Reyhanlı Risale-i Nur talebesi Cuma Kurnaz ağabeyin hizmetleri ve Cemil Meriç

Reyhanlı Risale-i Nur talebesi Cuma Kurnaz ağabeyin hizmetleri ve Cemil Meriç

Dün Hakkın rahmetine kavuşan hatay Reyhanlı Risale-i Nur talebelerinden Cuma Kurnaz ağabey, ömrünü iman ve Kur'an hizmetlerine adamıştı.

Cuma Kurnaz ağabeyin hizmetlerine dair Cevaplar.org sitesinden İbrahim Köse'nin yazısı şöyle:

"1980'li yıllardı. Reyhanlı Nur Talebeleri, bir pazar günü Hamamat'ta piknik yapıyorlardı. Mahalli giysilerini giymiş olan şalvarlı, cüppeli, sakallı, sarıklı ihtiyarlar, gençlerle futbol maçı oynuyorlardı. Maç oynarken top ara sıra bir ekin tarlasına kaçıyordu. Tarlanın sahibi olan Arap vatandaş, ötede bulunan bir evde oturuyordu. Tarlasına yakın bir kalabalık gördüğü için koşarak bağırarak geliyordu. Niyeti top oynayan kişileri kovmaktı. İyice yaklaşınca top oynayan kişilerin sakallı, cüppeli yaşlı kişiler olduğunu görünce diyecek her şeyini yutkundu. Arkasını döndüğü gibi evine doğru yürümeye başladı. Hem kendi kendine söyleniyor, hem de ara sıra Arapça olarak bağırıyordu: "Ey Allah'ım, dünyanın sonu geldi, cüppeli şalvarlı hacılar; sakallı sarıklı hocalar top oynuyorlar, ben bunlara ne diyebilirim ki lahavle vale kuvvete…"

EN ÇOK SEVDİĞİ ARKADAŞLARI ÖĞRENCİLERDİ

Sarıklı ve sakallı hoca efendilerden birisi olan Hacı Mehmet Vural, Cuma Ağabey'in en samimi arkadaşıydı. Camilerde yerine göre Arapça, yerine göre Türkçe vaaz yapan bir âlimdi. Vatanını milletini seven hoş sohbet bir şahsiyetti. Veciz söz söylemeyi çok severdi. Bir de misafir ağırlamayı, sofra açmayı çok severdi. Bu konuda bir Arap atasözü söylerdi: "Cömertlik, insanların diğer kusurlarını affettirir."

Cuma Ağabey'i en iyi anlayan, en yakın akrabası ve en yakın dostu Sami Çiğ'di. Bu genç herkesten farklı bir yapıya sahipti. Esnaf olmasına rağmen o kadar çok kitap okurdu ki, ona ayaklı kütüphane demek mümkündü. Biraz ağır konuşmasına rağmen, yorumları harikaydı. Dershane hizmetlerinde Cuma Ağabey'in sağ koluydu.

Cuma Ağabey, herkesle iyi münasebetler kuran bir kişiydi. Çevrede tanımadığı yoktu. Cemil Meriç'in köyünü ve ailesini iyi tanırdı. Zaten o da Cemil Meriç gibi "Reyhanlı" demezdi de "Reyhanîye" derdi.

Cuma Ağabey'in diğer bir dava arkadaşı, müteahhitlik ve çiftçilik yapan Süleyman Sasonlu'ydu. İki evli ve ondan fazla çocuk sahibi bu aşiret reisi, her zaman, Kur'an hizmetinde Cuma Ağabey'in yanındaydı.

Akrabalarının çoğu Suriye'de olan Cuma Ağabey, Suriye'deki "Hama" katliamına çok üzülmüş ve ağlamıştı. Tankların altında ezilip ölenler arasında amca çocukları da vardı. Aslı Seyyid olan ağabeyimiz Türkiye, Suriye ve Suudi Arabistan'a yer yer seyahatlerde bulunur, birçok yakınına uğrardı.

