Said Nursi’nin Hürriyet filmini çekiyorum

Said Nursi’nin Hürriyet filmini çekiyorum

Bediüzzaman Filmi çekecek olan yapımcı ve yönetmen Mehmet Tanrıseven Risale Haber’e konuştu…

Röportaj: Abdurrahman Iraz / Nurettin Huyut-Risale Haber

1953’te Konya Bozkır Bayırlı köyünde doğan, küçük yaşlarda İstanbul’a gelen Tanrısever, çıraklık dönemini İstanbul’da geçirdi. Asker dönüşü kendine ait küçük bir atölyede işe başlayan Tanrısever, 23 yaşında şirketini kurar. Ticaretle iştigal eden Tanrısever, 1990’lı yıllarda Feza Filmi kurdu. Kamuoyunun çok yakından bildiği Minyeli Abdullah, Sürgün, Çizmeli gibi sinema filmlerini çekti.

Son projesi Bediüzzaman Filmini çekecek olan sanayici aynı zamanda yapımcı ve yönetmen Mehmet Tanrıseven Risale Haber’e konuştu

NEDEN BİZ SİNEMADA YOKUZ?

Siz tanınan, bilinen bir sanayicisiniz. Neden sinema?

Yirmi sene önce sinemaya başladım başlama nedenlerim gelince; 1979’a kadar yani, evlendiğim döneme kadar sinemayı severdim ve giderdim. Ama temelde dindar bir insan olduğum için evlendikten sonra haliyle sinemadan uzaklaşmış olduk. On yıl kadar böyle geçti… Daha sonra kendi kendime dedim, “neden biz sinemada yokuz” diye… İşte o düşünce bizi sinemaya yeniden yöneltti ve 80’li yılların sonlarına doğru Feza Filmi kurmuş olduk.

O zaman abiler dediler “bu işler mesuliyetli işler, dikkat etmeniz lazım” ama biz kurmuş olduk… Önce Minyeli Abdullah’ı çektik, ilk filmimiz olmasına rağmen 500 bin seyirci toplamıştı. Türkiye’de o zaman toplasan 100 tane sinema yoktu, çoğu da bakımsız kötü şartlarda devam eden sinemalardı. Ama böyle bir başarı elde etmiştik.
Bu başarı ve seyircinin ilgisi bizi cesaretlendirdi. Daha sonra “Sürgün” gibi, “Çizmeli” gibi filmleri çekmeye başladık…

İNANÇLIYDIM, MİLLİYETÇİYDİM AMA DİNDARLIK YOKTU

Konuşmanızdan sanki evlendikten sonra dindar bir insan olmuşsunuz gibi bir intiba edindim. Şayet bu doğruysa sizi evlendikten sonra dindar olmaya iten neden neydi?

mtanrisever_risalehaber1.jpgEvet, evlenmeden önce inançlıydım, milliyetçiydim ama dindarlık yoktu. Biraz tabiri caiz ise hoppalık vardı. Yani genel olarak inançlıydık, komünizme karşıydık, vatanperver insanlardık, bir de hürriyetçiydik, hürriyetimize düşkündük. Başkalarının emri altında çalışmayı kabullenmiyorduk hür olmamız gerekiyordu.

Ayrıca bende şöyle bir fikir daha vardı. Kendi kendime diyordum, “ben şimdi bekârım serbest yaşıyorum ama evlenirsem kendime çekidüzen vermeliyim, hem önce para kazanacağım sonra evleneceğim, o zaman da böyle bir hayatı istemiyorum” diyordum. Gençliğimde yaşadığım o serbest ve biraz da dindar olmayan hayatı beğenmiyordum.
Ve arzu ettiğim gibi de oldu para kazandım sonra evlendim ve kendime ait bir daireye de taşınınca o daha önce kendime verdiğim sözü tutmaya başladım. Ve başardım da diyebilirim…

EV AÇALIM, DERSHANE AÇALIM, TALEBE OKUTALIM, BURS VERELİM

Mehmet Tanrıseven sağ cenahta tanınan birisiniz. Özellikle İslami camiada iyi tanınan ve bilinen bir isimsiniz. Nedeni de hizmetleriniz… Bu hizmetleriniz ilk defa ne zaman ve nasıl başladı?

Dediğim gibi biz gençlik yıllarımızda Türkeş eğilimli bir fikre sahiptik o tür mekânlara giderdik. Daha sonra Erbakan çıkınca bu defa Erbakancı olduk. Yani dindarlığımız artınca böyle bir dönüş oldu. Bu meselede abimin de etkisi oldu. O Erbakan ile birlikte siyasetin içindeydi, her türlü faaliyete katılıyordu. Bir takım filmler hazırlıyordu, siyasi propaganda da kullanmak için hatta o dönemde Korkut Özal evine gelip gidiyordu. Ben de onu yakından takip ediyordum.

Daha sonra abim Hoca Efendiye yöneldi ve ondan bahsetmeye başladı. Hoca Efendi de onun evine gelip gidiyordu. Bu dediğim gelişmeler 80’li yıllarında cereyan ediyordu. Mesela ben 1979’da bir gün Hoca Efendiyi dinlemeye gitmiştim. Konuşmasını çok beğenmiştim. 1980’de ihtilal olunca bir gün otobüsle gelirken Hoca Efendinin resimlerini gördüm. Arananlar listesine dahil edilmiş adeta anarşist gibi…

Onu görünce çok öfkelendim. Dedim “yahu bu mübarek zat kimi öldürmüş, kime ne zararı dokunmuş ki, böyle afişe etmişler?” O öfke beni ona yakınlaştırmaya itti, ilgimi çekti… Bir de o resimleri asılanların hemen hepsi gerçekten anarşist idi ve onların içinde resmini göstermelerine açıkçası çok üzülmüştüm. O durum beni ona yöneltmeye neden oldu ve onun felsefesini okumaya ve öğrenmeye hız verdim.

Ev açalım, dershane açalım, talebe okutalım, burs verelim gibi faaliyetlere başladık. O dönemde bu kadar genişlememişti sadece bu tür hizmetler vardı. Ve bu tür hizmetler doğrusu benim de hoşuma gitmişti. Daha önce gittiğim yerlerde çalıp oynuyorduk veya siyasi şeylerle uğraşıyorduk akşam olunca da herkes dağılıyordu. Bir faaliyet yoktu, bir sonuç alamıyorduk. Ama burada ciddi işler oluyor ve herkesin kesesine dokunan faaliyetler oluyordu.

FEDAKÂRLIK ETMEDEN OLUR MU?

Siz en zor olanı tercih etmişsiniz. Cepten harcamak kolay değil…

Evet, doğru. Zor ama benim bu tarz bir uygulama daha çok hoşuma gitmişti ve mantığıma uymuştu. Gerçi birden bire vermiyorsun, gücün nispetinde az az veriyorsun ama sonuçta veriyorsun. Bu daha çok hoşuma gitmişti… Dedim “tabii ki böyle olacak vermeden, fedakârlık etmeden olur mu?”
80’den sonra haliyle o tür toplantılarda ve faaliyetlerde bulunmaya başlamış oldum. Kendim finanse ettiğim dershaneler açtım ve onların giderlerini karşıladım. Daha sonra yurt dışında bir okul yapıldı destek oldum.

tanrisever_irazrisalehaber1.jpgRİSALE-İ NUR HAKİKATLERİNİ ÖĞRENMEM İÇİN KENDİM OKUMAM LAZIM

Siz o dönemde Risale-i Nur’u biliyor muydunuz?

Evet biliyordum. Bize okuyorlardı. Abiler geliyordu yarım saat ders yapıyorduk. Arkasından nasıl para buluruz, nasıl hizmet ederiz, o konuda konuşurduk. Hulasa ben o zamanlar Risale-i Nur’ları ancak o kadar biliyordum. Şu son 4-5 ayda öğrendiğim şeyleri otuz senede ancak öğrenebilmiştim diyebilirim. 4-5 aydır ciddi bir şekilde içine girmiş olduk ve yüzde 90 bildiklerim bu döneme aittir.

