Ediz SÖZÜER
Ölümün çaresi-1
Ölüm ve hayat.. Hangisi daha anlaşılmaz ve sırlarla dolu? Hangisi daha gerçek? Bu satırları okuyan bir kişi bile yüz sene önce bu dünya yüzünde mevcut değildi. Acaba bu yüzden, hayat mı daha önemli ve kıymetlidir? Yine bu satırları okuyan tek bir kişi, yüz sene sonra bu dünya üzerinde dolaşıyor olmayacak. Yoksa bu nedenle ölüm mü daha önemlidir?
Ne istiyor bu ölüm bizden? Hayata hiç uğramamışçasına yok etmek mi istiyor? Yaşam ve varlık nimetini tattıktan sonra, tüm bunlar hiç yaşanmamış gibi, mutlak bir karanlık içine mi davetliyiz hepimiz? Eğer öyleyse ve böyle dehşetli bir son hepimizi bekliyorsa, bana bu hayatta yaşamayı değerli ve kıymetli kılan tek bir şey gösterin. Hayır, asla gösteremezsiniz. Çünkü madem neticesi güzel olan her şey güzeldir ve akıbeti kötü olan her şey kötü sayılır.
Şayet hayattaki her şeyin neticesi ve akıbeti, çürümek ve yok olmak ise, o halde elbette denilebilir ki: bu fanî hayatta ne varsa her şey çürüktür ve esassızdır. Göstereceğiniz en anlamlı ve güzel şey, mademki yok olup anlamsızlığa ve çirkinliğe dönüşecek. O halde yaşamda mutlu olmak adına ne tattıysanız, biriktirdiğiniz ne kadar çok güzellik varsa, ne kadar lezzet ve haz alabildiyseniz; bunların tümü, o kadar kötü ve çirkin bir manaya, yani ölüm nedeniyle zıtlarına dönüşecek demektir.
Yaşamda ne kadar çok şeye sahip olursanız, ölüm neticesinde o kadar çok şeyi kaybedeceksiniz. Güzel ve aydınlık olan gerçek hakikati, sadece ilahî vahyin ışığında görünen ve o ışık olmadan çıplak gözle karanlık görünen ölüm, mahiyeti bilinmeden önce, her şeyi içine alıp acımasızca öğüten ve dışarı hiç bir şey bırakmayan ve geri dönüşü olmayan bir kara deliktir. Ölümün dıştan görünen karanlık yüzü karşısında hiç bir yaşam ışığı dayanamaz.
Ölüm ve hayatın hangisinin daha kıymetli ve önemli olduklarını anlamaya çalışalım şimdi de. Küçük çocukları bilirsiniz. Duygusal zekâlarını ölçmek için minik bir test yapılır. Onlara denilir ki: Şimdi bir adet şeker alır ve yersen ve tabağındaki diğer şekeri yemezsen, daha sonra sana on tane daha şeker verilecek. Eğer ikisini de yersen, sana başka şeker verilmeyecek. Bazı çocuklar, ertelenmiş zevkin gelecekteki kazancını tercih edebilecek duygusal zekâya sahiptirler ve on tane şeker kazanmak için, o bir şekerden vazgeçebilirler. Bazıları ise, akıbeti görmeyen kör hislerine kapılıp, anlık zevklerine yenik düşüp, akıllarını kullanmayarak iki şekeri birden yerler. Yapılan araştırmalar, anlık zevklerini sonraki daha büyük kazançlar için erteleyebilenlerin, daha yüksek duygusal zekâya sahip olduklarını ve yaşamda da daha başarılı olduklarını göstermiştir. Şimdi bir de şöyle düşünelim. Elbette yüzü kazanan, biri kaybeden zararda olmadığı gibi, pek çok kazançlıdır.
Bir yaşam deneyimine gerçek anlamını kazandıran kısıtlı bir süre içindeki süreci değildir, tamamıdır, yani nasıl neticelendiğidir. Şimdi, yaşam sürecimizin kısa bir zaman dilimini kesip, sadece o yönüyle değerlendirmek doğru bir değerlendirme olmayacağından, eğer öldükten sonra yokluğa ve hiçliğe gidiyorsak, yaşamda ne yaşamış olursak olalım, neticesi itibariyle değerlendiğimizde, yaşadığımız hayatın hiç hükmünde bir kıymette olduğu açıkça görünecektir. İşte bu boyutuyla ölüm daha kıymetli ve önemlidir denilebilir ve doğrudur. Diğer taraftan, şayet ölüm, ebedî bir hayata açılan bir kapı ise ve bu hayattaki yaşam tarzımız, o sonsuz hayattaki mutluluğumuzu veya hüsranımızı belirliyorsa, yine aynı kaidemiz gereğince, yani hayatı ve ölümü, neticeleri itibariyle değerlendiğimizde ortaya çıkacak sonuç tablosu şudur:
Ebedî bir azabı netice veren ve ebedî bir mutluluğu kaybettiren bir yaşam tarzında yüz bin lezzet ve zevk alınsa da, boştur, hiçtir, anlamsızdır ve kâr hanesinde sıfır derecesinde bile bir kıymet ifade etmeyecektir. Diğer taraftan, çok sıkıntılı ve meşakkatli bir hayat geçirilmişse de, iman ve ibadetle yaşanan geçici bir dünya hayatının neticesi, ebedî bir cehennemden kurtulmakla birlikte, üzüntü, korku, yorgunluk, acı, sıkıntı, yaşlılık, hastalık, ölüm, ayrılık, endişe gibi hiç bir olumsuzluğun bulunmadığı sonsuz cennet saraylarında, yüz binler yerde, aynı anda, hiç bir insan gözünün görmediği, hiç bir insan kulağının işitmediği ve hiç bir insan kalbine gelmemiş yüz binler zevki tadarak yaşamak ve O’nu kısa bir zaman görmenin, cennet hayatını unutturduğu haber verilen ilahî güzelliği görmek gibi neticeleri veren bir ebedî hayat saadeti olacaksa, böyle muhteşem bir neticeye karşılık, hangi hastalık, hangi musibet, başa gelen hangi kötü olay, “buna değmez” denilecek kadar çekilmez olabilir ki?
O çok kıymetli hayat, her şeyi yok eden ölüm karşısında kıymeti yok hükmündedir ve hiç bir önem arz etmemektedir diyebiliriz. Kısa ve fâni bir hayatı ebedî bir hayata ya sonsuz bir saadet veya bitmeyecek bir hüsran ve azaba dönüştüren ölüm ise, hayattan milyonlar kere daha kıymetli ve önemlidir denilebilir. Elbette, “ebedî hayatı kazandıran, bu fanî hayattır!” denilirse, bu da çok doğrudur ve bu yönüyle bu fanî hayat kendi manasından başka bir manaya hizmet ettiği yönüyle, en büyük kıymeti ve önemi kendisine vermemize layıktır. Yani tıpkı bir tarlaya, vereceği mahsulât sebebiyle kıymet vermeniz gibi, bu dünya da, âhiretin tarlası olması hesabıyla çok kıymetlidir. Çünkü âhiret, burada kazanılacaktır. Cennet meyvelerinin tohumları, burada atılacaktır.
Dünyayı, ebedî bir hayat yolculuğunda ne kadar kısa bir durak olduğu yönünden ele alan peygamberimiz, hasır üzerinde istirahat edip de, hasırın vücudunda iz bırakması üzerine kendisine dünya nimetlerinden biraz yararlanması gerektiği ima edilmesi üzerine: “Benim dünya ile ne alâkam olabilir ki! Benim dünyadaki halim, bir ağacın altında gölgelenip azıcık dinlendikten sonra yoluna devam eden bir yolcunun hâline benzer.” (Tirmizî, Zühd,44) demiş ve şüphesiz Allah’ın en doğru sözlü resulü olan peygamberimiz, dünya hayatını böyle görmekte ve göstermekte çok doğru söylemiştir.
Şimdi, ölümün peygamberimiz eliyle getirilen harika çaresinin, ne kadar büyük bir müjde olduğuna biraz daha yakından bakmaya çalışalım. Bir yakınımız ölmüş ve insaniyet itibariyle çok üzülmüşüz, hatta hayata da küsmüşüz ve bunalımlı bir haldeyiz farz ediyoruz. Böyle bir haldeyken, elinde bir çanta ile gayet ciddi, güvenilir ve iddialarının doğruluğunu ispatlayabilen biri gelse ve bize dese ki: “Bende ölümsüzlüğün formülü var! Hem o ölen sevdiğini tekrar hayata getirecek bir formül de yanımda! Hem sen, hem o sevdiğin kişi, sonsuza kadar yaşayacaksınız. Hem de hiç yaşlanmadan genç kalacaksınız. Bununla beraber, içi muhteşem saraylar ve her emrinizi yerine getiren hizmetkârlarla dolu dünya kadar bir mülk de sizin olacak. O saraylarda öyle bir tarzda yaşam süreceksiniz ki, bu dünyada karşılaştığınız hiç bir olumsuz duyguyu bir daha tatmayacaksınız. Ayrıca, bu fanî dünyada tatmayı hayal dahi etmediğiniz lezzetlerin ve hazların yüz binler çeşidini de yaşamak fırsatını elde edeceğiniz harika bir yerde yaşamınızı sürdüreceksiniz.” Şimdi, bir an için böyle bir teklifin ve haberin, ciddi ve gerçek olduğunu düşünün lütfen ve böyle bir haberin sizin ne anlam ifade edeceğini hayal edin. Böyle bir haberin ve imkânın gerçekliğini kesin olarak anladığınızda, hâlâ üzülüp, bunalımda kalma ihtimaliniz var mıdır? Yoksa üzüntü sebebi ortadan kalktığı gibi, bir de büyük müjde almış her normal insanın yapacağı gibi, içinizi büyük bir sevinç ve heyecan mı kaplar?