Onun arkadaşları sadece yukarıda belirttiğimiz dostları değildi. Onun en çok sevdiği arkadaşları öğrencilerdi. Onlarla sohbet eder, şakalaşır hatta maç kritikleri yapardı. Öğrencilerin halet-i ruhiyelerini iyi bilir, onlarla beraber olmayı becerirdi. İman hizmeti için her şeyi yapar, her fedakârlığa katlanırdı.

AKRABALARI, ONU GÖRMEK İÇİN DERSHANEYE GELİRLERDİ

Zamanını dershanede geçirirdi. Evine akşam misafirliğine gelen yakın akrabaları, onu evde bulamayınca, görmek için dershaneye gelirlerdi. Bir gün dedim ki: "Cuma Ağabey, akrabalarınızı bazen de evinizde kabul etseniz olmaz mı?" Şu cevabı verdi:

"Benim o kadar çok akrabam var ki, her gelenle beraber olursam buraya hiç gelemem. Beni seven buraya gelsin, eğer buraya gelirse hem o istifade eder, hem biz istifade ederiz."

Dershane hukukunu çok iyi bilirdi. Dershanede zamanını boşa geçirmezdi. Ya yazar, ya okur ya da mutfakta bulunurdu. Yazı yazdığı arka odadaki şadırvan şeklindeki yazı masası dershaneye mistisizm katardı. Bazen üç beş kişi bu masanın başına oturur, hep birlikte yazardık.

Cuma Ağabey, cemaat önünde kendini öne çıkarmazdı. Umumi cemaate ders yapmazdı. Çok ısrar edilirse Osmanlıca kitaptan, hiç açıklama yapmadan kısa bir yer okurdu. Eğer Osmanlıca eser yoksa kendi yazdığı defterini cebinden çıkarır ve ondan okurdu.

Dershane içerisinde onun en çok sevdiği yer mutfaktı. Ne zaman mutfağa girer, ne zaman yemek yapar, kimse bilmezdi. Bulaşıkları yıkamak da onun için birkaç dakikalık işti.

SURİYE'DEN YAZI UÇLARI GETİRTİRDİ

İkindi derslerini çok severdi. Reyhanlı'da ikindi dersleri, öyle sırayla okunup biten derslerden değildi. İkindi namazından sonra sırayla okunmaya başlanır, işi olan okur gider, yeni gelenler sıraya girer ve okurdu. Bazen iki saat bazen de akşama kadar ders yapılırdı. Sırası gelen herkes istediği kadar okurdu. "Kısa oku, uzun oku" diye bir şey yoktu. Kimse kimseye karışmazdı. Cuma Ağabey, bir kenara oturur, Osmanlıca eserden takip ederdi. Dersler o kadar ihlâslı ve samimi geçerdi ki, sanki Üstat okuyanlar arasında bir yerde otururdu.

Cuma Ağabey, eski bir nur talebesiydi. O, yıllardır Suriye'den getirttiği yazı uçlarını Anadolu'daki yazıcılara göndermişti, hâlâ da gönderiyordu. Bir gün Suriye'den getirilen yazı uçları kutusunu bize göstererek üzerindeki Osmanlıca yazıyı okudu. Kutunun üzerinde "İttihat ve Terakki" yazıyordu. Bu uçların ta o zamanlardan Suriye'de kaldığını, aslında Osmanlı malı olmasına rağmen maalesef bu gün kendi malımızı satın aldığımızı söyledi.

Çevredeki hizmet merkezleriyle çok iyi diyaloglar kurardı. Antakya'da Fuat Konak diye bir dostu vardı. Bu değerli insan, en sıkıntılı günlerinde onun yanında olurdu. Kırıkhan'da Ali Sert Hoca'sı vardı, can ciğer kardeştiler. Ali Hocamlar Reyhanlı'ya geldikleri akşam, dershanede onlara taze peynirli irmik tatlısı yapardı. Bayramlarda, Reyhanlı cemaatini alır, Kırıkhan'a bayramlaşmaya götürürdü.

Antep'le diyalogu çok iyiydi, Nazım Ağabeyi çok severdi.

