Prof. Dr. Ali Seyyar: Said Nursi hastalıkların güzel dünyasını deşifre eder
Prof. Dr. Ali Seyyar, "Hastalar Risalesi Çalıştayı"nı değerlendirdi
Risale Haber-Haber Merkezi
Prof. Dr. Ali Seyyar, "Hastalar Risalesi Çalıştayı"nı değerlendirdi. Milat Gazetesindeki yazısında çalıştaydaki notlarını paylaşan Seyyar, günümüzde sadece hastalığın maddi tarafıyla ilgilenildiğini manevi yönünün eksik bırakıldığını söyledi.
Prof. Dr. Ali Seyyar'ın yazısı şöyle:
Geçen pazar günü (20.10.2012) Üsküdar Sabahattin Zaim Kültür Merkezinde Risale Akademi ve Akademik Araştırmalar Vakfı tarafından Hastalar Risalesi Çalıştayı yapıldı. Çalıştaya davet edilen Bediüzzaman’ın talebelerinden Mehmet Fırıncı, Hastalar Risalesi’nin herkes için bir manevî reçete hükmünde olduğunu söyleyerek, materyalist dünyada hastalığa yüklenen olumsuz algının ortadan kalkacağına dair ilk işaretlerini verir gibiydi.
Hakikaten çağımızda hastalıklar, büyük oranda pozitivist bakış açısıyla çeşitli kategorilerde değerlendirilmekte ama hastalığın manevî ve uhrevî boyutu hep görmezlikten gelinmektedir. Halbuki Said-i Nursi hazretleri, dört buçuk saatte kaleme aldığı Hastalar Risalesi ile hastalıkların sırlı ve güzel dünyasını deşifre eder. Her hastalığın içinde kişiye özel ibret tabloların bulunduğunu hatırlatan Said-i Nursi hazretleri, insanın bunu açık bir bilinçle düşünmesi, teslimiyet, tevekkül, sabır ve şükür gibi manevî ve ahlâki erdemlerle karşılaması halinde kendini manen huzurlu hissedebileceğini söyler.
Said-i Nursi hazretleri, ölümcül veya kalıcı bir hastalık karşısında çaresiz kalanlara, sabretmeyenlere, tahammül etmeyenlere, hastalıklardan şikâyet edenlere, müzmin hastalara, acılarından şikâyetçi olanlara, meraklarını vesvese düzeyine yükseltenlere, sıhhatinin lezzetini kaybedenlere, ahiretini düşünen hastalara, hastalığı vereni bilerek yaşayanlara, hastalık sebebiyle ibadetlerinden geri kalanlara ve hastalıktan dolayı sıkıntı yaşayanlara yirmi beş deva sunar.
Çalıştayda Hastalar Risalesinde belirtilen bu yirmi beş başlığın aslında hasta tepkilerini ve hasta davranışlarını tarif ettiği tespit edilmiştir. Bediüzzaman hazretleri bu devalarda hastalıkları hem dünya hem de ahiret yönüyle ele alırken, hastalıkların psiko-sosyal yönlerini ve özellikle manevî faydalarını da ortaya koyar. Bu yaklaşımlar, şüphesiz hastalarımızın moralini ve ümidini artıracak niteliklerdedir. Öyle ise ülkemizde hastalıklar neden dinî ve uhrevî boyutuyla hiç değerlendirilmez ve sağlık kurumlarında hastalara niçin manevî bakım ve teselli hizmetleri sunulmaz?
Çalıştayda bu soruya da cevap arandı ve sağlık sistemleri-politikaları masaya yatırıldı. Türkiye’de hastalığın manevî boyutu başta tıp fakültelerinde olmak üzere hemen hiçbir eğitim kurumunda ele alınmamaktadır. Dolayısıyla sağlık personelinin büyük bir çoğunluğu hastalığa biyolojik, fizyolojik yani maddî gözlükle bakmaktadır. Bu durum diğer alanlar için de pek farklı değildir. Mesela iş dünyasında hastalık bir işgücü kaybı, ilaç sektörü için bir kazanç kapısıdır. Böyle materyalist bir dünyada insanlar tabii ki hastalığı bir bela, bir musibet veya bir ceza gibi görecektir. Halbuki hastalığa tevhit gözüyle bakabilen bir insan, stratejik ve bütüncül bir keşif yolculuğuna çıkabilecek, varlık mertebesi olan hakikat iklimine ulaşabilecek ve hastalığı netice itibariyle cennete götüren ilahî bir hediye olarak algılayabilecektir. Bundan daha büyük bir şifa kaynağı ve(ya) manevî fayda olabilir mi?
