Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Nurlu bir mü’minin günlüğü

Nurlu mümin, Kur’an’ın, Sünnet’in, onların yorumları olan Nurlu Eserlerin ve Üstadının; onu, Kudsî Kaynaklara bağlayan ölçüleri ve örnek yaşayışıyla, hayatını şekillendirir ki;

Dünyaya, kulluk için geldiğinin idraki içindedir. Bu gaye, onun zihninde daima, taze bir mânâ olarak canlı ve aksiyoner bir şekilde durur.

Rabbi dışında, âzam mahlûkata da ibadete tenezzül etmez. Cennet gibi âzam menfaat olan bir şeyi dahi gaye-i ibadet kabul etmez .

Fıtraten, çok zayıf olduğunu, ancak her şeyin ona iliştiğini, müteessir ve müteellim ettiğini;

Gayet âciz bulunduğunu, halbuki belâ ve düşmanlarının pek çok olduğunu;

Çok fakir olduğunu, fakat ihtiyâcâtının pek ziyade bulunduğunu;

Tembel ve iktidarsız oluşunu, buna karşı hayata ait vazifelerin gayet ağır olduğunu;

İnsaniyetin onu kâinatla alâkadar ettiğini, ancak sevdiği, alıştığı şeylerin zeval ve firakının, mütemadiyen onu incittiğini;

Aklının ona yüksek maksatlar ve bâki meyveler göstermesine karşılık, elinin, ömrünün, iktidarının, sabrının kısa olduğunu çok iyi bilen bir ruh sahibi olarak;

Bir Kadîr-i Zülcelâlin, bir Rahîm-i Zülcemâlin dergâhına,

Namaz ve niyazla müracaat edip;

yaşadığı bu âlemde başına gelecek, beline yüklenecek işleri, vazifeleri tahammül için

yardım istemenin, halini arz etmenin, ne kadar lüzumlu bir istinat noktası olduğunu

çok açık olarak anladığından:

1-a-Yaratıcısının huzuruna, o gün ilk defa çıkacağı ibadette, dinç olabilmek için, gece, mümkün olduğu kadar erken yatmaya çalışır; iki rekatlık sünneti bile, dünya ve içindekilerden kıymetli olan Sabah Namazına, zamanında kalkar.

b-Namazı evinde kılıyor ise mümkün olduğu kadar seccadede, cüppe ve sarığıyla, ailesiyle cemaat olarak kılar. Mümkün olduğu sürece camiye, cemaate katılır. Evde namaz kıldığı yer zihnini dağıtacak, huşûyu bozacak şeylerden âzâde olur. Belki tebeî de olsa, zihnen, hayâlen Kâbe’ye doğru durulabileceği, serbest hareket edebileceği sade bir zeminde namaz kılar. Evinde, namaz için böyle bir yer ayırır.

c-Risale-i Nur’dan, 9.Sözün 5. Nüktesinin, kıldığı namazla ilgili bölümünü, mümkün olduğu kadar mânâ olarak hatırlar; bunu refleks haline getirir. Namaza, tövbe ve istiğfarla başlar; Âyâtı tefekkür ederek, adeta Allah’la konuşurcasına, samimi bir halde ve en iyi bildiği sure ve Âyâtı okuyarak, Huzurda olmanın idraki ve huşusuyla kılar.

ç-Rüku ve Secdelerde, teslimiyetin fiilen ifadesini de ortaya koyarak, bütün mevcudiyetiyle, O’nun noksandan münezzehliğini ifade ederek vazifesini ifa eder.

d-Tahiyyatta, “Tahiyyatla, Tayyibatlarla ifade edilen mânâyı, Nurlu Eserlerde anlattığı gibi düşünür, bütün mahlukatın yaptığı tesbihat ve vazâifin O’na takdimi mânâsında, okumaya çalışır. (Söz Y.E,Şualar:788)

e-Tesbihat’ı, Peygamberimiz'in (asm) Sünneti olduğunu bilerek, muhakkak ve uygun tarzda yapmaya çalışır. Mümkünse müstakil şekilde kendisi okur; hatta zihninin sayılarla bile meşgul olmaması, kalbî rahatı için, tespih kullanır. (Risale-i Nur'un Kutsî Kaynakları, A.Badıllı, Envar Yayınları,”Hususi ezkar, evrad ve tesbihatı”Hadis…Bölümü,788)

f-Namaz sonrası Sünnet olan Aşir okumayı; yine Sünnete göre, önemle yerine getirir.

2-Bütün namazları hep aynı şekilde, zamanında, vaktin evvelinde kılar. Ezanın abdest alma zamanını değil de, namaz kılma zamanını bildirdiğini hiç unutmaz. Aşığın, maşukunu beklediği gibi, Allah’ın huzuruna kabul edilmek olarak idrak ettiği namazı, hasret ve heyecanla bekler.

