Risale-i Nur’da sebepler kavramı

Risale-i Nur’da sebepler kavramı

​DKM üniversite seminerini bu hafta “Perdedar-ı dest-i kudret: Esbab” konusuyla Ömer Oturmak sundu

Esbab kavramı ve ilgili kavramlar”, “İcatta sebeplerin işlevi”, “Sebeplere takılmamızın nedenleri” ve “Esbab kavramı ve ilgili kavramlar”  başlıkları altında sunulan seminerin içeriği ise şöyle oldu:

Sebep: Sözlükte; Alet, vasıta, vesile demektir. Yani Neticeye vesile ve aracı olan şeye denir.

Konunun daha iyi anlaşılması için bazı kavramların daha açıklanması gerekmektedir.

Müsebbeb:  Sebep ile meydana getirilmiş olan netice ve sonuç demektir.

Müsebbib: Vücuda getiren ve icat eden demektir. Yani sebepler vasıtası ile neticeyi yaratan ve ihdas eden demektir ki, yegâne müsebbib Allah’tır.

Bu üç kavramın iyi anlaşılması için bir örnekle izah edelim. Allah insanı ana rahminde yaratmaktadır. Bu yaratmayla anne ve baba birer sebep çocuk ise müsebbeptir. Allah ise o çocuğu sebepler perdesinin arkasında gayb-i dest-i kudret ile yaratan Müsebbibü’l-Esbab’dır.

Tüm bu kavramlara baktığımız zaman sebepler yaratıcı olamayacağına göre ve müsebbebi ve sebebi yaratan ancak Allah ise peki sebepler niçin yaratıldı, vazifeleri nedir, meyve ağaçsız yaratılamaz mıydı diye aklımıza sorulur takılabilir.

Şüphesiz sebeplerin yaratılmasının pek çok hikmetleri vardır. Risale Nurdan anladığımız sebeplerin yaratılmasının hikmetlerinden şu iki hikmete değinmek istiyorum.

1- Allah’ın esma ve sıfatlarını ilan edici, açıklayıcı ve vazifedarlarıdır ve icada hiçbir tesirleri yoktur. Ağacı icat eden olarak sandığımız sebebler asıl icat eden ve yaratan değillerdir. Şayet her şey sebepsiz ve zamansız, birden vücuda gelse idi, sebepler üstünde tecelli eden isimleri görüp okuyamazdık. Bir ağacın tohum içinden çıkıp ağaç olma serüveninde, belki yüzlerce isim sahne alıp kendini bize gösteriyor. Bu nedenle Allah araya zamanı ve sebepleri koyuyor ki, her şey insanların, zişuurların gözü önünde cereyan etsin ve insanlar imanın nuru ile  o isim ve sıfatları okusunlar. Mesela ağaca baktığımız zaman Allah’ın Kadir, Alim, Müsavvir… isimlerini görebilir okuyabiliriz.

2- Sebeblerin niçin yaratıldığına dair en güzel ve öz bir şekilde Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin şu veciz sözüyle izah edebiliriz. İzzet ve Azamat ister ki, esbap perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; Tevhid ve Celal ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikiden.

Esbab-ı zahiriyenin diğer bir hikmeti şudur ki: Haksız şikayetleri ve batıl itirazları sonsuz adalet sahibi olan Adil-i Mutlak’a gitmemesi için, o şikayetlere ve itirazlara hedef olacak esbab yaratılmıştır. Çünkü kusurlu olan insanlardan çıkıyor ve onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i latif suretinde bir temsil-i manevi rivayet ediliyor ki: 

Hazret-i Azrail aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakka demiş ki: "Kabz-ı ervah vazifesinde Senin ibâdın benden şekvâ edecekler, küsecekler."

Cenâb-ı Hak, lisan-ı hikmetle ona demiş ki: "Seninle ibâdımın ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım—tâ şekvâları onlara gidip senden küsmesinler."

İşte, bak: Nasıl hastalıklar perdedir; ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakikat olarak olan hikmet ve güzellik, Azrail Aleyhisselâmın vazifesine mütealliktir. Öyle de, Hazret-i Azrail dahi bir perdedir. Kabz-ı ervahta zahiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemâline münasip düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için, o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyeye bir perdedir. Aynen  bunun gibi imanı zayıf olan bir kişinin ya da manayı ismi ile kainata bakan birisi başına bir musibet geldiğinde sebepler arkasında ki dest-i kudreti göremeyip izzet azametine şekvada bulunabilir. İşte bu sebepler bir perde olup izzet ve azamete haksız şekvaların dokunmasına engel oluyor.

2-İCATTA SEBEPLERİN İŞLEVİ

Bir önceki başlığımızda da geçtiği üzere sebeblerin İzzet ve Azamet’in önünde perde olması için yaratıldığını ve icat eden, yaratan olmadığını; asıl yaratıcının Müsebbibü’l-Esbab olan Allah olduğunu zikretmiştik. Şimdi bu başlığımızda sebeblerin ibdadan icada kadar olan süreçte sebeblerin fonksiyonunu, görevini, işlevinin daha iyi anlaşılması için birkaç örnekle açmak istiyoruz.  

Esbabın yaratıcı olmadığını ve asıl yaratıcının Allah olduğunun en büyük ve açık delili yüce kitabımız olan Kur’an’ı Kerim de yüce Rabbimiz şöyle buyurmuştur. "Allah her şeyin yaratıcısıdır. O her şey üzerinde hakkıyla görüp gözeticidir." (Zümer Sûresi-62.) Kâinatta, esbab ve müsebbebat görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz ki, en büyük bir sebep, en küçük, bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek esbab bir perdedir; müsebbepleri yapan başkadır.

Meselâ, insan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yerleştirilen kuvve-i hafızaya bakıyoruz. Evet bu Kuvve-i hafıza kapsamlı bir kitap, belki kütüphane hükmündedir ki, bütün geçmiş hayatı, içinde karıştırılmaksızın yazılıyor. Ayrıca bilimsel açıdan baktığımızda 20 ciltlik 5 set Britanika Ansiklopedisi ezberleyebilecek kapasiteye sahiptir. Diğer bir deyişle 3 adet 1,000 terabytelık harici hafıza birimi kadar alana sahiptir. Acaba şu mu'cize-i kudrete hangi sebep gösterilebilir? Beyinde bulunan kıvrımlar mı? Basit şursuz hücre atomları mı? Yoksa tesadüf rüzgarları mı? Evet baktığımız zaman bunların hiç birinde kuvve-i hafızayı yaratabilecek bir ilim, irade ve kudret bulunmamaktadır. Demek bu mu'cize-i san'at, öyle bir Zâtın san'atı olabilir ki, İnsanın haşirde açılacak amel defterinden, hesap vaktinde hatıra getirilecek ve işlediği her fiilleri yazıldığını bildirmek için bir küçük senet olarak önüne bırakabilecek ve yazıp, aklının eline verecek bir Sâni-i Hakîmin san'atı olabilir.

Yine başka bir örnek verecek olursak; Üstad Hazretleri Meselâ, büyük bir sebep zannedilen güneşi ihtiyarlı, şuurlu farz ederek, ona denilse, "Bir sineğin vücudunu yapabilir misin?" Elbette diyecek ki: "Hâlıkımın ihsanıyla, dükkânımda ziya, renkler, hararet çok. Fakat sineğin vücudunda göz, kulak, hayat gibi öyle şeyler var ki, ne benim dükkânımda bulunur ve ne de benim iktidarım dahilindedir." Buyurmaktadır. Örnekte de anlaşaılacağı üzere değil sadece güneşi hangi sebebi şuurlu zannedip bu soruyu sorarsak bu cevapları alırız. Özellikle hayat sahibi varlıklarına bağış edilmiş olan hayat nimetini hangi sebebe dayandırabiliriz çünkü tam anlamı ile biline ve görünen bir sebebi keşfedilmemiştir. Bu da nazarlarımızı bu kadar büyük ve mükemmel bir nimetin  kör, sağır, şuursuz sebeblerin değil nimetlerin asıl sahibi ve yaratıcısı ve hayatı veren bir Halık ve Hayy ve Malik ismine sahip olan Allaha yöneltir.

Hem meselâ Yağmurun oluşumu yeryüzünde yani yaşamış olduğumuz alanda buharlaşarak gökyüzüne yükselen su buharının atmosferin üst katmanlarına çıkar ve burada karşılaşmış olduğu soğuk hava ile yoğunlaşması sonucunda yağmur meydana gelmektedir.

Fakat yağmur baktığımız zaman sayılamayacak kadar hikmetleri ve gayeleri bulunmaktadır. Üstad Hazretleri bir ayeti manen şöyle açıklamaktadır. "Size ve hayvanatınıza rızkı yetiştirmek için su semadan geliyor. O suda, size ve hayvanatınıza acıyıp şefkat edip rızık yetiştirmek kabiliyeti olmadığından; su gelmiyor, gönderiliyor demektir. Hem toprak, nebatatıyla açılıp, rızkınız oradan geliyor. Hissiz, şuursuz toprak, sizin rızkınızı düşünüp şefkat etmek kabiliyetinden pek uzak olduğundan, toprak kendi kendine açılmıyor, birisi o kapıyı açıyor, nimetleri ellerinize veriyor. Hem otlar, ağaçlar sizin rızkınızı düşünüp merhameten size meyveleri, hububatı yetiştirmekten pek çok uzak olduğundan, âyet gösteriyor ki, onlar bir Hakîm-i Rahîm'in perde arkasından uzattığı ipler ve şeritlerdir ki, nimetlerini onlara takmış, zîhayatlara uzatıyor. İşte şu beyanattan Rahîm, Rezzak, Mün'im, Kerim gibi çok esmanın matla'ları görünüyor.

3.SEBEPLERE TAKILMAMIZIN NEDENLERİ

Bu başlığımızda kainata mana-i harfiyle bakmanın önündeki sebepler engeline neden takıldığımızı zikrettikten sonra bu engelleri nasıl kaldırıp kainata tam manasıyla mana-i harfiyle nasıl bakabiliriz. Bunu ele almaya çalışacağız.

