Erdem AKÇA
Risale-i Nur Ders Notları-9: Ebced, Cifir ve Kur’an’a Tam Muhataplık
Üstad Bediüzzaman, İngiliz işgali altında bulunan İstanbul'da iken, İngilizlerin Osmanlı toplumu üstünde kurmak istediği siyasetin ve iktidarın propaganda maddelerini teker teker sayar. Bunları “Şeytanın birer adımı” olarak isimlendirir. İngiliz siyasetini, bir şeytanlık olarak okur. Madde madde bu siyasi şeytanlıkları açar; meselelerin tevhid ve teslim hakikatleri, gayb ve şehadet boyutları ile farklılıklarını vurgulayarak; "Kader adalet eder, beşer zulmeder" hakperestane tespiti dairesinde izahlarını yaparak müslümanlara hak ve hakikat boyutlarında yaşamak için rehberlik yapar. Oyunlara gelinmemesi noktasında ikazlarda bulunur. Hutuvat-ı Sitte kitabıyla Üstad Bediüzzaman, İstanbul ulemasını İngiliz etkisinden kurtarmaya muvaffak olur. Üstad'ın verdiği düsturlar, toplum hayatında ve kişisel hayatta karşılaşılan hadiseler için de birer mihenktir. Bu düsturlara riayet eden kişi, ne kendini ezdirir; ne de Allah'a karşı ithamlarda bulunur, diyebiliriz. (Âsâr-ı Bediiyye, Hutuvat-ı Sitte, 1-3. Hatveler)
Üstad Bediüzzaman, Kur'andaki ehl-i dalalet ile ilgili olarak nüzul eden En'am suresi 44. âyeti işârî olarak tefsir ediyor. Ebced ve cifir ilmi ile âyetteki "ahaznâhum" (Onları kaptık, tuttuk ve yakaladık) kelimesinden 1352 tarihini çıkartıyor. Bu âyet, cifrî tarih ile hicri 1352 yılında bir grubun İlahî bir tokat olarak tutulacağını bildiriyor. Üstad kendisi ve bir kısım talebelerinin hicri 1352, milâdî 1935 tarihli tutuklanma ve Eskişehir hapsine atılması hadisesini bu âyetteki işârî mana ile mutabık görerek kendini ve Nur talebelerini bu şefkat tokadına müstehak olarak görüyor ve gösteriyor.
Yani ebced ve cifir ilmi sadece kendi lehine inen âyetlerde uygulanmaz. Bilakis bir Müslüman ve hak yolu mücahidi yeri gelince kâfir, müşrik ve münafıklarla ilgi âyetlerin kendi nefsinin, şahsiyetinin ve enaniyetinin ortaya çıkıp İslâmî hizmetini ifsad ettiği durumlara birebir uyduğunu görecek, ihlassızlığından dolayı başına gelen dünyevi musibet ve âfetleri bu çerçevede okuyacak ki, ilmi ve dini nefsine âlet etmediği ortaya çıksın.
Üstad Bediüzzaman, 1. Şua'da 33 âyetin Risale-i Nur'a ebced ve cifir ile baktığını tarih tarih ispat ederken, “Yaptığımız iman hizmeti ile İlâhî takdire mazharız” manasını Kur’andan istihraç ederken, burada da başka bir âyetin fakat bu sefer aleyhte bir mana ile kendi iman hizmetindeki kusurlara baktığını gösteriyor.
Demek Üstad Bediüzzaman ve Nur Talebeleri Kur'anın tamamını ebced ile okumalarıyla ebced ilmine ve Muhsi ismine karşı dürüstler. Kitabın bazı âyetlerini alıp bazı âyetlerini bırakmıyorlar. Kendi iç dünyalarındaki müşrik, münafık, Yahudi, Mecûsî, Hıristiyan, kâfir, dehrî, abesiyet yanlısı yapıları teşhis edip ilgili âyetleri onları tanımada kullanıyor, o âyetlerden onlarla mücadele yöntemlerini öğreniyor; onlara gelen âfet ve belalar ile kendi şahsî hatalarında başlarına gelen âfetler ve belalar cinsinden okuyorlar. Bu cihetten Bediüzzaman Said Nursi ve talebelerini eleştiren kişiler, bu tarz menfi içerikli âyetleri kendi davaları, grupları, cemaatleri ve tarikatları hakkında uygulamadıkları, kendi nefis, benlik ve kişiliklerini levmetmedikleri sürece Üstad Bediüzzaman'ı ve Nur Talebelerini eleştirebilme hakkına ve rüşdüne sahip değildirler. Önce kendileri Kur'ana karşı dürüst olsunlar.
Musevileri Yahudi yapan, İsevileri Nasrani yapan, âciz bir insanı bir firavun, nemrud, şeddad haline dönüştüren onların nefis ve benlikleri olduğunu görüp, kendi iç dünyalarında da aynı fıtratta birer nefis ve benlik olduğunu fark edip onların terbiyesi konusunda mütehassıs olan ehl-i tekke ve Kur'an’ın müridleri olan hakikat ehli âlimler iken, kendi yolunda nefis tezkiyesi ve benlik terbiyesinin zerresi olmayan İslâmî grup ve cemaatlerin Nur Talebelerini ve Bediüzzamanı eleştirmeye kalkışmaları, Kur'an’ın bir kısım âyetleriyle kendilerini muhatap görüp diğer kısım âyetleriyle muhatap görmemeleri bir gafletten başka bir şey değildir.
Bediüzzaman tam bir ihlas ve ciddiyet ile kendini ve talebelerini âyetin mihengine vuruyor; “Biz altın çıkmadık, bakır çıktık. Suçluyuz. Allah'ın bize ikram ettiği İhlas Risalesi gibi bir hakikati yaşamadık. Müstehakız.” diye âyetten ders çıkartıyor. Ümmetin cemaat ve gruplarına Kur'an nasıl okunur, öğretiyor. (Lem’alar, 28. Lem'a, 17. Nükte)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.