Ramazan BALCI
Risale-i Nurlar hakkında hukuk darbesi
Zaman zaman Türkiye’de Nurculuk tarihinin demokrasi tarihi ile eşit olduğunu ileri süren cümleler kurduğum hatırlanacaktır. Bugün bu iddianın ilginç bir delilini paylaşmak istiyorum!
Çocukluğumda bir hikaye anlatılırdı. Zamanın kralı amansız bir hastalığa yakalanmış. Doktoru ona bir çocuk kalbi yediği takdirde iyi olacağını söylemiş. Uzun araştırmalardan sonra nihayet çocuğunun kalbini satacak bir baba bulunmuş ve mahkemeden devletin selameti adına ölüm emri alınmış.
Celladını bekleyen çocuğun dudaklarında dolaşan derin fısıltılar kralı endişelendirmiş:
Ne diyorsun?
-İnsan bir zulme uğradığında, önce babasından yardım ister, sonra mahkemeye gider, sonra krala müracaat eder. İşe bakın bunlar benim aleyhimde ittifak etmişler.
Nurculuğun hikayesi kalbi alınmak istenen çocuğun hikayesinden farklı değil aslında.
İSMET İNÖNÜ’NÜN HUKUK DARBESİ
Türkiye’de vatanın gerçek sahipleri olan halkın yararına her ne zaman bir iyileştirme yapılmak istenmişse hep aynı nakaratla karşı çıkılmış; “Kuvvetler ayrılığı prensibi ihlal ediliyor. Rejim elden gidiyor. Laik düzen yıkılıyor.”
Bu söylemin öteden beri aile menfaatlerini rejim ile özdeşleştirmiş seçkin bir zümre tarafından dile getirildiğini söylemek malumu ilam olur aslında.
Nurculuk; daha Üstadın hayatında çok sayıda mahkemenin konusu olmuştu. Asrın İmamı mahkemelerde ortaya koyduğu hukuk normları sayesinde davasını yargı önünde ispat etmiş, Nur Risalelerinin bir suç unsuru taşımadığı yolunda Yargıtay içtihadı alınmıştı.
Ne var ki Milli Şef İnönü, işin peşini bırakmadı. Yandaş hukukçular sayesinde bugün de acıları yaşanan bir geleneğin tohumlarını attı. 1976 yılında Adalet Bakanlığı bütçe görüşmelerinde söz alan Hilmi Soydan bu durumu şöyle itiraf etmişti:
“Muhterem arkadaşlarım;
Bugün Nurculuk, bilhassa bizim güney bölgesin¬de; Adana, İzmir'de alabildiğine Saidi Nursi'nin Nur Risaleleri dağıtılmakta. Bu bir zaman suç teşkil etmi¬yordu. 27 Mayıs Hükümetinden sonra İsmet Paşa koalisyonunda o zaman bir kanun teklifi yoluna gidildi. Bilâhara devletin temel nizamını yıkmaya ma¬tuf olduğu için, bunun farkında olan Ceza Genel Kurulunda, nurculuk felsefesinin ve nurculuk hakkında¬ki birtakım tebliğlerin, kitapların neşrinin suç teşkil ettiği konusunda bîr tevhid-i içtihata varıldı. Çünkü, devletin temel nizamını yıkmaya matuf; tıpkı aşırı bir komünizmin ve onun propagandasının bu devletin temel nizamını yıkmaya matuf olduğu gibi. Hangi nizamı yıkacak? Devletin değiştirilemeyen şek¬li olan Cumhuriyeti yıkacak…!”
Nurculuğun Cumhuriyete düşman olduğu iftirasına rağmen İnönü’nün işlediği hukuk cinayetini itiraf etmesi yönüyle bu konuşma önemliydi. İnönü, gerçek muhalefeti ve sivil toplumun gücünü Nurcuların temsil ettiğini biliyordu. Siyasî nüfuzunu kullanmış, Yargıtay başkanlarına, Anadolu’da azından 30 yıl binlerce masum insanı mahkemelerde süründürecek bir karar aldırmayı başarmıştı.
Ama bu konuşmanın sebebi çok daha farklı bir konuydu. Adalet Bakanlığı yasak yayınlarla ilgili yeni bir düzenleme yapılmasının yolunu açmıştı.
Bu tarihe kadar İçişleri Bakanlığı, “Adlî mer¬cilerce toplattırılmasına karar verilen basılı eserler” adıyla bir eser yayınlar, bu kitapta yer alan eserler her yerde polisin ve savcıların takibine uğrardı. Ancak Anayasa’nın “Düşünce ve kanaat” hürriyetini düzenleyen maddelerine göre, basılı eserlerin toplatılması ancak hâkim kararı ile mümkün olabilirdi.
Basılı kitaplarla ilgili dava süreçleri farklı şekillerde sonuçlandığı için, bir kitabın “yasaklanmış eserler arasına” alınması zaman zaman telafi edilemeyen zararlara yol açmaktaydı.
Bu sakıncaları dikkate alan Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı’na “toplatılan basılı eserlerle ilgili değişikliklerin yakından izlenmesi, adı geçen yayının devamlı güncellenmesi ve bunun mümkün görülmemesi halinde işlemden kaldırılma¬sı” şeklinde görüş bildirmiş, bu istek üzerine –yasak yayınlarla ilgili kitap- İçişleri Bakanlığı’nca toplatılmıştı.
Milli Cephe hükümetini ve Adalet Bakanı İsmail Müftüoğlu’nu zor duruma düşürmek isteyen çevrelerin aradığı fırsat çıkmıştı.
Cumhuriyet Başsavcısı, görevi ve yetkisi olmadığı halde Ağır Ceza ve Cumhuriyet Savcılıkları ile Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılıklarına Risale-i Nurların suç sayılması ve takip edilmesini isteyen bir “bilgi notu” gönderdi. Adalet bakanı, savcının böyle bir yetkisi olmadığını açıkladı ve ilgili yazının iptalini istedi. Bu gelişme üzerine bildik çevreler dört koldan hareket geçmişlerdi. Rejim tehlikedeydi.! Hatta Cumhuriyet elden gidiyordu!
Hilmi Soydan konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Muhterem arkadaşla¬rım, bugün tabanda; «Biz Cumhuriyeti yıkacağız ve biz bu memlekete padişahlığı getireceğiz» diye propaganda yapan Millî Selâmet Partisinin İçişleri Bakanı bugün ne yapıyor?.. Devletin temel nizamını yıkmaya matuf bir propaganda ile Nur risalelerinin suç teş¬kil etmeyeceği konusunda tamim yayınlıyor.
Temyiz Baş Savcısı aynı içtihadın devam ettiği ve bu¬gün birtakım Nur risalelerinin, Nurculuk propaganda¬sının yayılmasının suç teşkil etliği konusunda bir bil¬gi yazısı ile savcılara bildiriyor.
Şimdi muhterem arkadaşlarım; bu Başsavcı Cumhuriyetin koruyucusudur. Maalesef şimdiki Sayın Ba¬kan bu yazıyı toplattırıyor. Şimdi bu, Cumhuriyet ta¬rihinde hazin bir manzaradır muhterem arkadaşlarım; çok hazindir…
… ciddiyetten mahrum ilk siyasî teşekkülün Bakanı olarak seni istifaya davet ediyorum.”
Bu gazı yiyen bir çok isim ardı ardına söz aldı. Hakaret içeren küçümseyici ifadelerle Adalet Bakanı’nın istifa etmesini istediler. Adalet Bakanı İsmail Müftüoğlu defalarca işin aslını anlatmasına rağmen malum basın ve rejimin bekçisi Milli Birlik Komitesi senatörleri uzun bir süre bu hadisenin peşini bırakmadılar: İşin doğrusu Sayın İsmail Müftüoğlu’nun işi zordu. Zor bir dönemde hatırı sayılır hizmetler yapacaktı.
Müftüoğlu’na göre “anayasanın 137’nci maddesi gereğince ida¬rî görevleri bakımından Adalet Bakanlığı’na bağlı olan Cumhuriyet Savcılıklarına, kendi ifadeleri gibi, «Bilgi Yazısı» veya «Tamim» veya «Bildiri» gönder¬mek yetkisi verilmemişti!”
Olayın ne kadar tanıdık geldiğini izah etmeye gerek yoktur sanırım! Seçkinlerin insan üstü ayrıcalıklarına dokunmak bir kenara, vatanın gerçek sahipleri lehine en küçük bir düzeltme isteği bile bu çevrelerin olağanüstü dirençleri ile karşılanmıştır. Böyle bir sistemde mazlumlar nereye sığınacaklar! Baştaki küçük hikayeyi yeniden hatırlamakta fayda var!
Oysa bir milleti birlikte tutan en güçlü bağ adil bir hukuk sistemidir. Bunun siyasallaşması, hele dindar insanların ve cemaatlerin peşin olarak suçlu görülmesi, ülke bütünlüğünü tehdit eden bir tehlikedir. Sonuç cümlesi ister istemez ülkenin canlı gündemine gönderme yapılarak kurulmak zorunda: Seçkinler Anayasa değişikliği konusunda her zaman aynı yerdeler.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.