  1. İMAN ZAAFI

İmanı zayıf olan biri "Lâ ilahe illallah" kutsi kelimesinin hakikatını inkar etmemesine rağmen imanın gereği olan Allah’ı tam olarak bilmediği için bütün mülkü ve tasarrufu sebeplere verebilmektedir. İman yalnız icmali ve taklidi imandan ibaret değildir. Bir çekirdekten ağaca, zerreden şemse kadar mertebeleri vardır. İşte imanı zayıf olan biri "Lâ ilahe illallah" kutsi kelimesinin hakikatını inkar etmemesine rağmen Allahı tam olarak tanıyıp bilmediği için bütün mülkünü esbaba taksim edip, onlara isnat etmesi mümkündür.

Özellikle bu asırda Kuran’dan tereşşuh etmiş olan Risale-i Nurlar, Kuran yolunda açtığı  marifet ile çok yüksek bir iman ilmi vermektedir. Çünkü Risale-i Nurlar iman zaafının hatsafada olduğu bu asırda Kur’an eczanesinden alınan tahkiki iman ilaçlarıyla okuyucularına sebepler perdesini yırtıp perde arkasındaki desti kudreti görmeyi sağlamaktadır. İşte Risale nur talebelerine La İlahe İllallah kutsi kelimesinin hakikatını derç etmektedir. Yani, “Hâlık ve Rezzak Ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat Onun elindedir. O hem Hakîmdir, abes iş yapmaz; hem Rahîmdir, ihsanı, merhameti çoktur” diye itikad eder. Her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur, Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür. Rabbisine iltica eder, tevekkül ile istinad edip her musibette desti kudreti görür Rabine sığınır.

  1. GAFLET

Gaflet dikkati başka noktalara dağıtarak Allah’a karşı itaate gerekli ehemmiyetin verilmesine engel olur. Üstad Hazretleri İnsan Mün'im-i Hakikîden gafleti saikasıyla nimet içinde in'âmı görememektedir ve o nimetleri esbaba veya tesadüfe isnad etmektedir buyurmaktadır. Bu asırda özellikle televizyon, telefon ve dünyevi meşgalelerin çoğalması bu gaflet perdesini kalınlaştırmaktadır.

İnsan sağlam bir tefekkürle tâate devam eylese münim-i hakikiyi görebilir kalınlaşmış gaflet perdelerini yırtabilir. Tefekkür, gafleti izale ederek insanları akıl gözüyle hareket etmesini sağlayıp sebepler perdesinin arkasındaki desti kudreti görmeyi sağlamaktadır. Bu tefekkürü bu zamanda sağlayabilecek asrın eseri olan Risale-i Nurların verdiği marifeti ilahiye ile sağlanmaktadır. Evet Risale-i Nurların daimi okumak ve nurlardan yapılan ders ortamlarında bulunmakla hakiki bir tefekkür yapılarak gaflet perdesini yırtabiliriz.

  1. ÜLFET

Müsebbibül Esbab’ı göremememizin önünde çok kalın bir perde olan ülfet burada üstünde duracağımız manasıyla kısaca “alışma, alışkanlık” demektir. Bu başlığımızda iktiran kavramı bizlere ışık tutacaktır. İktiran sebep ile sonucun beraber gelmesine denir. Elma ile ağaç, yumurta ile tavuk, anne ile çocuk, çiçek ile toprak vs. İşte aynı neticenin aynı sebeb ile sürekli beraber olmaları insanları yanıltabilir ülfet ile bu hikmetler ve gayeler ile dolu mesebbebi adi basit olan sebebe verilebilir. Örneğin zahiren elmanın ağacın dalına bitişik olması ve bunun sürekli bu şekilde görmemiz ülfete sebep olup elmayı ağaca verebiliyoruz.

Cenab-ı Hakk’ın yarattığı ve bize de alışılmadık gelen bazı durumlar bu ülfetimizi kırabilmektedir. Mesela alışılmışın dışında yaratılmış canlılar, alışılan şekilde yaratılanlardaki mükemmelliklere dikkat edilmesine vesile olurlar. Örneğin iki başlı bir çocuk doğduğunda fazla yaşayamaması bize tek başlı insanların ne kadar mükemmel olduğunu göstermektedir.

Bu konuda Kur’an-ı Kerim’in okunması ile ayetlerin birer yıldız gibi ülfet perdesini delen manalarına ve bu ayetlerden ders alan Risale-i Nurlardaki temsili hakikatlere kalplerin ve akılların açık tutulmasının önemli olduğu unutulmamalıdır. 

diyarbakirseminer_dkm1-(7).jpgdiyarbakirseminer_dkm1-(8).jpgdiyarbakirseminer_dkm1-(2).jpgdiyarbakirseminer_dkm1-(3).jpgdiyarbakirseminer_dkm1-(4).jpgdiyarbakirseminer_dkm1-(5).jpgdiyarbakirseminer_dkm1-(6).jpg

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.