Şimdi bu misalin penceresinden dinin peygamber eliyle getirdiği büyük müjdesinin ve ölüme getirdiği muhteşem çarenin yüzüne bakın! Risale-i Nur’da 31. Söz olan Mir’ac Risalesinin son bölümünde, Mir’ac’ın beş muhteşem meyvesi, yani insanlık ve kâinat için ifade ettiği beş büyük neticesi anlatılmaktadır. İnsan olan her insan için, inanılmaz bir manevi hazine kıymetinde olan bu risaleyi, muhakkak okumanızı tavsiye ediyoruz. Burada, Mir’ac’ın üçüncü meyvesi olan ebedî saadet hakkında biraz duracağız. Peygamberimiz, Mir’ac vasıtasıyla tüm iman esaslarının gerçek olduklarını gözü ile görmüştür. Mir’ac yolculuğunda melekleri, cenneti, âhireti ve Allah’ı bizzat kendi gözü ile görmüş ve gördüklerini teferruatıyla haber vermiştir. O andan itibaren kâinatın ve insanlığın manevi şekli tamamen değişmiş ve bambaşka bir gerçeklik, anlam ve kıymet kazanmıştır. O büyük peygamber, ebedî saadetin hazinesini görüp, anahtarını da yanında getirmiş ve tüm insanlara hediye etmiştir.
Düşünün bir kere, şu ölümlü dünya, zamanın geçmesiyle tüm canlıları ve insanları sonsuz bir ayrılık ve yokluk karanlığına, her daim ölüm vasıtasıyla atıp duruyor ve kendisi de uçsuz bucaksız bir uzay denizinde, hedefi belirsiz bir yöne doğru hızla seyahat ederken, birdenbire şu tarzdaki bir haber ile hayatın, ölümün, dünyanın ve ayrılıkların hakikati, nasıl tamamen değişiyor, bambaşka bir hâl alıyor.
Dünya üzerinden çıkıp gidemeyen ve gitse de ölümden kurtulamayan ve ölümün ebedî idamıyla darağacında asılıp yok olmaya kendini mahkûm zanneden insanlığa, böyle muhteşem bir haberin doğru olarak verilmesi, nasıl saadetli bir durumdur ve nasıl hiç bir şeye değişilmez güzellikte bir müjdedir.
Âdeta, bir insana tam idam edileceği sırada, idamdan affedildiği ve memleket sultanının payitahtında muhteşem bir saray verildiği müjdesinin verilmesi gibi.. Böyle bir haber, ne kadar sevince sebep olur, herkes takdir eder. İşte peygamberimizin Mir’ac vasıtasıyla getirdiği ebedî hayat ve saadet müjdesinin kıymetini anlamak için, bütün insanlar ve hatta insanlar gibi dinî mükellefiyete tabi bütün cinler adedince bu tarzdaki müjdeleri toplamak ve ondan sonra bu müjdeye gerçek kıymetini vermek gerekir.
Gerçekten de bir an için durup lütfen hayal etmeye çalışınız, kendiniz ve akrabalarınız dışında her gün ölen yüz binlerce insanın da sizin gibi can taşıdıklarını ve onların da sevdiklerinden mecburen ayrıldıklarını düşünün. Şimdi peygamberimizin getirdiği bu müjdeyle, tamamının ölümün idamından kurtulup, ebedî bir hayat kazanıp ölümsüz olmalarının ve her bir insanın, gayet makul bir çabayla ebedî bir saadeti kesin olarak kazanma imkânına sahip olmasının ne kadar büyük bir şey olduğunu idrak etmeye çalışın.
Tüm bunları ve daha fazlasını gerçek ve doğru olarak getiren bir dinin yüksek hakikati ile karşı karşıyayız. Böyle bir haberin kıymetini ve tüm insanlığı ilgilendirdiğini takdir etmek için, insan olmak yeterlidir.
İşte, peygamberimizin getirdiği ve tüm insanlığa karşılıksız olarak sunduğu bu muhteşem hazinenin gerçek olduğunu ve şüpheye yer bırakmayacak derecede kesin delillerle ispatlandığının haberini de, biz size şimdiden veriyoruz! Risale-i Nur’un 10.Söz’ünde ölümden sonra gelecek ebedî bir hayatın varlığını, Kur’ân’ın feyziyle iki kere iki dört eder tarzında göstermiş ve kıştan sonra baharın, geceden sonra gündüzün geleceği derecesinde ve bu dünyanın var olması kesinliğinde aklî ve mantıkî delillerle ispatlamış Risale-i Nur’dan artık haberdarsınız!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.