Şimdi bakıyorum da bu eserlerdeki hakikatleri öğrenmem için kendim okumam lazım, derslerle bu iş tam öğrenilmiyor. Bir-iki saat yapılan dersler öğrenmeye yetmiyor. Benim oturup 10-15 saat okumam lazım ki, öğrenebileyim. Derinlemesine içine girmem lazım… Hatta geceleri derinleşmek istiyorum. Ondan mahrum olduğumun farkındayım.
Feza Filmini kurmam da öyle oldu, hizmet niyeti ile başladım. Birden ona daldık… Daha sonra 1996 yılında da bir radyo kurduk…

BİR ABİ GİBİ BANA YAKINLIK GÖSTERMİŞTİ

Seksenli yıllara geri dönersek, Hoca Efendi ile ilişkilerinizden bahseder misiniz?

İlk görüşmem dediğim gibi abimin evinde oldu ve onunla 3-4 saat karşılıklı sohbet etme imkânım oldu. Bana çok tesir etmişti. Birçok sorularım oldu onları cevaplandırmıştı. Bir abi gibi bana yakınlık göstermişti ve ben o görüşmeden çok etkilenmiştim. Onu çok sevmiştim o da beni çok sevmişti.

Hatta ona olan sevgimde ve şöyle demiştim kendi kendime, “Maşallah, buna bak, her şeyini feda etmiş, evlenmemiş, çoluğu yok çocuğu yok, sürekli hizmet ediyor, sürekli dolaşıyor, İslamı anlatıyor, ne büyük mücahit. Peygamberimizin bile dokuz hanımı varmış, O bundan bile rahat yaşamış, Hoca Efendi çok büyük adam” dedim. O gece rüyamda tırnaklarımın arasına böğürtlen dikeni ile işkence yaptılar. Dediler “sen Peygamberine niye öyle dedin, niye öyle düşündün, Hoca Efendiyi daha büyük gösterdin” diye böyle, dikenle işkence yaptılar. Çok acı çektim. Dedim “tövbe ettim, bir daha böyle sevmeyeceğim, öyle de söylemeyeceğim.” O rüyadan önce çok seviyordum. Neredeyse putlaştırma gibi, ama şimdi bir insan gibi seviyorum. Öyle değer veriyorum. Gerçek makamında seviyorum.

Malum en çok sevilecek olan zat başta Allah’tır, sonra Peygamber, daha sonra diğer peygamberler ve büyük zatlar sırayla gelmemiz lazım. Yani bu dediğim gelişme 1990’da oldu ve ondan sonra kendimi frenledim. Makul olanı yapmaya başladım.

FEZA FİLM ŞİRKETİNİN İSMİNİ HOCA EFENDİ KOYDU

Mert Çelik nasıl doğdu, gelişti?

Mert Çelik, çelik tencere üretir. 1976’da bir bodrum katında başladık, cebimizde 500 dolar yoktu ve bir kişi ile üretime başladım. Ama daha sonra o kadar güzel gelişmeler yaşadım ki, 500 kişi çalıştıracak kapasiteye ulaştım. Ve 2003’lerde 2004’lerde Türkiye’de ilk 1000 şirket arasına girdik. Hayli büyüdük.
mtanrisever_risalehaber2.jpgAma yeni açılımlar ve yenidünya düzeni nedeniyle bizim rekabet şansımız azaldı. O nedenle başka sektörlere kaymam gerektiğini düşünüyorum, başka ticari alanları düşünmem gerektiğine inanıyorum. Çünkü şartlar değişti maliyetler yükseldi başka gelişmeler oldu.

