapılıyordu. Bu sohbetlerde Amerika'dan, Avrupa'dan, Malezya'dan, Endonezya'dan bahsediliyordu ve onların durumları konuşuluyordu.
Bu konuşmalar bende Filipinler hakkında bir merak uyandırdı. Bu merakımı gidermek için İhsan Kasım Abiye, “Ağabey, Filipinler'de Müslüman var mıdır? Orada durum nedir? Hiç gidip gelen oldu mu?” diye sorunca, İhsan Kasım ağabey gözleri dolu dolu bir şekilde “Ah Filipinler Ahh!..” dedi. Bu söz üzerine heyecanlandım ve “Ağabey yanlış bir şey mi söyledim?” dedim.
“Hayır. Biz 3-4 sene önce Uluslararası İslam Üniversitesinin düzenlediği sempozyuma geldiğimizde Üstad ile, Risale-i Nurlarla alakalı bir tebliğ sunmuştuk. O sempozyumda beli iki büklüm halinde izleyicilerden yaşlı bir zat geldi benim yakama yapıştı ve ‘Ne olur Filipinler'e gelin, ya siz gelin, ya Risale-i Nurları gönderin veya Nur Talebeleri gelsinler, asırlar var ki, Alem-i İslam bizi unuttu, bizim ecdadımız Müslümandı ama yeni nesillerimizi zorla Hristiyanlaştırıyorlar, bari siz halifenin torunları, Nur Talebeleri bizleri böyle masum, mahzun ve yetim bırakmayın’ demişti o aklıma geldi o nedenle böyle davrandım” dedi.
SEN BİZİ KİLİSELERE, CAMİLERE, DİNİ MERKEZLERE GÖTÜR
Meğer İhsan Kasım ağabeyin yakasına yapışıp “gelin” diye yalvaran zat Filipinler Müftüsü Abidin Muhtar imiş. İhsan Ağabey onun üzerine şunu dedi: “Ben ne zaman Filipinler'le alakalı bir şey duysam, bir şey izlesem, bir şey görsem, hep o yaşlı zatın inlemeleri kulaklarımda çınlar. Beş sene oldu, gidemedik gidilemedi” deyince ben de kendisine “Ağabey inşallah biz burada işimiz bitince oraya gidelim, Filipinler'e geçelim” dedim. O da “olur” dedi.
Fakat elimizde hiçbir adres yok, kimseyi tanımıyoruz. Sadece o zatın ismi var. Buna rağmen ağırlığı 100 kiloyu bulan Risale-i Nur kitapları da yanımıza almış olarak bir kardeş ile beraber yola çıktık, ilk olarak Manila’ya gittik. Manila’ya indik ama Manila 20 milyon nüfuslu mega bir şehir. Kime gideceğiz, nereye gideceğiz, hiçbir adres yok, telefon numarası yok, hiç kimseyi tanımıyoruz, hiçbir yeri de bilmiyoruz… Doğru dürüst dil de bilmiyoruz.
Neyse!.. Bir rehber bulduk, o bizimle alakadar olmaya başladı, bize bir otel gösterdi, yerleştik. Biz ona “bizde çok kitap var, o kitapları ulaştırmamız gereken yerler var. Sen bizi kiliselere, camilere, İslam merkezlerine, dini merkezlere götür” dedik. O gün orada kaldık ertesi gün bizi Katedrale götürdü, kardinalle görüşmek istedik, ısrar ettiğimiz halde görüşemedik.
RAHİPLER KONFEDERASYONUNA GİDİN
Katedral bir Hristiyan Merkezi mi?
Evet, Hristiyan merkezi, Kardinal de, biliyorsunuz, tüm dünyada 114 Kardinal var. Papa onların arasından seçiliyor. Bunlardan biri de Filipinler'de kalıyor. Hristiyanlığın olduğu ülkelerde o ülkenin Hristiyan nüfusunun durumuna göre bir kardinal atanıyor. Dediğim gibi tüm ısrarlarımıza rağmen onunla görüşemedik. Gerekçe olarak, “çok hasta ve ihtiyardır” dediler. Meğer koma gibi bir vaziyette bulunuyormuş. Fakat ben de ısrar ediyorum ve onlara diyorum, “siz ona deyin ki, ta Türkiye’den iki genç gelmiş sizi görüp gidecekler.” İşe baştan başlamak istedik, onunla Risale-i Nurları paylaşmak istedik.