3-Akşam-Yatsı arası (veya başka vakitte) Üstadının, Sünnet’e uyarak yaptığı ve tesbihatında da yazılı olan altı dua ve tesbihi şevkle, o da okur.

4-Yatarken, Hizb’ül Hakaikın başında da bulunan Tövbe-İstiğfarı yapar; bunun da Sünnet olduğunu unutmaz. Ölümün kardeşi hükmündeki uykuya girmeden önce, bir manevî gusul alır.

5-Mümkün olduğu kadar, haftanın bazı gecelerinde, teheccüte kalkarak; adeta en kritik zamanda bile, en önemli şeyin, O’na teslim olmak olduğunu, ibadet ve kulluğu hiç unutmadığını, bu konudaki üstün idrakini, fiilen ortaya koyar.

6-Her gün muhakkak, mutat Kur’an hatmine devam eder, Üstadı gibi Hizb’ül Hakaik, Cevşen okur. Kutsî Kaynaklarla irtibatını hiç kesmez.

7-a-Haftanın her günü, mutat olarak şahsen Nurlu Eserlerden takip ederek okur; haftada en az bir gün arkadaş grubuyla tahkikli okuma programına katılır; bir-iki gün de umumi sohbetlere katılmaya çalışır. Tabi ki, evinde de namaz arkalarında kısaca okunan Nurlu kitap dışında, en az bir gün, ailesiyle beraber bulunduğu bir zaman ve zeminde, bir defa olsun, ders yapmaya, yapılan derse katılmaya gayret eder.

b-Evinin hemen her tarafında gayemiz, hayatımız, hedefimiz olan, asrın Kur’an tefsiri Nurlu Kitaplardan ve yardımcı mahiyetteki diğer eserlerden bulundurur. Cebinde ve çantasında en az bir Risale, varsa arabasında, bir takım Külliyat (en azından yolculuğa çıkarken) bulundurur.

c-Her hafta, her ay, her yıl belli sayıda insana, iman hakikatlerini tanıtmayı hedef olarak belirler; bunun için ciddi planlar yapar, buna ulaşmak için azamî gayret sarf eder. İyiliği anlatmak, kötülüğü men etmekte vazifeli olduğunu hiç unutmaz.

8-Mümkün oldukça, hiç olmazsa haftada bir gün oruç tutmaya; varsa, bir plan dahilinde borçlu olduğu namaz ve oruçlarını ödemeye çalışır.

9-Tefekkür, hayatının ayrılmaz bir parçasıdır. Yemekte, istirahat ederken, gezerken, yürürken, iş esnasında, her zaman ve zeminde, her vesilede tefekkür eder, tefekküre muvaffak olabilir.

10-Nurlu hizmetlerin en az bir yerinde vazife alır; bu işini en güzel şekilde yapar, takip eder. Bu hizmetlere az da olsa, muhakkak maddî katkıda bulunur. Hayatının ana gayesi, sadece menfaatlerine ulaşmak değil, daha çok fazilet ve rıza-i İlâhî ağırlıklıdır.

11-Dünyayı ve ona ait bütün işleri, mülk alemine has Adetullah’a riayet ederek değerlendirir; yapılan fiillerin değişik bir dua hali olduğunu düşünür. Duayı, bir sırr-ı ubudiyet olarak görür. Dünya ve ona ait olanlara tebeî bir nazarla bakacağını bilir; ancak tevekkülü doğru olarak uygular. Dünyevî, fani şeyleri kesben değil, kalben terk etmeyi bilir. Bunu, refleks haline getirir. Buna bağlı olarak da: “Kaybettiğine üzülmez, kazandığına sevinmez.” 
12-Her zaman ve zeminde, şükredecek halde olduğunun idrakindedir ve şükreder; muhakkak iktisatla yaşar.
Her konuda ve her sahada, o meselenin kendine ait kanunlarına uyarak yaşar. Ancak, sebep olarak görünenlere rağmen; rızk, şifa, hıfz, korunmak dahil, her şeye, ancak Allah’ın ulaştırdığını, O’nun yarattığını itikât eder; bu mânânın ilmî izahını da bilir. Bunu ifade için her işe O’nun ismiyle, Besmeleyle başlar. Muvaffakiyetlerinde hamdi,teşekkürü de, O’na gönderir. Sebeplerin ve kendisinin, acz ve fakr içinde olduğunun, tam olarak ve her zaman farkındadır. Tefekkür ile bunu çok geliştirerek, idrak eder.

13-a-“Hazırlanınız, başka, daimi bir memlekete gideceksiniz.
Öyle bir memleket ki, bu memleket ona nispeten bir zindan hükmündedir.”

b-“Programımız budur ki; Dünya bir misafirhanedir,

İnsan ise onda az duracaktır; Ve vazifesi çok bir misafirdir. “ fikirlerini, hayatının temel prensipleri olarak görür, ahireti ve ona ait olanları en öne alır.

c-Her davranışında; ittifak, tesanüd, teavün, uhuvvet, incizap onun karekteri; nefsi gemlemekle bağlamak, ruhu kemâlâta kamçılamakla serbest bırakmak onun hedefidir..