Son bir yıl benim için bir boşluk dönemi oldu, kafamı toparlamama neden oldu. Zaten film yapmak hep benim hayalimdi.
1988’in sonlarında film çekmeye başlamadan önce Hoca Efendiyle istişare ettim. Dedim “Hocam film çeksek nasıl olur?” O bana “Mehmet bey bu işler mesuliyetli işler, bizim bizzat yapmamamız lazım, para verip yaptırmak daha doğru olur” dedi.
Aradan üç-beş ay geçmişti. O arada Yücel Çakmaklı, Mesut Uçakan’la tanışmış olduk. Onun üzerine tekrar Hoca Efendiye sordum. Bu defa “madem istiyorsun öyleyse ismi Feza Film olsun” dedi. Yani şirketin ismini de koydu.

MEĞER RİSALE-İ NUR’U ANLATIYORMUŞ, HİZMETİ ANLATAN BİR ROMAN

İlk olarak Minyeli Abdullah’ı çekme fikri nerden doğdu?

Onu da sanırım eşim söyledi. Ben o zaman o kitabı okumamıştım. O okumuş çok beğenmişti dedi “bu romanı yapalım.” Sonra Yücel beye teklif ettik o da senaryosunu yazdı, zaten baktık meğer Risale-i Nur’u anlatıyormuş, hizmeti anlatan bir roman…

Demek ki, eşinizle istişareli yapmış olmanız işe yaramış, siz böyle devamlı eşinizle istişare ediyor musunuz?

Evet, özellikle çok sıkıştığım ve beynimin artık almadığı, bunaldığı zamanlar bana çok yardımcı oluyor. Bir psikiyatrist gibi sıkıntımı gideriyor. İşlerime direk karıştırmıyorum ama çok sıkıntılı zamanımda bana bir nefes olur.

Kadın haklarına riayet etmemiz lazım, onların da üzerimizde hakları var malum…

Evet, doğru ve biz o haklara riayet etmeye çalışıyoruz. Ama asıl onların da erkek haklarına riayet etmesi lazımdır. Kur’an’da her iki tarafın karşılıklı hakları var. O haklara her iki taraf da riayet etmeli özellikle hanımlar bunu duysun… Biraz da demokrat olsunlar…

O ZAMANLAR NELER KONUŞUYORDUK ŞİMDİ NELER YAPILIYOR?

Neyse biz yine de Minyeli Abdullah’a dönelim o dediğiniz konular nazik konular ne olur ne olmaz neme lazım…

Peki, nasıl istersen… (Gülüşmeler)
Evet, biz filmi yaptık ve götürdük Hoca Efendiye gösterdik. Çok hoşuna gitti. Çok mutlu olduğunu söyledi ve “bunu yapandan çok memnun kaldım” dedi.
Malum o zamanlar filmci demek hakaret anlamı taşıyordu. Birine kızdılar mı “sen artist misin” derlerdi. Yani o dönemde şartlar farklıydı. Şimdi bakıyoruz açılımlar insanları farklı boyutlara taşıdı. Biz o zamanlar neler konuşuyorduk şimdi neler yapılıyor? Arada çok mesafe var. Şimdi bakıyorum da filmlere dizilere, reklamlara neler çekiliyor?

MİNYELİ ABDULLAH’TAN SONRA ÇEKTİKLERİM

Minyeli Abdullah’tan sonra hangisini çektiniz?

Ondan sonra “Sürgün”ü yaptık. Onun yönetmeni benim. Daha sonra Cemal Kamacı diye bir abimiz vardı. Onun boks hayatını film yaptık. Güzel bir film oldu. Daha sonra “Çizme” diye bir film yaptık. “Ezan”ı İsmail Güneş çekti. Sonra “Garip Bir Koleksiyoncu” var onu yaptık. Daha sonra birkaç tane de uluslar arası film çektik. İran’dan olsun, Kırgızistan’dan olsun filmler aldık. Öyle birkaç küçük çaplı filmler yaptık.

mtanrisever_risalehaber3.jpg1992’den sonra bir müddet ara verdik. Çünkü o dönemde filmler rağbet görmedi. Ben o dönemde milyon dolarlık yatırdım ama yatırdığım para geri gelmedi. Dolayısıyla param bitti. Para bitince tekrar işe döndük. Hatta o dönemde işim de çok zayıflamıştı. O nedenle de çok sıkıntı çektim. Daha sonra toparladık ve Avrupa’nın en büyük firması oldum.