O, Risale-i Nur'un ilkleriyle hizmet etmişti. Abdullah Yeğin, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel Ağabeyler, Kırkıncı, Demirci Hoca Efendiler, Fevzi Allahverdi, Mehmet Kurdoğlu, İstanbul'daki Yunus ve Mahmut Ağabey'ler, Malatya'daki Mehmet Ali Ağabey, onun hizmette yer yer beraber olduğu kişilerdi.

Hizmetteki bütün ayrılıkları ve acıları yaşamış bir insandı. Bir zamanlar gece yarısında kendisini apar topar dershaneden çıkaranlara, gün gelmiş evladını teslim etmişti.

Adana'da rahmetli Ali Uçar Ağabey'in de bulunduğu bir bölge meşveretinde (O zamanlar bölge meşveretleri yeni başlıyordu.) "bir sonraki meşveret nerede olsun" dendiğinde nasıl da herkesten önce ayağa kalkarak "Reyhanîye'de" demişti. Cuma Ağabey, hizmet neredeyse o, oradaydı.

SANKİ ALLAH, O MASUM ÇOCUKLARI TÜRKİYE'YE RİSALE-İ NUR'LARI TANISINLAR DİYE GÖNDERMİŞ

Cuma Ağabeyle bu ilk beraberlikten sonra, aradan otuz yıl geçti. Bu kadar uzun yıllar geçtikten sonra tekrar Reyhanlı'ya gitmek nasip oldu. Gittiğimiz günler Suriye'deki iç savaş günleriydi. Onun Suriye'de yüzlerce, binlerce akrabası vardı. Suriye olayları onu çok mahzunlaştırmıştı. O yine dershanede bir elinde kalem Osmanlıca risale yazıyordu. Hâlâ dershanede liseli öğrencilerle beraber kalıyor, o seksen yaşını geçmiş ihtiyarlığıyla hâlâ mutfağa giriyor, yemek yapıyor, bulaşık yıkıyordu. Âcizane, bütün bir Türkiye'de, böyle öğrenci hizmet evlerinde bu yaşa kadar, öğrencinin imanı kurtulsun diye bütün gün, bütün yıl, onlarla iştigal eden iki kişi biliriz; Birisi Hınıslı Fahreddin Hoca, birisi de işte bu Reyhanlılı Cuma Ağabeydir.

Bu son gelişimizde bahçeli büyük dershaneyi Suriyeli sığınmacılara vermişti. Valilik de dershaneyi uygun bir bina olarak görüp orayı sığınmacıların okulu yapmıştı. Artık orası çocukların okuduğu bir mektep olmuştu. Zaten çoğu ya akrabası ya tanıdığı olan ve onlarla çok iyi Arapça konuşarak anlaşan Cuma Ağabey ise her gün, belki günde birkaç kez giderek o mektepte yani dershanede Risale-i Nur dersleri yapıyordu. Sanki Allah, o masum çocukları Türkiye'ye Risale-i Nur'ları tanısınlar diye göndermiş. Kim bilir belki de bu masum çocuklar Cuma Ağabey'in mektebinde okuyup, Risale-i Nur mektebinde yetişip Türkiye'de Türkçe'yi öğrenerek Risaleleri aslından okuyup bir gün dönecekleri Suriye'de bu mektebin muallimleri olacaklardı. İnşallah. Cuma Ağabey'in eskiden beri kullandığı, Risale-i Nur'da geçen "Bu dava, gönüller üzerinde kurulmuş irfan mektebidir." sözü artık gerçek olmuştu. Artık şimdi orada, Reyhanlı'nın Cilvegözü Yolu üzerinde bir mektep vardı, işte o mektep Cuma Ağabey'in gönüller üzerine kurduğu irfan mektebiydi.

HİZMETTE ÜZERİNE DÜŞEN VAZİFEYİ İFA EDEMEMENİN BİR NUR TALEBESİNDE BIRAKTIĞI ELEMİ ONDA GÖRDÜM

Gecesi gündüzü dolu olan bu mübarek ağabeyle bu son görüşmemizde, ağabeyden çam sakızı çoban armağanı kabilinden birkaç hatıra anlatmasını istedik. O da kırmayıp o an aklına gelen mazide kalmış birkaç hatırayı anlattı. Biz de aynen buraya alıyoruz:

1997'de hacca gitmiştik. Orada Muzaffer Aslan Ağabeyle karşılaştık. Fakat Muzaffer Aslan Ağabey büyük bir hüzün ve arayış içindeydi. Bir o yana, bir bu yana gidip geliyordu. Tedirgin olduğunu hemen anladım. Sebebini sorunca o da açıkladı. Muzaffer Ağabey Hacca gelirken Arapça risaleler getirmişti. Ancak Arapça bilmediği için onları nereye götüreceğini ve kime vereceğini, kime satacağını bilemiyordu. Büyük bir çaresizlik içerisinde, hizmet yapamamanın hüznü içerisindeydi. Ona verilen bu hizmeti yapamamanın acısı yetiyordu. Ben, hizmette üzerine düşen vazifeyi ifa edememenin bir nur talebesinde bıraktığı elemi, hüznü, acıyı onda gördüm.

Muzaffer Ağabey beni görünce çok sevinmişti. Hemen "Cuma Kardeş ne olur, sen Arapça biliyorsun bu kitapları kime nerede ve nasıl takdim ederiz ve satarız bu işi sen yap" dedi. O zaman ben o kitapları alır bilhassa Mısır ve Tunusluların çoğunlukla bulunduğu yerlere gider, selam vererek onlarla tanışırdım. Türkiye'den geldiğimi elimdeki kitapların ise Arapça olduğunu söyleyip kitapları onların eline vererek bana biraz okumalarını isterdim. Onların dikkatini çekecek yerler okutup Risale-i Nurlar ve Üstad hakkında bilgi verirdim. Daha sonra onlara bir eser hediye ederdim. Arkasından da, eğer satın almak isterlerse başka eserlerin de olduğunu belirtip, isteyenlere yeni kitaplar satardım. Bu şekilde kitapları eritince Muzaffer Ağabey'in keyfine diyecek yoktu. Allah rahmet eylesin. O sadece yurt içinde değil yurt dışında da Üstad'ın kitaplarının taşıyıcılığını ve dağıtıcılığını yapmıştır.

Bundan elli altmış sene önceydi. İçinde öğrencilerin kaldığı bir dershanemiz vardı. Biz o öğrencilerle Risale-i Nur'u hem yazıyor hem okuyorduk. Bir gün öğrencinin biri sınıfta Kur'an harfleriyle "Bismillah her hayrın başıdır" yazmış. Bunu hemen okul müdürüne haber vermişler. Müdür de çocuğu çağırıp "Bu yazıyı nerede öğrendin?" diye sormuş. Kaldıkları dershanede (hizmet evinde) bizden öğrendiğini söyleyince müdür çarşıda benim yanıma geldi. Çocuklara bu türlü yazıların öğretilmesinin ve sınıflarda yazdırılmasının yanlış olduğunu, çocuğun hayatına mal olabileceğini söyledi. Ben de müdürü dinleyip "Allah kendi ismini yazanı korur. Merak etmeyin müdür bey, hiçbir şey olmaz" diyerek meseleyi geçiştirdim.

Yine elli altmış yıl öncesinde bir dershane açmıştım. Gelen öğrencilere Kur'an öğretiyor, risale okuyor, vecize ezberletiyordum. Biraz ötede de çocuklara Kur'an öğreterek geçimini sağlayan "Şeyh Ali" diye biri vardı. Ona giden talebeler bana da geliyordu. Gittikçe onun talebeleri azaldı, bizimkiler çoğaldı. Bunun üzerine şeyh efendi küplere biniyordu. Bana kızıp duruyordu. Nihayet bir gün dayanmayıp yanıma geldi: "Ya Cuma, siz benim ekmeğimi elimden aldınız. Vallahi bu gidişle hiç öğrencim kalmayacak ve benim çocuklarım aç kalacak" dediğini hiç unutmuyorum.