Günahlarımıza kefaret olan her bir hastalığın tedavisinin (şifasının) de yalnız Şâfi olan Allah’a mahsus olduğunu bilmemiz, seküler tıp dünyasına yeni bir açılım kazandıracaktır. Bu bağlamda hekimlerin tedavi ettiği inancı, zihnî anlamda bir algı bozukluğu veya manevî bir hastalıktır. Modern tıp, şifa ve hikmet gibi kavramları aşındırdığı için, hastalığın gerçek yüzünü ve sebebini görmek de zorlaşmaktadır. Sosyolog Dr. Mehmet Aysoy’un ifadesi ile modern dünyada hastalar, ‘ben ne gibi zararlı şeyler yedim ki hasta oldum’ gibi sorular sorarak, hastalığa maddî bir sebep aramaktadır. Modern dünyada kimse ‘ben ne günah işledim ki hasta oldum’ veya ‘bu hastalık bana ne gibi manevî ikazlar vermek istiyor” gibi meselenin köküne inen sorular sormuyor. Halbuki hastalığa ruh-beden bütünlüğü içinde bakılırsa hastalığın da şifanın da sadece Allah’ın tekelinde olduğu ortaya çıkacaktır.
Deva, hastanın hastalığına maddî ve manevî bakışına göre ve(ya) hekimin tıbbî desteğine göre sağlanabilir. Ama gerçek şifaya kavuşmak, Şafi’nin külli iradesi ile ancak mümkündür. Bütüncül ve manevî sağlıkta asıl hedef, deva kaynağını Allah’ın Şafi isminde bulmak olmalıdır. Çünkü kişinin gerçek (maddi ve manevî) ve kalıcı sağlığı, şifa ile ancak mümkündür. Bu doğrultuda tedavisi mümkün olmayan hastalıkların ölüme yol açması da nihayetinde bir şifadır çünkü iman ve tevekkül ile ruhunu teslim eden bir hasta, ahirette hastalıklarından bütünüyle arındırılmış olacak ve ebedî saadet içinde huzur bulacaktır.
Hastalık Bir Musibet Midir?
Çalıştayda sosyolog Dr. Mehmet Aysoy, “Dinlerde Hastalık-Şifa Kavramı ve Hastalar Risalesi” başlığı taşıyan tebliğinde her ne kadar birbirine zıt gibi görünse de hastalık ve şifa kavramlarının birbirini tamamlayan unsurlar olduğunu ifade etmiştir. Bu düalite bağlamında şifa, iman ve dua ile ilgili manevî bir kavram iken hastalık bir musibettir. Ancak buradaki musibete mutlak anlamda olumsuz bir anlam yüklemek dinen doğru değildir. Çünkü Kuran-ı Kerim’e göre “isabet eden şey” anlamına gelen musibet, insanın başına gelen bütün kötü ve(ya) iyi hallerdir. Kavramın, kelime anlamında, her ne kadar doğrudan ‘olumsuzluk’ bildiren bir işaret yoksa da, terim, dünyevî yansımaları açısından insanlar tarafından genellikle şer gibi algılanmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de hastalık, her iki boyuta açık bir yaklaşımla “musibet” kavramı çerçevesinde bir anlam bulur.
Bu bağlamda insanın başına gelen bir hastalık, kişi için şerolabileceği gibi hayırlara da vesile olabilir. Hakikat şu ki, ister insan hatası sonucunda ister insan iradesi dışında olsun bütün hastalıklar (musibetler) neticede Allah’ın onayı ile gerçekleşmektedir. Dolayısıyla hastalığın şer gibi algılanması, manevî boyutuyla doğru olamayacağı gibi bu zihnî bakıştan vazgeçilmemesi durumunda hastalığın gerçekten şerre dönüşmesi de mukadder olmaktadır.
Dr. Mehmet Aysoy da tam da bu noktada Said-i Nursi hazretlerinin hastalık ile Allah'ın Şafi ismi arasındaki bağa atıfta bulunarak şunları tespit eder: “Kâinatın yaratılmasındaki maksatlardan biri Esma'yı görmek ve göstermek olduğundan musibetlerin bu gayeye yönelik neticeleri önemlidir. Bu anlamda Rezzak ismi açlığı gerektirdiği gibi Şafii ismi de hastalıkları ister. Yani ancak hastalığın varlığında onları iyileştirerek Şafii olduğunu göstermiş olur. Bu noktaya işareten iyileşmek fiilinin karşılığı İslamî bir terim olarak şifa bulmaktır. Çünkü şifa, Şafii'yi hatırlatır”. Buna göre her hasta, sağlığa kavuşması mukadder ise, ancak Şâfî isminin tecellisine mazhariyetle hastalıktan şifa bulabilir. Her bir hasta, hastalığa duçar olduğunda Şâfî isminin şefkatini hissedebilir ve dolayısıyla hastalıkların perde arkasındaki manevî güzellikleri görebilir ve kendisini rahmet ve şefkatiyle kucaklayan Allah’a şükretme ihtiyacı duyar.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.