Süleyman KÖSMENE
Onuncu Sözde haşir
Ahmet Bey: Onuncu Sözün On Birinci Hakîkatında belirtilen; insanın, mahlûkâtın tarz-ı tesbîhât ve ibâdetine müdâhalesi ne demektir?
Bilindiği gibi Onuncu Söz, Haşre dâirdir. Haşir; yediden yetmişe, kadın-erkek, beyaz-siyah, mümin-kâfir ayırt etmeksizin bütün insanları çok yakından, tâ can damarından ilgilendiren bir Ebediyet bâdiresidir. En çetin hesap, en girift sorgulama, en ince muhâsebe, en âdil muhâkeme oradadır! Günahkârlar için rahmetten yana tercih kullanan şefaat-i Resûl (asm) oradadır! Allahın adâleti, hâkimiyeti, mağfireti ve merhameti orada kâmilen tecellî edecek; Peygamber Efendimizin (asm) şefaatiinşaallahorada vâki olacak; insanların ebediyet yolculuklarına nerede devam edecekleridünyevî amellerine göreorada belli olacaktır.
Bu insan ne talihsizdir ki, böyle bir çetin muhâkemenin vukûuna inanıp inanmamayı sadece tartışmakla bir ömür tüketiyor! Oysa aslında Kurâna ve Kurân Peygamberine (asm) îtimatsızlığın faturasını çok ağır ödüyor! Çünkü yarın, haşir hakîkatına başını vurunca her şey geçmiş oluyor. Halbûki Kurân ne kadar açık bir habercidir! Resûlullah (asm) ne kadar net bir uyarıcı ve müjdecidir!
Üstad Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretleri, Haşrin vukûunu iki kere iki dört eder derecede ispat ettiği ve Mahkeme-i Kübrâ için On İki basamaklı burhan gösterdiği Onuncu Sözü, yalnızca bir tek âyetin tefsîri olarak kaleme alır. Âyet, Rûm Sûresi 50. âyetidir ve meâli şudur: Şimdi bak Allahın rahmet eserlerine. Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir! âyeti, ehl-i aklı, ehl-i fikri, ehl-i tefekkürü, ehl-i şuuru düşünmeye ve akıl yürütmeye dâvet ediyor. Her kışta ölen yeryüzü canlılarının, her baharda nasıl diriltildiğini ısrarla nazara veren Kurân âyeti, bunu yapan Kudret için insanları diriltmenin hiç de zor olmayacağını, insanların dirilmeye daha lâyık bulunduklarını kaydediyor.
Fakat görüyoruz ki, en çok akıllarına güvenen felsefeciler de dâhil ulemâ, ekseriyetle bu konuda akıl yürütmekten kaçınmışlar; haşrin bir nakil meselesi olduğu, aklın bu yolda yürüyemeyeceği ve sadece îmân etmekle iktifâ edilmesi gerektiği kanaatini izhar etmişlerdir.1 Oysa Kurân, Allah, ölüleri nasıl diriltiyor; rahmet eserlerine bir bakınız!2 âyetiyle, akıldan, öldükten sonraki dirilişi anlamayı istiyor. Demek, bu bir nakil meselesidir diyerek taklidî îmâna râzı olmak, Kurânın akıldan ve kalpten istediği şeyi anlamamak demektir! Sırtını ilk çağ Hıristiyan felsefesine dayayarak, maddenin ezelî olup olmadığı, Allahın cüziyâtı bilip bilmediği, Allaha sıfat izâfe etmenin câiz olup olmadığı gibi, kahir ekseriyeti hiç ilgilendirmeyen nazarî meseleleri tartışanların; Haşir gibi herkesi çok yakından alâkadar eden ehemmiyetli bir meseleyi nakle havâle ederek yetinmeleri ve haşrin vukûunu akıl gündemine almamaları ne kadar garip değil mi?
İşte Risâle-i Nûr, bin yıllık bir boşluğu doldurarak, Onuncu Sözle Kurânın bu âyetine cevap vermekte; Öldükten Sonra Dirilmek, Haşir ve Mahkeme-i Kübrâ konularında Kurânın işâret ettiği veçhile, aklın ve kalbin de kavraması gereken ipuçları, deliller, burhanlar ve hakîkatlar olduğunu dünyaya îlan ve ispat etmektedir. Onuncu Söz; On İki Sûret ve On İki Hakîkat ile dünyadan kabre, kabirden dirilişe, dirilişten Haşir Meydanına ve Mahkeme-i Kübrâya, oradan da Cennet ve Cehenneme giden yolları akıl, mantık, idrâk ve şuur sahiplerine çok net biçimde ispat etmektedir.
Bu ispattan sonra, Haşir Müellifi der ki: Eğer, haşrin gelmesini, gelecek baharın gelmesi gibi, katî bir sûrette anlamak istersen; haşre dâir Onuncu Söz ile Yirmi Dokuzuncu Söze dikkat ile bak; gör! Eğer baharın gelmesi gibi inanmaz isen, gel parmağını gözüme sok!3
Onuncu Sözün On Birinci hakîkatı, İnsaniyet bâbı ve Hak isminin cilvesidir. Her ismin ism-i azamlık mertebesine mazhar bir ahsen-i takvimde yaratılan, yer ile gökler ve dağların yüklenmekten çekindiği Emânet-i Kübrâyı uhdesine alan, yeryüzündeki bütün bitkiler ve hayvanların düzen ve tanzimleri hakkında söz sahibi olan ve onların tesbîhat tarzlarına ve ibâdetlerine müdâhale eden, meleklere tercih edilerek hilâfet rütbesini giyen insana, saadet-i ebediyenin verilmemesinin hiçbir şekilde kâbil ve mümkün olmadığını4 ispat ediyor. Burada geçen müdâhale ile; insanın, hilâfet rütbesi gereği, sâir mahlûkât üzerindeki tasarruf yetkisi vurgulanmıştır. Yani ekseriyetle insan nereye isterse, bitkiyi ve hayvanı oraya taşıyabilmekte; netice itibariyle bitki hayvan da orada sergisini açmakta, orada zikrine devam etmektedir.
Dipnotlar:
1- Sözler, s. 89
2- Rûm Sûresi, 30/50
3- Sözler, s. 106
4- Sözler, s. 83, 84
Yeni Asya
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.