Yerine göre hem esprili hep ciddi, hem unutan, hem hatırlayan, hem hacı, hem hoca, hem seyyid, hem hizmetçi olan Cuma Ağabey'in diğer en büyük bir özeliği de cömert olmasıydı. Hem dershanede hem evinde hem de çarşıda misafirlerini ağırlayıp yedirip içirmeden göndermezdi. Sadece o değil, Yeğeni Sami Çiğ, Hacı Vural, Süleyman Sasonlu ve diğer bütün Reyhanlı'ların en büyük özelliği işte bu cömertlikleriydi. Bir gün bu mevzu konuşulurken Hacı Vural Ağabey demişti ki: "Her türlü cömertlik, bilhassa sofra açmak, insanın kusurlarını örter." Zaten bu davranış sünnet-i seniyedir. Bu mevzu açılınca biz de Cemil Meriç'in Kırk Ambar Kitabı'nda yer alan bir notu hatırladık. Cemil Meriç, adı geçen kitabın 17. sayfasında aynen şöyle diyor:

Edep 1: Davet.

2.:Ahlak-ı fazılanın mecmuu (İki mana arasında yakın bir münasebet var. Eski Araplar için cömertlik ahlaki faziletlerin başında gelir. Demek ki edip fazilete davet eden kişi. Edep, fazilet). (Kırk Ambar, sayfa:17 Ötüken Neşriyat A.Ş. İstanbul-1980)

CEMİL MERİÇ'İN BİR ABLASI İLE SAİD NURSİ KONUŞMALARI

Söz Cemil Meriç'ten açılınca şu hatırayı da anlatalım. Malum ya Cemil Meriç Cuma Ağabey'in bulunduğu Reyhanlı'nın Batı Ayrancı Köyü'ndendir. Bu köyde yaşayan Cemil Meriç'in bir ablası da Cuma Ağabey'in müşterisidir. Hanımefendi çocuğunu Cuma Ağabey'e tıraş ettirdiği için ayda bir onun dükkanına gelir, hem çocuğunu tıraş ettirir, hem de Cuma Ağabeyle muhabbet ederlermiş. Cuma Ağabey'in anlattığına göre, Cemil Meriç'in ablası Cuma Ağabey'in dükkânında yığılı duran ve ağabeyinin de zaman zaman okuduğu Risale-i Nur eserlerini görünce "Bu kitapları kim yazmış?" diye sormuş. Cuma Ağabey de açıklama yapmış, fakat hanımefendi bir hoşnutsuzluk göstererek demiş ki:

"Said Nursi de kim? Benim kardeşimin kitapları daha çok okunuyor. Benim ağabeyim senin Üstad'ından daha büyük bir yazar."

Bunun üzerine aralarında şaka yollu bir söz düellosu başlamış. Hanımefendi her dükkâna geldiğinde Cuma Ağabey Risale-i Nur'un farklı bir kitabını göstererek: "Bak senin kardeşin de böyle kalın kalın, kırmızı kırmızı kitaplar yazıyor mu? Yazmıyor. Demek ki benim Üstad'ım senin kardeşinden daha büyük bir yazardır.

Bir başka zaman da Cuma Ağabey Risale-i Nurdan ezberlediği birkaç metini kadına okuyarak: "Bak benim Üstad'ımın yazdıklarını Türkiye'de birçok insan ezberliyor. Senin kardeşinin kitaplarını kimse ezberliyor mu, ezberlemiyor. Demek ki benim Üstad'ım senin kardeşinden daha üstün.

Yine bir başka zaman da Cuma ağabey Hanımefendiye: "Bak benim Üstad'ımın eserlerini okumak, anlamak, öğrenmek ve öğretmek için Reyhanlı'da medrese açtık. Artık Türkiye'nin her yerinde böyle medreseler açılıyor. Bu medreselerde hep benim Üstad'ımın kitapları okunuyor. Senin kardeşinin kitaplarının okunduğu böyle yerler var mı, yok. Demek ki benim Üstad'ım senin ağabeyinden daha büyük bir yazar.

Bu tartışma böyle sürüp giderken Cuma ağabey bir gün de Hanımefendiye demiş ki: "İnşallah senin ağabeyin de Risale-i Nur okur da kardeş oluruz." Kim bilir belki de Allah önce duası kabul olan bir kuluna dua ettirir de sonra da duasını kabul eder.

Kadere bak ki Cemil Meriç yukarıda adı geçen Kırk Ambar Kitabı'nın 418 – 420 ve 425 inci sayfalarında bakın Üstat Bediüzzaman hakkında neler yazıyor:

Sayfa 418: Bu karanlık mefhuma yeni bir aydınlık getirmek kimin haddi? Said Nursi İslam irfanının, cihanşumul hakikatlerini küçük bir risalede toplamış: (Kader Risalesi, 26. Söz)

"Kader ve cüz-i ihtiyari imana taalluk eder, ilim ve nazariyeye değil..."

Sayfa 420: Said Nursi çok daha aydınlık, çok daha inandırıcı. (Kader konusunda)

Sayfa 425: …..Yakın tarihimiz tek mücahit tanımıştır: Said Nursi:60 yıl her kahra her cefaya göğüs gererek mücadele eden biricik dava adamı. … Said'in kitapları tahkiki imanın birer kalesi: kendi gönlümüzden, kendi toprağımızdan fışkıran saf bir kaynak.

Allah Cemil Meriç'in bu hizmetinin mükâfatını versin.

Cuma Ağabey'in bir diğer özelliği de birçok Arap ülkesindeki âlimlerle görüşmüş ve onlara Risale-i Nur'u vermiş olmasıdır. Bunlarla ilgili çok hatırası vardır. Mesela birisinde ünlü bir Arap âliminin İşaratü'l İ'caz'ı okuduktan sonra: "Ya Cuma, vallahi senin bu hocan geçmiş hiçbir âlime benzemiyor. Bu zat kimdir?" diye sormuştur.

Yine bir defasında bir âlim zata Üstad'ın eserlerini verip onun okumasını sağladıktan sonra o zat: "Ama bu kişinin neden sakalı yoktur?" dedikten sonra yine kendisi kendi sorusuna cevap vererek: "Cennette bütün insanlar sakalsız olacaklar" şeklinde konuşup Cuma Ağabey'i teselli etmiştir.

CUMA AĞABEY'İN BİRKAÇ ÖZELLİĞİ

Bugün nur hizmetinin Arap-Türk köprüsü olan Cuma Ağabey'in hizmetleri ve meziyetleri anlatmakla bitmez. Biz sadece birkaç özellik söyleyerek duygularımızı ifade edelim.

1-Kur'an yazısını okuyan ve yazan bir ağabeydir.

2-Hizmette hep önde, ücrette hep arkada olan zattır.

3-Eviyle, işiyle, çoluk çocuğuyla Nurlara hizmet eden bir Şeyhtir. (Mahalli ifadeyle)

4-Hüsrev Ağabey, Bayram Ağabey, Sungur Ağabey, Muzaffer Ağabey, bilhassa Abdullah Yeğin Ağabey, Ali Sert Hocam, Ali Uçar Ağabey, Antepli Nazım Ağabey ve diğer birçok ağabeylerle yarım asırdan fazladır tanışıp onlarla hizmet eden nur talebesidir.

5-Bütün bir Türkiye yazıcılarına Risale-i Nur yazmaları için on yıllarca Suriye'den kalem ucu temin eden yazıcı ağabeydir.

6-Seksen yaşında hâlâ dershanedeki mutfaktan çıkmayan ehl-i hizmet bir zattır.

7-Bilhassa öğrenci hizmetine çok önem veren ferasetli bir ağabeydir.

8-Hizmette cömert, nefsinde kanaatkâr bir nur talebesidir.

9-Boşa zaman geçirmeyen; çevik, çalışkan, kibar ve hoşsohbet bir insandır.

10-Türkiye'nin hizmette Suriye'ye açılan kapısıdır.

11-Hizmette ihlâslı, çalışkan ve mütevekkil bir şahsiyettir.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
7 Yorum