Şimdi tekrar bu birikimlerle maddi manevi birikimlerimiz oldu. En önemlisi bilgi birikimimiz var. O zaman 37 yaşındaydım ama şimdi 57 yaşındayım bilgi birikiminiz ne kadar artarsa o kadar işiniz düzgün oluyor. İşinize aksediyor.
O nedenle bundan sonra film yaparsak inanıyorum ki, çok daha güzel olacak…

BEDİÜZZAMAN FİLMİ NASIL GÜNDEME GELDİ?

“Hür Adam” adıyla Bediüzzaman’ın hayatını çekme fikri nasıl gelişti?

Biz Minyeli’yi çekerken o zaman Mehmet Fırıncı abi, Yavuz Bahadıroğlu ile görüşmüştük. Onlarla Minyeli’yi konuştuk. Bana bir sürü kitap verdiler, “şunlar da olabilir, bunları da yap” diye. Öyle konuşurken bir ara bana “gel Üstadı çek” dediler. “Nasıl ben Üstadı nasıl çekeceğim” dedim. “Onun hayatını film yapalım, biz de sana maddi, manevi destek oluruz” dediler.

Biz de hemen kitabı aldık. Mehmet Uyar ve birkaç arkadaş daha var, ekip halinde gitmişiz. Onun üzerine yazmaya başladık. Biraz yazdıktan sonra bira ara Üstad, Senarist Mehmet Uyar’ın rüyasına giriyor. Amostan görünüyor, yani yüzüne bakmıyor yukarıdan bakıyor, sert bir bakış... Diyor ki, “kardeşim, benim filmimi çekecekmişsiniz, bir kere beni tanıyor musunuz? Hem zamanı değil, çekmeyin…” diyor. Bunu bana anlattı telefonda, bayağı korkmuş… “Abi ben çok korktum, zar zar titriyorum. Yapamam, edemem” gibi şeyler söylüyor. Dedim “korkma birşey olmaz. Bir rüyayla amel olur mu? Dur hele ben Fırıncı abiye sorayım bakalım ne diyecekler?” 

Bu anlattığım olay 1991’de cereyan ediyor. Minyeli’den hemen sonra bunu düşündük. Dedik “bunu da yapalım.” Ama Fırıncı abi ile görüşünce ve rüyayı da anlatınca Fırıncı abi, “o zaman bu çekilmez, Üstad istememişse bu olmaz, çünkü demek ki, istemiyor, bunun gibi çok hadiseler var. Üstad sevmediği bir şeyi istemez” dedi. Onun üzerine çalışmayı durdurduk…

Ta ki üç-dört sene öncesine kadar… Üç yıl önce biri yanıma geldi. İsmini vermeyeyim… “Abi film çekeceğim” dedi ve senaryoyu getirdi. Senaryoya baktım güzel yazılmış ama hep teknik yazılmış. Dediler “iki bölümde çekeceğiz.” Ben dedim “iki bölüme karşıyım tek bölümde çekmek lazım, fikrimi sorarsanız… Biyografi gibi yapalım önce. Sonra gene üç bölüm halinde çekeriz. Birinci, ikinci, üçüncü Said diye çekeriz. Ama önce Üstad’ı topluma bir tanıtalım sonra dediğinizi yaparız. Kopmasın birbirinden…”

YÜCEL ÇAKMAKLI ÖLMEDEN BEDİÜZZAMAN FİLM SENARYOSUNU BANA GÖNDERDİ

Çünkü biyografiler genelde böyledir. Gandi’nin vs. bir çok biyografi biliyorum böyledir. Tek filmde çekilir. Sonra dedim “siz burada sadece Üstadın savaşlarını ve kahramanlıklarını anlatmışsınız, oysa onun felsefesi, hayat görüşü, halkın içindeki dik duruşunu anlatmamız lazım.” 

