Dursun SİVRİ
Nurcular, Milli Görüş Hareketi ve duran saat benzetmesi
Nurcular, Milli Görüş Hareketi ve duran saat benzetmesi
“Arap Baharı” adı verilen Tunus’ta başlayan, Mısır, Libya ve Suriye’de devam hürriyet talepleri dalgası Türkiye’de sistem tartışmalarını da tetikledi. Bu tartışmaya vesile olan Star Gazetesi Yazarı Mustafa Akyol’un “Gayr-i Resmi Yakın Tarih” adlı kitabındaki bir bölümde bahsi geçen; Milli Görüş hareketinin anlayış olarak “küfür rejimi” dedikleri demokratik sistemi içselleştirmesi anlamındaki değişmelerinde Risale-i Nur hareketinin etkisinden bahsetmesiydi.
Daha sonra RisaleHaber olarak Mustafa Akyol’la yaptığımız röportajda aynı konuyu tekrar sorduk. Kitabındaki görüşüne ilave olarak İslâmi Sistem vurgusunun iktidarı ele geçirme kavgası zemininde yürütülüp iktidar olunduğu zaman “Bundan sonra ne olacak?” sorusunun cevapsız kaldığını söyledi. “Eğer insanlar samimi olarak inanmıyorsa polis zoruyla namaz mı kıldıracaksınız? Zorla başörtüsü mü taktıracaksınız? İhlas nerede kalır?” gibi karşılığı olmayan suallere cevap bulunamıyor demişlerdi. Halbuki, Bediüzzaman hareketini imanı kurtarmak üzerine başlatmış, “Zaman imanı kurtarmak zamanı” demişti. Sistemin adına İslâm konulduğu zaman mesele bitmiyor. Konu iktidar savaşı düzleminde sürdürüldüğünde, “Laikler yerine biraz da biz iktidar olalım” gibi sadece dünyevi bir maksat kutsi bir kavram olan cihadın amacı gibi anlaşılmaya neden olmaz mı?
Röportaj sonrası “off the record” sonrası da sohbetimiz bu minval üzerineydi. Sayın Akyol yazılarında bu konuyu ele aldı. Şimdi bu tespitini gerek röportajları ile gerek gazetedeki yazıları gündeme getiren Mustafa Akyol’a Yeni Şafak yazarı aynı zamanda SDE (Stratejik Düşünce Enstitisü) Başkanı Prof. Dr. Yasin Aktay birkaç makalesi ile değerlendirmelerde bulundu. Bir cümlesi bir paragraf uzunluğundaki yazılarında Akyol’a cevap verirken dolaylı olarak Nurcularla ilgili bir itham yer alıyordu. Risale Haber de bu değerlendirmelerin bazı bölümlerini iktibas etti. Yazıların tamamını değil de “Nurcularla Milli Görüş çizgisinin sistem tartışmaları o kadar basit değil” cümlesini de içinde yer alan yazının bütününü merak saiki ile bir iki defa doğru anlamak maksadıyla okudum.
Yasin Aktay, hem düşünce hem bilim adamı kişiliği yanında dini bilgisi ve yaşayışı ile takdiri hak eden entelektüel birikimli bir isim. Başında bulunduğu düşünce kuruluşunun (SDE) Türkiye’nin karar vericilerine ufuk açacak mutfak çalışmalarında “Aşçıbaşı” konumunda olduğu biliniyor. İktidara da politika üretiminde karar vermelerinde önerilerde bulunuyorlar. Düşüncelerini münhasıran hazırladıkları raporlarla, gazetelerdeki makaleleriyle ve tv programlarındaki konuşmalarından tanıyoruz. Düşünen, sorumluluk hisseden her kişi ve kuruluşun görüşlerini, önerilerini yönetenlere bildirmesi gayet tabi olumlu bir faaliyet.
Yalnız Nurcular ve Milli Görüş hareketi arasındaki sistem algısını değerlendirmek “o kadar basit değil derken” sayın Aktay’ın çok yüzeyden bir değerlendirme ile ustaca bir ithamdan da geri kalmadığı görülüyor. Nurcuların davası, fikri yapısı ve tezlerini sadece AB’ye taraf olması noktasına indirgemesi, meseleyi ne kadar basit yaklaştığının göstergesiydi. Cihanşumül boyut kazanmış, “Arap Baharı” hareketlerinde ihvan-ı Müslümin grubunun şiddetten uzak ve temkinli duruşunda Risale-i Nur un etkisini bölgeyi iyi tanıyan gazeteci–yazar ve ulema kabul ediyor.
Milli Görüş hareketi ile Nurcuların davasını sistemler yaklaşımında mukayese etmek olaya yanlış yerden bakmaktır. Hizmet önceliklerinde belki binde bir ağırlığı olmayan AB meselesi ile Nurcuları duran saatin günde iki kere doğru göstermesine benzetmesi Yasin Aktay’a yakışmamıştır. Bediüzzaman Said Nursi’nin 100 yıl önce telif edilen eserlerindeki fikirlerinin seviyesi ve standartlarına dünyanın henüz gelemediği gibi bir kelimesine de itiraz vuku bulmamıştır. Ülke tarihinde en büyük sosyal değişime vesile olan Risale-i Nur’lara ön yargılı ve uzak durması başında bulunduğu düşünce kuruluşunun amacının ne kadar vizyoner olduğunun sorgulanmasına sebep olur.
Burada sırası gelmişken Risale-i Nur hareketinden bir hatırayı nakletmek isterim.
• “Bediüzzaman ve talebeleri sürgün yeri olan Kastamonu’dan Denizli hapsine gönderilir. Yıl 1944. Bediüzzaman talebeleri ile görüştürülmez. Mahpuslar muhtelif ihtiyaçlarını hapishaneye yakın bir bakkaldan kontrollü olarak kendileri alırlar. Bakkal nur talebelerine her alış verişe gittiklerinde hakaret eder. Yani müşterilerine hakaret ediyor. Ne tuhaf bir durum. Kader bu ya… Bakkal nasıl bir suç işledi ise gün gelir aynı hapishaneye düşer. Bediüzzaman hemen bir pusula ile talebelerine haber gönderir. “Sakın ola o adama (bakkala) hiçbir şey söylemeyin” der. Yani “oh oldu” anlamına gelecek bir davranıştan men eder.
• Üstad Bediüzzman Cumhuriyet dönemimde en şiddetli baskıya maruz kalmış, ama cumhuriyeti Eskişehir mahkemesinde savunduğuna tarihçe-i hayatından referans göstermiştir.
• İkinci Dünya savaşında başta İnönü vardır. Tek parti tek şef döneminin zulümleri malum. İnönü Türkiye’nin savaşa girmesini istemiyor Bediüzzaman da istemez. Talebeleri sorar “Niye harbe karşı çıktın?” Suali soranlar İnönü’nün mağlubiyetini zimnen istedikleri anlaşılıyor. Bediüzzaman, “Kardeşim biz bir ferec isteriz ancak kâfirin kılıncıyla değil” der. Önemli olan prensip ve ülke için kişsel değil yüksek siyasi vizyon.
İktidar olmak meseleyi halletmiyor. Değerler inşası olmadan iktidar olmak dalgalı denizdeki hafif gemiye benzer. Ehli dünyaya olan özen, lüks ve çağın fantaziyeleri insanların imana ihtiyaçlarının şiddetini daha da artırıyor.
İktidar, sağlam beşeri inşa üzerine oturmazsa raiyet riyakâr olur. Sistem mistem meselesi teferruattır. Hüsnü Mübarek döneminde Anayasasında “şeriata aykırı kanun yapılamaz hükmü varmış. Şimdi bu hüküm kaldırılacakmış. Laiklik sistemi getirilecekmiş” tezlerine en şedit tepki yine milli görüş hareketi içinden gelen bir sivil toplum kuruluşu yöneticisinden dinledim. Hayret ettim. Ya madem bu anayasanın hükümleri değişmemesi gerekiyor da niye Hüsnü Mübarek gitsin diye milyonlar Tahrir meydanına çıktı? Olayı sadece yasalardaki bir hükme endekslemek ne kadar sağlıklı bir düşünce.
Sayın Yasin Aktay, Başbakan’ın Mısır’da dile getirdiği “laiklik” meselesine en sert tepkiyi kendileri göstermişlerdi. Mustafa Akyol da Başbakanı doğru bulduğunu yazdı. Sayın Aktay Kemalizmin despot uygulamaları ile laikliği eşdeğer değerlendirdiği için tezinin arkasını getirmedi. Bediüzzaman bu konuda da ilkeli bir tanım yapıyor. “Laiklik odur ki, dinsizlere ilişilmediği gibi dindarlara da ilişilmemeli” diyor. Kemalizmin totaliter uygulamasından tarifi ayırıyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.