Misafir Kalem
Risale-i Nur’da en güzel kariyer, yaşamaktır
Kur’an-ı Hakimin mu’cize-i maneviyesinden neşet edip çıkan ve bu zamanın en büyük iksiri olan Risale-i Nurlara ne kadar çok muhtacız. İnsanlığın maddîleştiği ve hissizleştiği bu hengâm da bu ilaçlara ne kadar çok ihtiyacımız var değil mi?
Bin yıl öncesinden harekete geçen zındıka komitelerinin İslam coğrafyasında başlattıkları mübareze, haçlı seferlerinde yenilendi. Muvaffak olamadılar, baktılar ki olmuyor. Bu defa tabiat perestlik ve dinsizlik cerayanlarını İslam milletlerinin içerisine sokmak için yeniden sahaya indiler. Bizim coğrafyamızda, önce Çanakkale’de, ardından cihan harbinde tek vücûd üzerimize saldırdılar.
Ardından, zındıka komitası işbaşında, Osmanlı’nın bakiyesi Türkiye’nin nüfusu on iki milyon. Bu nüfusun sekiz milyonu çocuk ve kadınlardan geri kalan dört milyon nüfus ise 55-60 yaş ve üzeri yaşlılardan oluştu. Aradaki genç, okur yazar ilim ve irfan ehli nesil savaşlarda şehit olmuştu. İşte tam bu ortamda bizi idare edecek, bürokrasiyi, mülkiyeyi, adliyeyi ve ticareti ele almak üzere ülkemize sızan (kasden sızdırılan) bir güruh bütün kaleleri kuşattı. Bize dayatılan lâ dinîlik rejimi yürürlüğe girdi. Ve biz yüz yıldır bu tahribatın esiri olduk.
Ne zamanki bu topraklarda, kışta atılan nur tohumları sünbüllendi, çiçek açtı meyveye durdu. Çocuklarımız akıllarını fen ilimlerinin, kalp ve vicdanlarını din ilimlerinin ışığıyla donatmaya başladılar, zındıka komitasının entrika ve zulümleri yeniden şiddetlendi. Devleti dindar insanların sızarak ele geçirdiklerinden bahisle şubat soğuğunda fırtınalar koparıldı. Anadolu insanı davasına sahip çıktı. Gerçek sızma ile dışarıdan sızan nesebi belirsiz komitacıların karşısında dik durdu. Eğitim yoluyla insana yapılan yatırımlar meyve verdi. Bu coğrafyanın gerçek sahiplerinin bin yıldır İslama bayraktarlık yapan ecdadın manevi mirasçıları olduklarını bütün cihana haykırdılar.
İşte yüz sene önce, Üstadımız Bediüzzaman hazretlerinin; ifade ettiği gibi; ‘’Kur'ân etrafındaki surlar kırılacak. Doğrudan doğruya Kur'ân kendi kendini müdafaa edecek, ve Kur'ân'a hücum edilecek; i'câzı onun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'câzın bir nev'ini şu zamanda izharına, haddi- min fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım’’ (Mektubat) İşte Risale-i Nur böyle bir ortamda ehli imanın imdadına yetişmiştir.
Nurlar kendine âşık olmayana peçesini sıyırmaz. Aşkla, şevkle bu dersleri okumak bize hava ve su gibi gıda gibi zaruridir. Mahrem daireye ise, kalp ve ruhun derece-i hayatına çıkabilenler ancak girebilir.
Risale-i Nur mademki Kuran-ı Kerimin bu asrın fehmine bir dersidir. O halde bu dersi iyi anlamak daha da önemlisi yaşamak lazım. Aciz kanaatime göre meselenin en mühim noktası da bu iman ilminden alınan derslerin yaşanmasıdır, sonra da tebliğidir. Kur’anın bize yüklemiş olduğu vazife ve sorumluluk, yeryüzünün en şerefli ve en kıymetli vazifesidir. Bu vazife ; ‘‘Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.’’ (Âli İmran,3/104) ayetindeki tebliğ vazifesidir. Bu vazife günümüzde farzlar üstü farz konumundadır.
Tebliğ insanı; tevazu ve mahviyet sahibidir. Şefkat kahramanıdır. Fedakârlık sahibidir. Dua tebliğ insanının ilk ve son sığınağıdır. Müsamahakar’dır ufku geniştir. Tebliğ insanı, ızdıraplıdır. İç derinliğe sahip bir gönül eridir.
Risale-i Nur mesleği madem sahabe mesleğinin cilvesidir ve hakikat mesleğidir. O halde sahabe mesleğini iyi anlamamız gerekiyor. Peygamberimiz’in (s.a.v) sohbetine katılıp, ölümü ve her türlü zorluğu göze alan, ömürlerinin son anına kadar sıdk ve sadakatle dine hizmet eden seçkin insanların yoludur sahabe mesleği.
Risale-i Nurlarda ‘‘Velâyet-i kübrâ’’, ‘‘verâset-i nübüvvet’’ ifadeleriyle ele alınan sahabe mesleği; insanı bir bütün olarak kabul edip, onun sadece kalbini değil, akıl, ruh, sır, nefis gibi lâtifelerinin hepsini doyurmayı temin eden Kur’an yoludur.
Sahabe mesleğinin en önemli önceliği;’’ Cenâb-ı Hakkın marziyâtını ’’ anlama hususunda gayret göstermektir. Bu mesleğin bir başka özelliği sünnet-i seniyye’ye ittibâdır. Bir başka önemli esası da keşif ve keramet gibi harikulâdeliklere tâlip olmamaktır. Sahabe mesleğinin diğer bir özelliği, hayatın, sohbet-i canan ve iman hizmeti etrafında örgütlenmesidir. Ashab-ı Kirâm, Resûl-ü Ekrem efendimizin maddi ve manevi boyasıyla boyanmışlardır. Tebliğ vazifesinin en büyük vazifelileri olarak dünyanın her bir tarafına hicretle koşmuşlardır. Lisan-ı hâl ve kâl ile islamı yaşamış, kendilerini hakkın yoluna adamış manevi yıldızlardır.
Günümüzde de; iman, sevgi ve hoşgörü bayrağını dünyanın dört bir yanına taşıyan, yaşatmak için yaşamayı tavsiye eden, ‘‘Gül bitirmek için toprak olmak gerek’’ diyen
‘‘Aç açabildiğin kadar sineni, ummanlar gibi olsun, ulaşamadığın mahzun bir gönül kalmasın’’ ızdırabını dile getiren, asrın mimar-ı azamı’nın arkasında saf tutan sahabe mesleğinin erleri gönül insanları çok şükür ki varlar.
İşte bize düşen de onların yolunda olmak, o yıldızların mesleğinden gitmektir. Risale-i Nurda en yüksek kariyer, sahabe mesleğini bize talim eden bu eserleri anlayarak okumak ve yaşamaktır.
Yakup Aksoy
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.