Görevli gidip söyledi geri geldiğinde beraberinde Viliyegas Bişap isminde biri bir mektup getirdi. Bişap Kardinalin yardımcısı konumunda, bir alt makamda biri. Mektupta yazmış ki, “Ben çok hastayım, ihtiyarım. Kimse ile görüşemiyorum, sizden dua bekliyorum, bugün rahipler konfederasyonu var, oraya Filipinler'in her tarafından rahipler gelmiş, gidin oraya benim namıma ne anlatmak istiyorsanız onlara anlatın onlar sizinle ilgilenir.” Altına da isim, imza ve mühür vurmuş, bizim isimlerimizi de yazmış.
Biz o mektubu alıp İntramorus Bölgesi içerisinde yapılan bu konfederasyonun yapıldığı yere gittik. Orada enteresan bir şey oldu. Mesela biz Malezya’dan çıkıp, Kualalumpur üzerinden Manila'ya gelene kadar Mücahit ağabey ile beraberdik. Ona diyordum ki, “Ağabey keşke bir papazla karşılaşsak.” Küçüklüğümden beri Malatya’dayken hep derdim, “Keşke bir papazla görüşsem, ona İslamiyet'ten bahsetsem.” Bu benim adeta hayalimdi… O nedenle oraların da Hristiyan bölgesi olduğunu bildiğim için hep diyordum, “İnşallah bir papaz karşımıza çıkar, onunla kilisede otururuz konuşuruz, muhabbet ederiz” diye…
RAHİPLER TEFTİŞE GELDİĞİMİZİ ZANNETTİ
Bu toplantının yapıldığı yere gittiğimizde bu hayalimize ve arzumuza nail olduk. Orada genç bir papaz bizi karşıladı. Ben ona o mektubu uzattım, o mektubu uzatınca aldı direk kürsüye gitti, salonda 300 papaz var, orada Mücahit ağabey bana, “Al sana papaz, bir yerine tam üç yüz kişi. Ne anlatıyorsan anlat” dedi.
Ben kürsüye çıkınca onlara bir soru sordum dedim ki, “Hz. İsa’nın (AS) dedesi kimdir?” Şimdi onlar zannetmişler ki Kardinal gelemiyor. Katılamadığı için bu iki genç papazı (kendisini işaret ederek) göndermiş (gülüşmeler) onun namına, Kardinal namına ve “Kardinalden bir mesaj var” diye bizi kürsüye çıkarmışlar.
Biz soru sormaya başlayınca bu defa şunu düşünmüşler “Eyvah!... Bunlar müfettiş olarak geldi bizi teftiş ediyorlar.” Benim soruma cevap gelmeyince… Ben dedim “Biz Türkiye’den geliyoruz. Müslümanız, sizinle, İslamiyet’te Hz. İsa kimdir? Hz. Meryem kimdir? Bunları konuşmaya geldik.” Hem Meryem suresinden, hem Ali İmran suresinden Hz. İsa ile alakalı ve Yasin Suresindeki havariler bahsi oraları birlikte okuduk. Üzerinden altı yıl geçmesine rağmen orada tanıştığımız bir kısım rahiplerle hala görüştüklerimiz var. Biraz zaman geçse arayıp hal hatır sorduktan sonra espri olarak diyorlar “Ne zaman teftişe geliyorsunuz?” (Gülüşmeler)
GENÇLİK REHBERİNİ BEKLİYORDUM
Derken oradan bir camiye gittik. Rehberimiz bir İslam Merkezine götürdü. Orada mühtedi Şerif Gonzales isminde birisi var Discovery İslamic Center (İslami Keşif Merkezi) büyükçe bir kütüphanesi var, bizim de elimizde bir çanta içinde 50-60 kadar Risale-i Nur kitapları var. Kendimizi tanıttık, Türkiye’den geldiğimizi söyledik. “Sizlere bazı kitaplar getirdik” dedik. “Bir tanesini görebilir miyim?” dedi. Ben de elimi çanta içine sokup rastgele birini çıkardım verdim. Gençlik Rehberinin İngilizcesi…
Ben kitabı uzatır uzatmaz o ayağa fırladı “Sübhanallah, Barekallah Elhamdulillah, dünden beri ben bu kitabı arıyorum” dedi. Dedim “Nereden biliyorsunuz bu kitabı?” “ Hacda dört beş sene evvel bu kitabı bana birisi hediye etmişti.” Yani haccın ne kadar önemli olduğunu düşündüm o an. Adam, “Dün buraya bir genç geldi. Çok büyük problemlerinden bahsetti. Dedim ki o gence, ‘bir kitap var, Türkiye'de yazılmış. Çok zor şartlar altında, hapishanelerde yazılmış. Yarın gel ben sana o kitabı vereyim” diye devam etti. Çok büyük bir kütüphanesi vardı. Meğer saatlerdir o kütüphanede Gençlik Rehberini arıyormuş. Bulamamış, “Cenab-ı Hak bize bu kitabı, hakiki sahipleriyle yetiştirdi” dedi. “Bizde daha böyle çok kitap var. Sen bize gideceğimiz yeri göster” dedik. “Sultan Peripaynaman isminde biri var oraya gidin” diye cevap alınca oradan çıktık.
