Abdulkadir MENEK
Nur hizmeti ve şöhretperestlik
İnsanların zahiri güçleri olan, Allah tarafından bahşedilen ve ancak küçük bir çekirdek hükmündeki varlıklarının, bir rahmet ve inayet eseri olarak neşv-ü nema bulduğunu unutanlar, bunları sahiplenerek gurur ve kibir merdivenlerini bir bir çıkabilir ve neticede ‘’hubb-u cah ve şöhretperestlik’’ hastalığına yakalanabilirler.
Ahir zamanın en büyük hastalıklarından bir tanesi olan şöhretperestlik; insanların dikkatini celp edecek şekilde davranışlarda bulunmak, kendinden bahsettirmek, tarihlere şa’şaalı bir şekilde geçmek ve gösteriş meraklısı olmaktır. İletişimin artması bu hastalıkları tetiklemiş, adeta gösteriş budalası tipleri ortaya çıkarmıştır. Bu durum bazen çığırından çıkmakta ve ‘’medya maymunu’’ tabirini hak edecek seviyelere kadar düşmektedir.
Bu bulaşıcı hastalık, zaman zaman din ehline de sirayet etmekte, ihlâsa en büyük darbelerden birini vurmaktadır. Fani camları baki elmaslara tercih etmek ve bunu masum bazı gerekçelerin ardında saklamaya çalışmak, din ehlinin semtine bile yanaşmamalıdır. Her şeyin Allah’tan geldiğini ve neticede yine Allah’a döneceğini çok iyi bilmesi geren din ehlinin böyle iğrenç bir tuzağa düşme, ihlâs ve rıza minaresinden, riya ve tasannu çukuruna yuvarlanabilme ihtimalini göz ardı etmemesi gerekir.
Çünkü ‘’ayn-ı riyâ ve kalbi öldüren zehirli bir bal hükmünde olan şöhret’’ budalası insanlar, kendilerini başkalarına beğendirmek ve bazı hasis menfaatleri kaçırmamak için onlara abd ve köle olmaya bile razı olmaktadırlar. (Mesnevi-i Nuriye sayfa: 71) Bazı sanatçıların dilinden eksik olmayan ‘’Beni siz yarattınız’’ sözü, böyle bir ruh haleti sonucu söylenmiş ibret verici sözler olarak sık sık karşımıza çıkmaktadır.
Bu hastalığın psikiyatrik ciheti mevcut olduğu gibi, insanları ‘’şirke’’ kadar götürebilecek dehşetli sonuçlara ve manevi felaketlere de zemin hazırlayabilmektedir. Said Nursi’nin bu konudaki ikazı da çok ciddidir ve asla göz ardı edilmemelidir.
Fani ve fena işler ile uğraşan insanları bu şekilde basit seviyelere düşüren bu marazi ruh haleti, din ehli için de büyük bir tehlikeyi beraber getirebilir. Kendini herkesten üstün ve imtiyazlı bir konumda gören insanlar, bu büyük yanlış neticesinde cemaatin külli sevabından ve manevi şerefinden mahrum kalabilecekleri gibi, şahsi sevap ve kazançlarını dahi kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bulunabilirler.
‘’Hubb-u cahtan gelen şöhretperestlik saikasıyla ve şan ve şeref perdesi altında teveccüh-ü âmmeyi kazanmak, nazar-ı dikkati kendine celb etmekle enâniyeti okşamak ve nefs-i emmâreye bir makam vermektir ki, en mühim bir maraz-ı ruhî olduğu gibi, "şirk-i hafî" tabir edilen riyâkârlığa, hodfuruşluğa kapı açar, ihlâsı zedeler.
Ey kardeşlerim! Kur’ân-ı Hakîmin hizmetindeki mesleğimiz hakikat ve uhuvvet olduğu ve uhuvvetin sırrı, şahsiyetini kardeşler içinde fâni edip onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek olduğundan, mâbeynimizde bu nevi hubb-u cahtan gelen rekabet tesir etmemek gerektir. Çünkü mesleğimize bütün bütün münâfidir. Madem kardeşlerin şerefi umumiyetle her ferde ait olabilir; o büyük şeref-i mânevîyi şahsî, hodfuruşâne, rekabetkârâne, cüz’î bir şerefe ve şöhrete feda etmek, Risale-i Nur şakirtlerinden yüz derece uzak olduğu ümidindeyim.’’ (Lem’alar, sayfa: 169-170)
Buradaki ikazların her biri adeta elmas ve altın mesabesinde ve daha da kıymetlidir. Nur mesleğine bütünüyle aykırı olan ve makam sevgisinden kaynaklanan rekabet hissi, kardeşlik duygularını tahrip eden en büyük musibetlerden birisidir. Nur hizmetinde bir tane makam değil, kardeşler ve mensuplar adedince manevi makamlar bulunmaktadır. Herkesin makamı kendi yaptığı hizmet ve ihlasına paralel olarak her an değişebilir. Bu değişim, yükselme ve alçalma şeklinde olabileceği gibi, bunu herhangi bir kardeşin de engelleme kudreti bulunmamaktadır.
Herkesin kendi makamını yükseltmesi bir yerde kendi elindedir ve ‘’ihlas’’ ile doğrudan ilişkilidir. Bazı insanlarda ‘’kendilerinin adeta seçilmiş, diğer kardeşlerinden daha üstün ve farklı’’ olduklarına dair tezahür eden durumlar; kardeşlik, ihlâs ve muhabbet manalarını tamamen ortadan kaldıran ve adeta ‘’şeyh-mürit’’ münasebetlerine benzeyen bir model ortaya çıkarmaktadır. Bu durum Nur hizmetinin bu insanlar tarafından tam olarak anlaşılmadığının da bir belirtisi sayılabilir.
Şeyh-mürit münasebetleri tarikat hizmetleri için gerekli ve değerli bir münasebet şekli olmakla birlikte, Nur mesleğinin hizmet esaslarına uyan bir münasebet tarzı değildir. Bu durum Risale-i Nur hizmetinin esaslarına ve ‘’tefani’’ düsturuna tamamen aykırıdır. Mürşit veya şeyh farklı renkte bir cübbe ile müritleri arasında maddi olarak fark edilebileceği gibi, manevi olarak da elbette farklı ve üstün bir makama sahip olabilir.
Nur Talebelerinin her biri Risale-i Nur’dan kendi başına istifade edebilirler. Risale-i Nur’un hocası, yine Risale-i Nur’un kendisidir. Bunun için de kimsenin aracılığına gerek yoktur. Elbette Risale-i Nur talebeliğinde müdakkik ve tecrübeli olan bazı şahıslar olabilir. Bunların tecrübe ve izahlarından da istifade edilebilir. Bunlar Risale-i Nur hakikatlerimi, yine Risale-i Nur’un ve modern bilimin ışığında izah ve şerh edebilirler.
Fakat bu izah, şerh ve onlardan yapılan istifade, ancak ve ancak Risale-i Nur hesabına geçer. Hiç bir şahıs, bu tecrübe ve izahlarla Risale-i Nur’un yerine geçemez ve bu büyük hazineye sahiplik iddiasında bulunamaz. Risale-i Nur miri malıdır, herkesin hakkıdır, inhisar kabul etmez.
Ne kadar kabiliyetli ve âlim dahi olursa olsun hiç kimse, şahsı hesabına bu nurlara perde olamaz, ancak bu büyük Kur’ân tefsirine hizmetkârlıkla ayna olabilir. Bediüzzaman’ın bu konudaki tavsiye ve ikazı gayet açıktır ve hiçbir tevile ihtiyaç bırakmamaktadır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.