14-Müminleri ve hatta bütün insanları, sahil-i selamete taşıyan bir faaliyette bir hademe olduğunun farkındadır ve bu ulvî vazifenin düsturlarına da uyar. Sünnet-i Seniyye, yaşayışının, değişmez temel rehberidir. Yeme-içmede, oturup kalkmada, hizmetlerde ve her şeyde Sünnete uymaya çalışır.

15-Nokta-i istinad olarak, kuvvete bedel "hakkı" kabul eder. Yanlışlıklar ve haksızlıklar karşısında, uygun lisanla, medenî şekilde tepkisini gösterir. Asla neme lazım demez. Kötü ve kötülükle medenî bir şekilde mücadele eder. Hayatta mücadeleyi değil, yardımlaşmayı düstur olarak alır. Mütevâzidir, selim, halimdir. Fakat, Rabbi dışında, O’nun izni haricinde, ihtiyarıyla tezellüle tenezzül etmez. Sultanının nihayetsiz kudretine istinad ettiği, dayandığı için kavîdir, kuvvetlidir. Bunları bütün günlük hayatında ve bütün hadiselerde uygular.

16-İlmî tavır sahibi olarak, hep doğruların yanında olmaya; her hareketinde “İhlâs” ve “Uhuvvet” düsturlarına, muhakkak uymaya çalışır. Bunu kulluğunun gereği olarak görür.

17-Hastalık ve musibetlerle karşılaştığında sabretmeyi bilir; Allah’ı her türlü noksan ve yanlışlıktan tenzih eder. Bunu rükû, secde ve namaz sonrası tespihlerde, Suphanallah, S.Rabbiyel Âla ve S.Rabbiyel Azîm sözleriyle yaparken; günlük hayatında ise fiilen ve her halükârda yapar, yapmasını bilir.

18-Bu asırda muhakkak cemaat olunmasının gerektiğine inanır, ekip çalışmasının ruhuna uygun hareket eder ve bunu zaruri görür. Dava arkadaşlarıyla dostluk ve muhabbetin zedelenmemesi ve bozulmaması için her fedakârlığı göze alır, tükrüklerini misk’ü amber görür. Onların varsa dertleriyle kendi dertleri gibi ilgilenir. Onlarla çok sıkı bir irtibat içinde olmaya gayret eder.

19-Bütün ilişkilerinde; hangi din, ırk ve meşrepten olursa olsun bütün insanlara İslam’ın nezaket ve terbiyesine uygun ve illâkî şefkatle davranır. Başkaların imanına kuvvet verecek tarzda çalışmanın, önemli bir düstur olduğunu hiç unutmaz. Kimseye, asla, tahakküm etmez, edemez. Medenilere ikna ile yanaşır. Büyüklerine, yakınlarına, komşularına değer verir. Onlara karşı vazifeleri olduğunun farkındadır; ihtiyaç halinde muavenet eder, yardım eder, vefalı davranır. Hayatı cidalle değil, muavenetle yaşar.

20-Kur’an’ın, sâlihâtı mutlak bıraktığını iyi bilir. Hanesinde tevazulu; makamında, makamın izzetine uygun davranacağını; hanım ise cesaretin ve cömertliğin onun için çok doğru olmadığını, Bu konularda dikkatli bulunması gerektiğini bilir ve tatbik eder.

Ve bütün bunlarla O,

* insanlığın iki cihanda da mesut olması için, farklılığa saygılı olan;

* durumun gerektirdiği medenî usul ve iletişim imkanlarını kullanan;

* ortak olan maddî ve manevî değerleri, doğru bir İslâmî anlayışla yorumlayarak;

* nefsin hevesatına ve tecavüzâtına sed çekip,

* ruhu ulvi şeylere teşvik ve ulvi hissiyatını tatmin ederek;

* kendini ve diğer insanları, kemâlâta sevk edip,

* üstün insanlar haline getirmeyi,

* mükemmel bir medeniyet ortaya çıkarmayı,

yaratılış gayesi olarak gören;

ona ulaşmaya azimle çalışan; gözü yaşlı bir Mümindir; Nurun Talebesidir.....

NOT: Bu yazı, Tire’deki bir Nur Sohbetinde, M.Emin Birinci Ağabeye “Ağabey, sen de ehl-i tarîk gibi olmuşsun” diye sormam üzerine, onun Risalelerden okuyup anlattıklarının ve ayrıca, yazılarını oldukça beğendiğim Ahmet Taşgetiren Beyin, Altınoluk dergisinde yayınlanan “Sofi’nin Bir Günlüğü” yazısının etkisiyle yazılmıştı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum