İsmail BERK
Risale-i Nur geleneğinde, herkes talebedir
Risale-i Nur projeksiyonları-6
33- Risale-i Nur, "Ey oğul!" diye başlayan bir irşad geçmişinden farklı olarak "Arkadaşlarım" diyen bir mürşid ve öğrencilerine "Ders arkadaşlarım" diyen bir Üstad şeklinde hitap-muhatap zeminini geliştirmiştir.
Risale-i Nur geleneğinde, herkes talebedir:"Nur Talebesi". Kendi malı gibi risaleyi bilip, hayatının birinci ve vazgeçilmez görevi yapan Nur Talebesi.
“Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözleri kendi malı ve telifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini onun neşir ve hizmeti bilsin.”(Mektubat, 479)
Ayrıca kardeş kategorisi var. Risale okuyan,amel eden ve günahlardan kaçınan.
“Kardeşin hassası ve şartı şudur ki:Hakikî olarak Sözlerin neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını edâ etmek, yedi kebâiri işlememektir.”(Mektubat, 479)
Birde dost dairesi var. Taraftar olan, bid’alara ise uzak duran.
“Dostun hassası ve şartı budur ki:Kat’iyen Sözlere ve envâr-ı Kur’âniyeye dair olan hizmetimize ciddî taraftar olsun; ve haksızlığa ve bid’alara ve dalâlete kalben taraftar olmasın; kendine de istifadeye çalışsın.”(Mektubat, 479)
Risale-i Nur’un bu üç dairesi birbirini besler,takviye eder. Ancak, nasip/kısmet/takdir/tercih/dua ve istihdam/intihap derecesine göre oluşan hizmet ve sorumluluk ile vazife kategorileri mevcuttur. Bunlar ayrışan kategoriler değil elbette. Çünkü iman hizmeti yine "hayatın mütedahil daireleri"/iç içe dairelerişeklinde yaşanmaktadır.
“Birbiri içinde mütedâhil dâireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut, tâzîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede, herbir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir.”(İman ve Küfür Muvazeneleri, 217)
34- Risale-i Nur, dünyada yaşanan hakikatleri bir gerçek olarak görür ve kalben bağlanmamak şartıyla dünyayı "ahiretin mezrası"/tarlası(Sözler, 851) olarak değerlendirir. Gayret,himmet,teşebbüs ve çalışmayı, "İnsan için emeğinden başkası yoktur"(Necm, 53/39) hakikati çerçevesinde ele alır."Biz dini severiz. Dünyayı da yine din için severiz"(Hutbe-i Şamiye, 50)kuralını ortaya koyar.
Dünya algısı, " ne dünya umurundan kazandığına mesrur ve ne de kaybettiği şeye mahzun olmamak"(Mesnevi-i Nuriye, 173) üzerinde dengelenmiştir.
"Dünyayı kesben terk etmemek"(Mesnevi-i Nuriye, 166) anlayışıyla,fiilen ve çalışma enerjisi açısında aktif olmak ve kendi fıtratına uygun çalışmak ve üretmek esastır. Ama "dünyaya kalben bağlanmamak"(Mesnevi-i Nuriye, 166) üzerinden dünyalı olma, dünyada yaşama ve dünya gerçeği içinde kendini konumlandırmayı esas alır.
Dünyayı bir misafirhane olarak görür, kalbini bağlamaz, "mesleğinde fani" olmayı yeğler. Sanatında mahir, amelinde salih olmayı teşvik eder.
35- Risale-i Nur, bu çağın üstünlük ve geçerlilik değerleri olarak gördüğü "fen ve sanat" ile "mantık ve belağat"(Sözler, 357) üzerinde durur.
Davasını ve iddiasını doğru anlatmanın zeminini "her şeyin ulum ve fünuna döküleceği ahir zamanda.." gerçeği ile tespit eder.
“Ulûm ve fünûnun en parlağı olan belâğat ve cezâlet, bütün envâıyla âhir zamanda en merğub bir suret alacaktır. Hattâ, insanlar kendi fikirlerini birbirlerine kabul ettirmek ve hükümlerini birbirine icra ettirmek için en keskin silâhını cezâlet-i beyandan ve en mukavemetsûz kuvvetini belâğat-i edâdan alacaktır.”(Sözler, 357)
Buna göre "belağat-ı eda ve cezalet-i beyan" üzerinde durur. İletişimin,birbirini anlamanın,müzakerenin, fikir alışverişinin ve ortak aklın öne çıktığı ve hayatın birlikte düşünme ve yönetme alanının gittikçe yatayda genişlediği bir zamanı ve sonrası olarak istikbali etüt eder.
Bu yüzden, muhakemenin doğru bir ifade ve beyan ile hakikatin süzgecinden ve muvazenenin/dengenin ölçeğinden geçmesini önemser.
36-Risale-i Nur, kainatın seyyahıdır. İyi bir gözlemcidir. "Kâinattan Hâlıkını soran bir seyyahın müşahedatıdır."(Şualar, 147) diyerekyola çıktığı Ayetü’l Kübra eserinde Bediüzzaman, bilim kurgunun "iman sineması"nı kurar.Metinlerin görsel akışını ve beş duyu ile işitircesine,dokunurcasına,görürcesine,kokusunuve tadını alırcasına zihin,akıl,kalp,duygu,ruh ve vicdan cihazlarını harekete geçiren bir tefekkür yolculuğu ile imanın tahkiki zeminini tahkik eder ve muhakkik birer talebe sıfatını kazandırır.
Risale-i Nur, nakil ve şahıs bilgisi ve otoritesi üzerinden kendini ifade eden bir eser değildir. Kainatla hemhal olmuş bir idrakin müşahedeleri ile temaşa ve tetkikle ilerleyen derin okumalarla Allah adına görmeye çalışır.
Risale-i Nur, kainat laboratuarının laborantıdır. Muvazene, nizam, intizam ,kudret, hikmet ve adalet üzerine yaratılışın varlıklar dünyasındaki tecellilerine odaklanır.
37- Risale-i Nur, İslam'ın ve insanlığın birliği için, iki temel kavramdan yol çıkar. Bunlardan birini "tearüf" olarak ifade eder. Marifetin kapısını açacak bir anahtar gibidir tearüf.
Tearüf/bilişmek, zamanın, geçmiş ve geleceğin,kabiliyetlerin,talep ve arzın birbiri ile buluştuğu, tanıştığı, "telahuk-u efkar" ve "müzademe-i efkar" ile "hakikat çekirdekleri"nin toprağa düştüğü birer ittifak ve ittihad tohumudur.
“Sizi taife taife, millet millet, kabile kabile yaratmışım, tâ birbirinizi tanımalısınız ve birbirinizdeki hayat-ı içtimaiyeye ait münasebetlerinizi bilesiniz, birbirinize muavenet edesiniz.”(Mektubat, 450)
Çağımızda, bilişmek/tearüf sistemi, bilişim çağının anakarakterine hakim olan hakikatin en önemli unsuru ve metodudur.
Diğer temel kavram ise "teavün"dür. Hak medeniyetinin,hakikat avcılığı ve birlikte düşünmenin ve tearüfün/bilişmenin hayat içindeki tezahürü ve birlikteliğin kimyası teavün/yardımlaşmadır.
“Bu mütemadiyen çalkanan inkılâplar ve tahavvülâtlariçinde vücudunu ve hizmetini ve zîhayat ise hayatını muhafazaya ve vazifesini yerine getirmeye çalışan mahlûkatta, kuvvetlerinin bütün bütün haricinde bir teavünhakikati görünüyor.”(Şualar, 194)
Muavenet ehli olmak, yardımsever ruhların vasfıdır. Sosyal denge ve toplum huzuru ve adaletli bir toplum inşası ancak yardımlaşma/teavün ile mümkündür.
Bu iki kavramın beraberinde doğurduğu ve yeni bir süreci tetikledikleri ve sürdürülebilir seriler ürettikleri kavramları da vardır.
Tearüf ile muarefeyi başaran insanlar "ittihad-ı efkar" düzeyine çıkarlar. Bir mertebe kazanırlar. İttihad-ı efkar/fikir birliği, katılımcı yönetim, adaletli bölüşüm, aynı amaç ve hedefe hizmet etme ve ortak alanları çoğaltma ile İslam birliğine/ittihad-ı İslam”a götürecek yolun en önemli kilometre taşına ulaştırır.
“Bu zamanın en büyük farz vazifesi ittihad-ıİslâmdır.”(Divan-ı Harb-i Örfi, 38)
Ulaşılan bir başka çıta ve erişilen yeni ve yüksek mertebe ise "Siyaset-i Aliye-i İslamiye"dir
İşte İslam’ın yüksek siyasetine erişmenin ve bunun şuuru ile hayatı ve yönetimleri siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan insani bir zeminde icra etmenin temel kılavuzu ve yol haritası burada saklı. İslam'ın esası ve onun dünyadaki ve ahiretteki "yüksek siyaseti"nin farkındalığı ile beşeri hallerimizi tanzim ve düzenleme noktasına taşıyan bir çerçeve.
İslam ülkelerinin henüz bu akıl olgunluğuna ve müzakere ahlakı ile siyaset üstü bir "İslam siyaseti" icra mevkiine ulaştıkları söylenemez. Daha ziyade bunu sağlayacak temel ilke ve prensipleri deklare edip uygulamamalarından kaynaklanan sefaleti ve dayatmacı ve diktacı yapılarını görüyoruz.
“Haccın bahusus taarüfle tevhid-i efkârı, teavünle teşrik-i mesaiyi tazammun eden içindeki siyaset-i âliye-i İslâmiye ve maslahat-ı vâsia-i içtimaiyenin ihmalidir ki, düşmana milyonlarla İslâmı, İslâm aleyhinde istihdama zeminihzar etti.”(Sünuhat, 44)
Ortak yönetime dönüşemeyen işbirliklerinin stratejik değer üretemediği ve İslam'ın asli ruhuna yeterince hizmet etmediği ortadadır.
Diğer yandan teavün/yardımlaşma ile birlikte "teşrik-i mesai"/işbirliği ve ardından "maslahat-ı vasia-i içtimaiye"/geniş sosyal faydalar noktasına kadar gittikçe hayatın bütün kılcallarına yayılacak uygulamalar ve yaşanmışlık avantajı ile birbirini takviye eden ve çeşitlenen hizmet projeleri ile birlik ve gelişim çizgisinin nereye varacağını siz düşünün Ve nasıl muazzam sonuçlarla İslam'ın büyük iddiasını ispatlayacağını.
Birbiriyle yardımlaşmayı ve yakınlaşmayı ve beraberce hayatı inşa etmeyi bir zorunluluk olarak görenler,ancak işbirliğine ihtiyaç duyarlar.
“…Emvâl-i uhreviyede sırr-ı ihlâs ile iştirak ve sırr-ı uhuvvet ile tesanüd ve sırr-ı ittihad ile teşrikü’l-mesâi, o iştirak-i a’mâlden hâsıl olan umum yekûn ve umum nur her birinin defter-i a’mâline bitamâmihâ gireceği, ehl-i hakikat mâbeyninde meşhud ve vakidir.”(Lem’alar, 275)
İşimiz birlik ise, iş birliği kaçınılmazdır.
Ama yardımlaşmaya yatkın olmayan,bu konuda "İslam'ın idare/siyaset/beraberlik esaslarına" sahip olmayan,daha gerisinde bunu sağlayacak ortak fikirlere/birlik fikrine ve fikirlerin birliğine,bire dönüşecek tevhidi beraberliğe hazır olmayanlar,zihni inkişafı nasıl gerçekleştirir?
Bu ana ve kök katmanlardan beslenmeyen ve gelişmeyen bir sonuç ne kadar kalıcı olur?
38- Risale-i Nur, Mekke'nin imanını inşa etmeye,iman ilmini inkişaf ettirmeye ve ilmin keşiflerine iman feneri ile yol göstermeye çalışır.
Medine hayatı ve hayatın Medine’si için en birinci asli yatırımın iman esasları ve bunu "iman-ı tahkiki" ile ortaya koyan bir çekirdeğin toprak altında çürüme,inkişaf,inşa ve filizlenme sabrını ve mahviyetini ve diz çökme teslimiyetini Rabbimizin terbiye edici hususiyetleri ile ortaya koyar. Kur'an ve sünnet ışığında yol alır.
“…İmanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve en kolayı Risale-i Nur’dadır.”(Tarihçe-i Hayat, 350)
İman, ubudiyet, ahlak ve fazilet üzerine kurulu bir hakikat ve ona talipli olma cehdini öncelikle derç eder.
“Risale-i Nur’un dersleriyle halkın mühim bir kısmının ilim, iman, ahlâk ve fazilet bakımından terakki ettiği herkesçe malûm olduğu gibi, resmî zatların ikrarıyla da sabittir.”(Tarihçe-i Hayat, 573)
O yüzden iman-hayat-şeriat silsilesi ve sıralaması içinde devrelere/evrelere ve tekamülün ruhi/akli/vicdani/fıtri basamaklarına değer verir. Tedrici olan tekamülün fıtratlarda makes bulmasını sağlamaya çalışır
39- Risale-i Nur, "tevhid-i kıble" metodu ile arayışını,tercihini,referansını ve faniliği bakileştirecek yöntem ve esaslarını belirlemiştir.
Tevhid-i kıble, “Birini üstad tut, arkasından git. Başkasıyla meşgul olma.”(Tarihçe-i Hayat, 173) demektir.
Tevhid-i kıble, hedef birliği noktasında müellifi Bediüzzaman'ın şahsında arayışın,hatta ikilemlerin tercih kavşaklarında ve "ruhi inkılab"ın sonrasına tekabül eden sürecinde selef-i salihinle olan bağını ve bağlılığını bir mürşit tercihi ve akli/kalbi tatmin zemini ve sürekliliği olarak görmektir.
Tatminin şahsi olmadığı, asrı tatmin edecek bir reçetenin doktoru olarak hastalıkların, teşhislerin, tedavilerin merkezine ve esasına ve çağın ağır bunalımları ve şeytani desiseleri karşısında sarsılmaz,söndürülemez ve kendini koruyan bir eser olacağı ve bu eserinde ilahi ferman ve kelam-ı kadim olacağına yönelik "tevhid-i kıble" ile ikmal bulan ve kemale eren "hakiki mürşid"e vasıl olma halidir,
“Bu muhtelif turukların başı ve şu cetvellerin menbaı ve şu seyyarelerin güneşi Kur’ân-ı Hakîmdir. Hakikî tevhid-i kıble bunda olur. Öyle ise, en âlâmürşid de ve en mukaddes üstad da odur.”(Tarihçe-i Hayat, 173)
Risale-i Nur ve müellifinin dayanak ve istimdat açısında en orijin alanda ve en orijinal çözümlerde çağın ruhuna nüfuz etmesini sağlamıştır.
Risale-i Nur, parça tesirli nüfuzu,Kur'an’dan medet alan ve sadece onu merkeze koyan sünnetle birlikte Allah ve Resulü’nü model rehber yapan bir asr-ı saadet kumaşı ve bizi o asrın saadetinden günümüze taşıyan tazelikteki taze fikirlerle "taravettar semereleri" ile besleyen muhteşem bir eser ve hakikattir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.