TA TÜRKİYE'DEN BURAYA KİTAP MI GETİRDİNİZ? BAŞKA BİR ŞEY Mİ YOKTU?
Tagit diye bir bölge. Oraya vardık. Binanın karşısında bir cami. Kapıyı çaldık. Atmış yaşlarında bir adam aşağıya indi. Simsiyah, iri cüsseli... İngilizce olarak, “Sorununuz nedir kardeşim?” dedi. “Bizim bir problemimiz yok, seni görmeye geldik” diye cevapladık. “Nereden geliyorsunuz?” diye sordu bu defa. “Türkiye'den geldik, kitap getirdik” diye cevapladık. “Ta Türkiye'den geliyorsunuz, kitap mı getirdiniz? Başka bir şey mi yoktu? Burada da kitap çok. Nasıl kitaplar getirdiniz?” karşılığını verdi. “İslami kitaplar” deyince, “Ooo hoş geldiniz kardeşim, buyurun, buyurun. Ben de Müslümanım... Buradaki Müslümanların başıyım” dedi.
Beraberce yürümeye başladık. Hem yürüyoruz, hem de o adam bize yaptığı hizmetleri anlatıyor, “Manila'da İsrail büyükelçiliğini ben bombalattım. Şurayı bombalattım, burayı bombalattım.” Zavallı Rehber artık yürüyemiyor. Dedim, “Mücahit ağabey, bu adam bizi de bombalayacak, bir kitap verip buradan gidelim.” Rehberin yüzü bembeyaz oldu. Gerçi biraz ihlassız oldu ama dedim bir kere. “Burada Ramazan Risalesi pek işimize yaramaz” dedim ve o sebeple Ramazan Risalesini Siyahi adama uzattım. Kitabı açtı. Orada şükür bahsi de var ya, o bölümü ayakta okumaya başladı, “Bu kitap burada yayılır” dedi. “Beş dakika oturun, ben kötü bir Müslüman değilim. Anlattığım şeyleri gençliğimde yapmıştım. Şimdi ben Sultanım. Filipin hükumeti beni tanır. Ben kapıda probleminiz nedir diye sordum, çünkü buraya gelen herkes problemini derdini anlatır, ben onların problemini çözerim. Size nasıl yardım etmem gerekiyorsa söyleyin.”
15-20 SENEDEN BERİ SAİD NURSİ’YE DUA EDİYORUM
“Elimizde bu kitaplar var. Müftü Abidin Muhtarı arıyoruz” dedik. “Üç ay önce vefat etti.” dedi. Allah rahmet eylesin. “Peki bu kitapları götürebileceğimiz bir yer var mı?” diye sorduk. “Üniversite kampüsü içinde Asya Çalışmaları adında bir bölüm var. Orada İslam bölümü de var. Profesör Vadi var” dedi. Bizi oraya gönderdi. Fakat biz Üniversiteye vardığımızda gece saat 10 olmuştu. Her yer kapalı... Taksi tam o kampüsün önünde durmuştu. Bizim rehber, “Bu saatte kimse yoktur” dedi. Yarın da yolculuk var. Malezya'ya geri döneceğiz. O sırada ben arabadan inip, kampüse baktım. Yürüdüm ve içeri girdim. Sonra sağa döndüm. Biraz ilerleyince dört beş tane kapı çıktı karşıma. Bir tanesinden içeri girdim. Sanki biliyor gibi, bir Sevki İlahi ile bir yere kadar gittim. Fakülte 5-6 katlı... Ne bir çalışan var içeride, ne bir kimse... Her yer kapalı, fakat vurduğum kapı açılıyor...
Bir kapıyı çaldım. İçeriden, “Buyurun” diye bir ses geldi. İçeri girdim. Adamla yüz yüze geldik. Dedi, “Türkiye'den mi geliyorsun?” Beni hiç tanımıyor. “Evet” diye cevapladım. Diğer arkadaşları da çağırdım. Geldiler. Adam Sezar Mahul adında, dedesi Osmanlı yüzbaşısıymış. Konya'da Nakşibendi tarikatına bağlı, daha sonra Amerika'da vefat etmiş. Sezar Mahul, “Ben dün gece rüyamda birini gördüm. Türkiye'den bir alim gelecek, onunla ilgilen dedi” diye bize rüyasını anlattı. Hep de onu düşünüyormuş, böyle çalışmalar yapıyormuş. Biz de o şekilde içeri girince hemen “Türkiye'den mi geldiniz?” diye sormasının sebebi de buymuş. Biz de Külliyatı getirip adamın masasının üzerine bıraktık. Birden ayağa kalktı, “ Said Nursi'nin kitapları mı var?” diye şaşırdı. Said Nursi'yi biliyor, fakat kitaplarını bilmiyor. “Nasıl olur böyle, Said Nursiyi tanıyorsunuz ama kitaplarını bilmiyorsunuz?” dedim. Bir dua kitabı çıkardı. Bu dua kitabının Nakşibendi silsilesinin sonunda Said Nursi yazıyor ve ben 15-20 seneden beri dua ediyorum, dualarımda var. Ama ben O'nun İslam alimi olduğunu, kitaplarının olduğunu falan bilmiyordum” dedi ve böylece onun delaletiyle o kitapları elhamdülillah kampüsün kütüphanesine bıraktık.
HIRİSTİYAN REHBER AĞLAMAYA BAŞLADI
Tabii benim o zaman Filipinler'de kalmak gibi bir niyetim yoktu. Türkiye'ye dönmem lazım. Çünkü evleniyordum. Evimizi hazırlamışız. İşim hazır... Davetiyeler dağıtılmış... Bu sebeple hava alanına geldik. Rehber, “beni bırakıp nereye gidiyorsunuz?” dedi. “Sen paranı aldın, biz de işimizi bitirdik gidiyoruz” dedik. “Hayır. Siz bu 3-4 gün içinde gezdiğimiz her yerde Hz. İsa'yı, Hz. Meryem'i öyle güzel anlattınız ki, ben rahiplerden bile böyle güzel şeyler dinlemedim” dedi. Adam Hristiyan... Baktık ağlıyor, dedik buna biraz kitap verip gidelim. Elimizde kalan son kitapları da ona verdik ve ayrıldık. Biz Türkiye'ye geldikten sonra o rehber bir mail atmış. Mailinde diyor ki, “Ben sizden sonra o hava alanında çakılı kaldım. Saatlerce kendime gelemedim. Sonunda bir polisin uyarısıyla irkilip, evime döndüm. Eve gelince kendi kendime, “ben bu risaleler, gençler için ne yapabilirim?” diye düşünerek kiliselere gittim.” Biz o dört gün zarfında on beş kilise, yirmi tane Hristiyan Merkezi, bütün İslam Merkezlerini gezdik. Kitaplar bıraktık. Yani büyük bir İnayeti İlahi oldu...
PAPAZ RİSALE-İ NUR KÜLLİYATINI İSTEDİ
Şimdi 6 sene oldu Filipinler'deyiz. Çok fazla bağlantılarımız olmasına rağmen, görüşmek istediğimiz birçok kişiye ulaşamıyoruz. Ama o günlerde mesela, sekiz milyon tabisi bulunan bir kilisenin lideriyle kapıda karşılaşıyoruz. Normalde yüzlerce kişiyi aracı yapmak lazım ki o insanla görüşebilelim. Ama kapıda karşılaşıyoruz, randevusuz oturup Risale-i Nur eserlerinden bahsediyoruz. Bu şekilde çok büyük tevafuklu olaylar olmuştu.
O rehber Asayı Musa eserini bir kiliseye götürmüş. Kilisenin papazı ertesi gün telefon açmış, “Hemen kiliseye gel. Sen bu eseri nereden buldun? Bu kitap mükemmel bir eser. Başında ‘From the Risale-i Nur collection’ yazıyor. Bu bir külliyatın parçası. Demek ki bu kitaplardan daha çok var. Onları da getir bize” diyor. Rehber, “Vallahi bilmiyorum. Gökten mi indiler, cennetten mi geldiler? Bir anda gelip, gittiler. Ben de size emaneten vermiştim. Almam lazım...” diye cevap veriyor. Papazın bu samimane itirafından sonra Rehber de ciddi manada okumaya başlamış. Aradan 6-7 gün geçti. Ben İstanbul'daydım. Bir gün telefon geldi, “Ben şu anda bir İslam merkezindeyim. Şehadet getiriyorum. Sizin de bu şehadetime şahit olmanızı istiyorum.” işte ilk tanıştığımız o rehberin Müslüman olmasıyla biz artık Türkiye'den gitmemiz gerektiğini anladık. Filipin yolu bize göründü.
(Devam Edecek)