Nizamettin MELİKOĞLU

Nizamettin MELİKOĞLU

Peygamber ve velilerden meded isteme

Peygamberlerden ve Evliyaullahdan meded isteme veya tevessül etme insanlarımız arasında mevcut olan bir davranıştır. Burada akla şöyle bir soru gelmektedir. Eğer müessiri hakiki Cenab-ı Allah ise aracıları araya koymanın ne mânâsı vardır?

Böyle bir davranışı kimisi kesin bir şekilde reddederek bu durum ve vaziyeti gösterenlerin Allah'a şirk koştuklarını iddia etmektedirler. İkinci kesim böyle bir vaziyette dini açıdan hiçbir sakınca olmadığı kanaatindedirler. Üçüncü kesim ise bu meseleye ihtiyatla yaklaşıp iki şey arasında taksim yaparlar. Yani böyle olursa şirktir veya mahzurludur, şöyle olursa şirk değil mübâhtır veya câizdir, derler.

Bu meseleye şirk diyenlerin delilleri bazı âyetlerin zahirleridir.

İkinci görüş her ne kadar bir parça hakikatı yansıtsa da mevcut bir görüşü sadece nakil ettiği için tahkik edilmeye ihtiyacı vardır.

Üçüncü görüş ise meseleyi tahkik ettiği için insanların avam kesimini şirk zannından kurtardığı gibi zahiri bir nazarla nassları tevil edenlerin ilmi bir tabandan mahrum olduklarını da izhar eder.

Risale-i Nur'da bu mesele üçüncü görüş muvacehesinde ele alınarak analize tabi tutlur. Mesnevi'de konuya müteallik olarak şöyle bir ifade geçmektedir;

''Velîlerin himmetleri, imdatları, mânevî fiilleriyle feyiz vermeleri hâlî veya fiilî bir duadır. Hâdî, Muğîs, Muîn, ancak Allah’tır.''[1]

Bediüzzaman Said Nursi hazretleri velilerin himmet ve mededlerini bir nevi duâ olarak kabul etmekte ancak bu duâyı kabul edenin yine Cenab-ı Allah olduğunun bilinmesinin gerekli olduğuna işaret etmektedir. Aksi taktirde şirke bulaşma tehlikesinin var olduğunu da ifade etmiş olmaktadır. Daha sonra bu konudaki sui istimalleri de Mektubat adlı eserinde nazar-ı itibare vererek alem-i İslâm'ı dikkatli davranmaya davet etmektedir; ''Hadis-i sahîh ile sabit olan ziyaret-i kubûr ve makberistana hürmet-i şer'iye sû-i istimâl edildi, gayr-i meşrû hâdiseler zuhura geldi. Husûsan evliyâların makberlerine karşı hürmet ise, mânâ-yı harfî cihetiyle kalmadı, mânâ-yı ismî derecesine çıktı. Yani, sırf Cenâb-ı Hak hesabına makbul bir abdi olduğuna ve şefaatine ve mânevî duasına mazhar olmak için olan meşrû hürmetten ziyade; o kabir sahibini âdetâ sahib-i tasarruf ve kendi kendine medet verecek bir kudret sahibi tasavvur edip, âmiyâne, câhilâne takdis edildi. Hattâ o dereceye varmış ki, namaz kılmayanlar, o mâruf ve meşhur türbelere kurban kesip, ona yalvarıyordu.''[2]

Demek ki mânâ-i harfiyle olsa Cenab-ı Allah makbul kullarının dilleriyle duâ edilmesini istemektedir. Bediüzzaman hazretlerinin bu tespiti az sonra özetle aktaracağımız Kitap ve sünnetteki delillerin bir temessülüdür.