Onlar daha çok savaş sahneleri, kanlı olaylar, çok sahneler var bu şekilde zaten film de o şekilde bitiyor. Ondan sonra “bir de” dedim “bu filmde kim oynayacak”… Dedi “ben oynayacağım, biz yazıyoruz o halde biz oynayacağız.” Dedim “bir kere sen olmazsın.” Ayrıca “bizim başımıza böyle bir olay geldi” diye rüyayı anlattım. “Biz daha önce yapmak istedik ama Üstad istemedi” dedim. “Yok birşey olmaz. Ben manen Üstad’la beraberim, kendimi iyi hissediyorum” diye cevap verdi.

Baktım o gelen arkadaş kendisi oynayacak ve hem de senaryosu bana tekno senaryo geldi. Daha çok humanist bir yaklaşımla yazılmış. İnsani yönü ve sevgi üzerine şeyler az hem de iyi işlememişler bir de iki bölüm halinde çekecekler… O nedenle vazgeçtim. Ona dedim “bak kardeşim al sana şu parayı beraber yazalım bu işi benim dediğim gibi yapalım. Önce sen sinopsi çalışmaları yap gönder bana bunu o zaman yapalım.” Ama gelmedi aradan iki yıl geçti bir senaryo geldi ama işe yaramaz. Sonra bu son zamanlarda bir senaryo göndermişler o da Yücel Çakmaklı göndermiş demiş “bunu ancak Mehmet Tanrısever çeker ona götürün o çeksin.” O da geldi dedi “abi senaryo şöyle güzeldir böyle iyidir. İşte Yücel abi ölmeden önce gönderdi sana” dedi.

Baktım gene onun içinde de bazı isimler geçiyor. Sonra 2009’da ikinci bir senaryo geldi. O da yeni değil 20 sene önce yazılmış bir senaryo. O da hoşuma gitmedi. Ama kendi kendime düşündüm dedim “bunlar bir şeyler yapmaya çalışıyor, birileri bir şeyler tezgâhlıyor. Oyuna gelmeyelim.” Sonra benim 18 sene önceki bir çalışmam var. Hem o zaman Üstad bu projeyi yapmamızı istemedi. Sonra baktım benim kafam da şu aralar rahat ve iyiyim. Dedim “tekrar bu projeyi ele alsak nasıl olur?”

SONRA GENE BEN BİR GÜN ÜSTADIMA BİR KAZAK ALIYORUM…

Onun üzerine topladım arkadaşları, çağırdım ekibi. Mehmet Uyar, Ahmet Çetin ve ben. “Senaryoyu yazalım. Ama önümüze bir engel, bir duvar çıkarsa bu işi yapmayacağız, tamam mı?” dedim. “Tamam” dediler. Üçümüz aynı fikirdeyiz…
Birlikte senaryoyu yazmaya başladık ve yazdıkça bazı güzellikler görünmeye başladı. Bir defasında Üstad’ı flu şeklinde gördüm dedi ki, “Kardeşim, alt tarafı çekmeyin üst tarafı çekin” dedi… Yani ben şöyle anladım “beni çekiyorsunuz ama beni şöhret olsun diye göstermeyin, benlik ve enaniyet olarak göstermeyin benim felsefemi ve verdiğim mesajı gösterin” şeklinde anladım. Mütevazı bir şekilde gösterin demek istedi diye düşündüm.

Sonra gene ben bir gün Üstadıma bir kazak alıyorum. Hoca Efendi ile de beraberiz. Yani Üstad, Fethullah Hoca, ben üçümüz bir kalabalık içindeyiz, beraberiz, Hoca Efendiye bir hediye almıştım dedim “gideyim bu kazaktan bir de Üstad’a alayım.” Arıyorum, arıyorum bulamıyorum. Bir de yolculuk var uçağa yetişmem gerekiyor. Öyle o telaş içinde uyandım. Ama kazak alamamıştım.
Sonra eşim bir rüya gördü. Şöyle: Eski evimizde yeşil bir tabut ben Üstad’a doğru yatmışım Üstad tabutun içindeymiş gibi ben de ona doğru yatmışım ve diyorum ki, “ben Üstad’dan feyiz alıyorum” öyle uyanmış.

ÜSTAD’I OYNAYACAK KİŞİ BELLİ Mİ?

Aradan 20-25 gün geçti senaryo bitti… Ben tekrar Üstad’ı rüyada gördüm. Bana doğru geliyor. Geldi geldi ve bana sıkı bir şekilde sarıldı. Arkada da Said Taktak var. Ona “çek bu resmi herkese göstereceğim” diyorum. Üstad’ın bu sevgisini herkese göstereceğim… Neyse uyanınca tabi mutlu oldum. O zaman anladım ki, Üstad bu işimizi onaylıyor. Artık tamam yapabiliriz…

Sonra Adıyamanlı bir arkadaş var, onu filmde oynatmak istedim. Üstad’a çok benziyor diye… Nasılsa kimse de tanımıyor. Sade öyle bir insan olsun istedim. Bu filmde tanınsın ama daha sonra gene unutulsun istedim. Başka bir yerde de görünmesin bir dava adamı gibi davransın istedim. Yani ben öyle düşündüm.

tanrisever_irazrisalehaber2.jpgRüyayı gördüğüm günlerde bu fikir bende vardı ve projeye onu da dâhil etmiştik. Ama o arada o da Üstadı rüyasında görüyor ama Üstad onu kabul etmemiş “git” demiş. O “Üstadım ben filmde rol almak, oynamak istiyorum” demiş ama Üstad “hayır sen git” demiş kabul etmemiş. Bana geldi dedi “ben böyle bir rüya gördüm.” Ben de dedim “kardeşim, Üstad seni istemiyor ben ne yapayım.” O durumda şöyle düşündüm; “Üstadım artık adamı sen seç onu ben nasıl yapayım bilemiyorum, onu beğenmezsen bunu beğenmezsen ben nasıl çekerim?” Neyse şimdi bir iki arkadaş var listemizde geldiler onlarla kamp yapıyoruz. Bakalım sonuç ne olacak?
Onlara da demişim “bakın şayet Üstad’dan bir ikaz falan gelirse bu iş olmaz ona göre.” (Gülüşmeler) Yani önümüze yeniden bir duvar çıkarsa hemen bırakırım ille de çekeceğim diye bir şey yok…

Şu anda Üstad’ı oynayacak kişi belli mi?

Şu anda henüz tam netleşmediği için söylemeyeyim isterseniz. Hem anlaşma da yapmış değiliz. Ama netleşince sizlerle paylaşır söylerim. Sadece şu kadarını söyleyeyim bu arkadaş tiyatro mezunu, kültürlü bir arkadaş, kırk yaşlarında…

BEDİÜZZAMAN İLE İLGİLİ GÜNDE 10 SAAT KİTAP OKUDUM

Filmin adı neden “Hür Adam”?

Ben bu senaryo çalışmalarını yaptığımız üç aylık dönemde Üstadı anlatan tam 14 kitap okudum. Yani 4 bin sayfa kitap okudum. Günde 8-10 saat kitap okuyordum. Hiçbir yere çıkamıyordum. Ama büyük keyif aldım, her şeyden evvel Üstadımı tanımak benim için büyük bir şerefti. Zaten bu proje olmasaydı bu kadar yoğun kitap okumazdım. Gerçi daha önce Tarihçe-i Hayat’ını biliyordum, kahramanlıklarını okumuştum, ama bu şekilde derinlemesine içine girmemiştim bu sayede o da oldu.
Risale-i Nur’ları da sürekli okuyup dinliyoruz ama öyle derinlemesine içine giremiyoruz. Ama girmek istiyorum.

Üstad Risale-i Nur’ları yazmaya başladığında “Hür Adam” diye bir dergi çıkıyormuş. Ve o dönemde yeri geldiğinde Üstad’ı savunmuş. Onu görünce dedim “işte filmimin ismini buldum, bu isim çok güzel. Hem Üstadı da savunuyormuş ne güzel…” Zaten Üstad hürriyetine düşkün bir insan tam da ona uyacak bir isim. “Ekmeksiz yaşarım hürriyetsiz yaşamam” demiş. Yani dik durmak anlamında bir hürriyet. Bu isim de öyle çıktı işte…

Hiçbir konuda kimseden yardım almamış, istiğna mesleğine sadık kalmış, davası uğruna her şeyini feda etmiş… Bu anlamda bir hürriyet… Beni en çok etkileyen o haliyle gidip dağdan odun getiriyor, onunla geçiniyor olmasıdır, o beni çok etkiledi. Kimseye minnet etmiyor. Yani hürriyetine düşkün, onun döneminde onun kadar hür bir insan var mıydı? “İnsanlardan bir şey alırsam karşılığında benden bir şey isterlerse yapmak zorunda kalırım” diyerek kimseden bir şey almaması ve hediye kabul etmemesi çok önemli bir durum. Herkesin başı eğik gezdiği ve büyüklerin karşısında kavuğunu çıkardığı bir zamanda o hiçbir şekilde onlara baş eğmiyor. Her zaman başı dik yürüyor. Hürriyeti için her türlü zorluğa katlanıyor. İşte bu yönü beni çok etkilediği için filmin ismini “Hür Adam” koyduk…

BU KADAR HÜRRİYET DÜŞKÜNÜ BİR İNSAN...

Yaşamak için ihtiyacından fazlasına helal dahi olsa el uzatmamış değil mi?

Evet, aynen öyle… Bir de kendi hürriyeti yanında başkalarının da hürriyetini savunmuş ve mücadele vermiş. Hatta karıncaların bile hürriyet anlayışını takdirle yâd etmiş. Fareleri korumuş, kedileri korumuş onlara bir şey yapanlara karşı çıkmış. Sürgün günlerinde bir gün bakıyor bir adam keklik avlıyor. Ona diyor “sen ne yapıyorsun burada?” “Keklik atıyorum” diyor. Biliyorsunuz keklik avcıları keklik avlayabilmek için kendi ehlileştirdikleri kekliklerin ayağını uzun bir iple bağlar bırakırlar ta ki, ötsün ve yabani kekliklerin gelmesini sağlasın… Onu görünce Üstad o adama diyor “sen ne hakla bu kekliği böyle hapsediyorsun” diye kızıyor.

Mesela eserlerinin bir yerinde aslan gibi vahşi hayvanların ceylan yavrularını avlamaya hakları olmadığını söylüyor. “O şekilde avlanan bir aslanı veya çakalı Cenab-ı Hak Adil ismiyle cezalandırdığını” söylüyor. “Onlara canlı hayvanları yeme hakkı verilmemiş ancak ölmüş leş hayvanları yiyebilirler” diyor. Bu kadar hürriyet düşkünü bir insan...

Hiç kimseyi, hiç kimseye ezdirmeyen, hakaret ettirmeyen, zulmettirmeyen ve kendisi de zulmetmeyen bir insan… Ben şahsen bu meselede bu kadar hassas bir insan duymadım, görmedim, tanımadım. “25 milyon Türk cemiyetinin imanını selamette görsen cehennemde yanmaya razıyım” diyecek kadar insanları seven ve insanların hür yaşamasına özen gösteren bir insan…

Yine mesela “gözümde ne cennet sevdası var ne de cehennem korkusu” diyor bu da hürriyeti içindir. Yani ne korkuyor ne de bir menfaat gözetiyor. “Yeter ki, insanlar hür olsun ben yanmaya razıyım” diyor. Yeri geldiğinde kendi hürriyetini diğer insanların hürriyeti için feda edebiliyor.
İşte bu isim bu düşüncelerle çıktı keşke bu yönünü filmde dile getirebilsek diyorum.
(Devam edecek)

Röportajın ikinci bölümü için TIKLAYINIZ

www.RisaleHaber.com