İslam âlimleri Peygamber (a.s.) ve Allahın veli kulları ile hayatlarında ve vefatlarından sonra da olsa Allah'a tevessül yapılabileceği konusunda görüş birliği içindedirler. Bu konuda âyet ve hadîslerden getirdikleri delilleri şöylece özetlemek mümkündür;

وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً

''Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan günahlarının bağışlamasını dileseler ve Peygamber de onlara bağışlama dileseydi, elbette Allah'ı tövbeleri çok kabul edici ve çok merhametli bulacaklardı.''[3]

Beyhâkî'nin Delâil-i Nübuvve adlı eserinde İbni Abbas'tan aktardığı bir rivâyet şöyledir;

كانت يهود خيبر تقاتل غطفان، فكلما التقوا هزمت اليهود فعاذت اليهود بهذا الدعاء، فقالوا: اللهم نسألك بحق محمد النبي الأمي، الذي وعدتنا أنك تخرجه لنا في آخر الزمان، إلا نصرتنا عليهم، قال: فكانوا إذا التقوا دعوا بهذا الدعاء، فهزموا غطفان، فلما بُعِث النبيُّ صلى الله عليه وآله وسلم كفروا به، فأنزل الله: ﴿وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ﴾ بك يا محمد على الكافرين

''Hayber yâhudileri Ğatafanlılarla savaşıyorlardı. Yahudiler mağlub oluyorlardı. Yahudiler bunun üzerine şu dua ile Allah'a sığınıyorlardı; ''Allahım senden ahirzamanda bize çıkaracağını vâdettiğin ümmî olan nebî Muhammed'in hakkı için, bizi onlara ğâlib ettir.'' Bu duâyı yaptıktan sonra Ğatafanlıları yeniyorlardı. Resûlullah (s.a.v.) geldikten sonra ise onu yalanladılar. Bunun üzerine

 وَكَانُوا مِنْ قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ مَا عَرَفُوا كَفَرُوا بِه۪ۘ فَلَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الْكَافِر۪ينَ ''Daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken işte şimdi bilip tanıdıkları (Kur’ân) kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti böyle inkârcılaradır.'' âyeti[4] indi.[5]

Enes bin Mâlikten gelen bir rivayette Hz. Ali'nin annesi Fatima binti Esed vefat ettiği zaman Resulullah (s.a.v.) şöyle dua etmiştir;

اللهُ الَّذِي يُحْيِي وَيُمِيتُ، وَهُوَ حَيٌّ لَا يَمُوتُ، اغْفِرْ لِأُمِّي فَاطِمَةَ بِنْتِ أَسَدٍ ولَقِّنْهَا حُجَّتَهَا وَوَسِّعْ عَلَيْهَا مُدْخَلَهَا بِحَقِّ نَبِيِّكَ وَالْأَنْبِيَاءِ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِي، فَإِنَّكَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

''Dirilten ve öldüren Allahtır. O her zaman hayy olup ölmez. Peygamberinin ve benden önce gelen peygamberlerin hakkı için Annem Fatima binti Esedi mağfiret eyle, onun delilini ona telkin et, girdiği yeri ona genişlet.''[6]

فقد أخرج البخاري في "صحيحه" عن ثمامة بن عبد الله بن أنس، عن أنس بن مالك رضي الله عنه، أن عمر بن الخطاب رضي الله عنه، كان إذا قحطوا استسقى بالعباس بن عبد المطلب رضي الله عنه، فقال: "اللهم إنا كنا نتوسل إليك بنبينا فتسقينا، وإنا نتوسل إليك بعم نبينا فاسقنا"، قال: فيسقون.

Yine Enes bin Malikten rivayet edildiğine göre Hz. Ömer döneminde çıkan bir kuraklık döneminde Hz. Abbas ile yağmur duasına çıkılıp şu şekilde dua edilmiştir; ''Ey Allahım biz senin Peygamberinle sana tevessül ederdik ve sen de bizi yağmur yağdırırdın. Şimdi Peygamberimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz. Onun için bize yağmur yağdır.'' Bu duadan sonra yağmur yağdırılıyordu.[7]

Utbe bin Ğuzvan'dan rivâyet edilen bir hadîste Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor;

وحديث عُتبة بن غُزْوان رضي الله عنه أن رسول الله صلى الله عليه وآله وسلم قال: «إِذَا أَضَلَّ أَحَدُكُمْ شَيْئًا أَوْ أَرَادَ أَحَدُكُمْ عَوْنًا وَهُوَ بِأَرْضٍ لَيْسَ بِهَا أَنِيسٌ، فَلْيَقُلْ: يَا عِبَادَ اللهِ أَغِيثُونِي، يَا عِبَادَ اللهِ أَغِيثُونِي، فَإِنَّ للهِ عِبَادًا لا نَرَاهُمْ» أخرجه الطبراني في "المعجم الكبير" وقال عقب روايته: وَقَدْ جرّبَ ذَلِكَ.

وممن فعل ذلك: إمام أهل السنة أحمد بن حنبل، والإمام النووي، ونقله عن بعض أشياخه؛ فأخرج عبد الله بن أحمد بن حنبل في "مسائل الإمام أحمد" عن الإمام أحمد بن حنبل قال: "حججت خمس حجج؛ اثنتين راكبًا، وثلاثًا ماشيًا، أو ثلاثًا راكبًا، واثنتين ماشيًا، فضللت الطريق في حجة، وكنت ماشيًا فجعلت أقول: يا عباد الله، دلوني على الطريق" قال: "فلم أزل أقول ذلك حتى وقفت على الطريق".

''Sizden biri bir şeyini kaybeder veya yardım isterse ve ona yardım edecek biri de yoksa şunu desin; ''Ey Allahın kulları bana yardım edin. Çünkü bizim göremediğimiz Allah'ın kulları vardır.''[8] Taberânî Peygamberimizden bu rivâyeti yaptıktan sonra bunun tecrübe ile sâbit olduğu eklemiştir. Bunu yapanlardan biri de İmâm Ahmed bin Hanbel'dir. Ahmed bin Hanbel şöyle demiştir; ''Beş defa hacc'a gittim. İki defa yürüyerek, üç defa da merkeb ile gittim. Bir seferinde yürüyerek giderken yolu şaşırdım. Bu esnada ''Ey Allah'ın kulları bana yolu gösterin.'' dedim. Daha bunu söylerken yolu buldum.''[9]

Hâtibi Bağdâdî'den gelen bir rivâyette Ali bin Meymûn İmâm-ı Şâfiî'nin şöyle dediğini aktarıyor; أخرج الخطيب البغدادي في "تاريخ بغداد" وغيره، عن علي بن ميمون، قال: سمعت الشافعي، يقول: إني لأتبرك بأبي حنيفة وأجيء إلى قبره في كل يوم، يعني زائرًا، فإذا عرضت لي حاجة صليت ركعتين، وجئت إلى قبره وسألت الله تعالى الحاجة عنده، فما تبعد عني حتى تقضى

''Ben Ebû Hanîfe'nin kabrine her gün ziyaret için gidip teberrüken duâ ediyordum. Eğer çözülmesi gereken bir meselem varsa iki rekat namaz kılıyordum ve onun yanında Allah'tan ihtiyacımı istiyordum. Ondan henüz uzaklaşmadan bu meselem halloluyordu.''[10]

Cenab- Allah salih ve makbul kullarının hürmetine dünyevi ve uhrevi sıkıntılarımızdan bizleri âzâd eylesin. Âmîn.

[1] Mesnevî-i Nuriye, Şule.

[2] Mektubat, 6. Risale, 6. Mesele, 4. Nükte.

[3] Nisâ sûresi, 4/64

[4] Bakara sûresi, 2/89.

[5] İmâm Suyûtî, ed-Durru'l-Mensûr, c1, s. 176.

[6] Taber'anî, el- Mu'cemu'l-Kebîr, c.24, s. 350.

[7] Sahîh-i Buhârî, Hadîs no: 1010.

[8] Taberanî, el-Mucemu'l-Kebîr,

[9] Ebu'l-Fadl Sâlih, Mesâilu İmâm Ahmed bin Hanbel, s. 245.

[10] el-Hatîbi'l-Bağdâdî, Târîhu'l-Bağdâd, c.1, s. 445.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum