Tülay KARATEKİN
Rojin nedir, ne değildir?
“Rojin”, “Ben ve Öteki” Levent Bilgi hocamızın “Sürüden Ayrılma Zamanı” “Yalnız Adam”dan sonra üçüncü deneme-romanı. Hocamızın gerek romanları gerekse denemeleri insanı yerinden hoplatacak türden. Rahat koltuklarınızda otururken adeta bir şeylerin sizi dürttüğünü, rahatsız ettiğini hissedersiniz. Alışkanlıklarınızı değer yargılarınızı bir daha gözden geçirmeye sürükler sizi. Cümleleri okurken hayatın aslında ne kadar kolay ve hiçbir anının kaçırılmayacak kadar değerli olduğunun farkına varırsınız. Bu üç çiçekten oluşan demeti kokladığımız an ruhumuzdaki değişime karşı koyamazsınız.
Gelelim Rojin’e, kitabın asıl adı "Ben ve Öteki"ydi. Bu günlerde dillere peleseng olmuş “Açılım” kelimesini de göz önünde bulundurursak Rojin adı dikkat çekicidir. Açılım konusu yalnızca siyasetçilerin çözebileceği ya da onların sorumluluğunda olan bir iş değildir. Bu konuda aydınlara, sanatçılara ve tabi ki yazarlara büyük iş düşmektedir. Ki zaten bu konunun siyasi bir mesele olmadığını, insani boyutunun içler acısı olduğunu düşünenlerdenim. Hocamız da üzerine düşen bu sorumluluğu başarı ile gerçekleştirmiş görünüyor. Yani o da çekinmeden taşın altına elini koyanlardan. Bu hususta aşiyanında hayal kurarak yaşamayı göze alamamış ve arenaya inmiştir.
Rojin, sert, hoyrat el değmemiş zeki ve aynı zamanda yüzyılların milliyetçilik kandırmacasına kapılmış bir yaban çiçeği görüntüsü çiziyor. Ben de en doğululardan biri olduğum için Rojinlerin içinde büyüdüm ve birçok Rojinle de sıkı dostluklar kurdum, onların milliyetçilik hayallerini dinledim. Çevremdeki Rojinlere benzetecek kadar sağlam, gerçekçi bir karakter çizimi olmuş.
Noyan’a gelince, Noyan biraz birazdan fazla tanıdıktı. Gerek okuldaki dersleri, konuşmaları, hayata güzel bakışı, göçmenliği, sarışınlığı, derinlerde bir yerlerde bilinmeyenleri arayışı, doğaya en güzel nazarıyla bakışı, munisliği ve hatta "hadi ya" değişi bile o kadar tanıdıktı ki anlatamam. Ayrıca Noyan’ın Tampınar’ın Mümtaz'ından izler taşıdığını da söyleyebiliriz.
Ajar, Ajar bizdik, bizlerdik. Hepimizden, hepimizin saflığından bir parça vardı Ajar’da, yani öğrencilerinizden. Erhan, Füsun, Dicle, Fatih, Adela, Profesör, anneler bunlar romanın güzel yüzleri, iyi tarafları, pozitif yanlarıydı. Timur, Ekrem, Hüseyin, Grigorie, Çetin ise hayatta üzerine düşünülmesi gereken karakterler, hayatın karanlık yılgın, acımasız yanlarıydı. Genel olarak roman, iki farklı kimliğe sahip olan Rojin ve Noyan’ın aynı potada eriyerek yeni bir kimliğe sade ve sadece "insan" kimliğine erişmelerinin romanıdır. İnsanlar Kürt ya da Türk olduklarına o kadar inandırmışlar ki kendilerini "İnsan" olduklarını unutuvermişler ne yazık ki. İşte bu kitap bunu hatırlatmak için yazılmıştır.
Bu eserde dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da şudur ki, kitap merkezi bir konu çevresinde farklı sorunlara da değinir. Kitabın "Müdür" başlıklı bölümlerinde Türkiye’deki bürokrasi hareketleri bununla beraber eğitim sistemimizi eleştirirken, Andela gerçeğiyle başörtüleri yüzünden eğitim hakları elinden alınan genç kızlarımızın çığlığı olmuştur. Doğuda köylere yapılan baskınlar sonucunda oradaki insanların yaşadığı kırılganlıklara az da olsa değinilmiştir. Yine sadece Kürtlerin değil balkanlardan göçen Türklerin sorunlarını aslında sadece bu dönemde değil Fransız İhtilalı’nın yayılmasından beri devam etmekte olan acı göçler gerçeğine de işaret etmektedir. Ayrıca Noyan’ın farklı tarzda işediği dersler, ilgili öğrencilerle yaptığı toplantılar, öğretmenlik mesleğini gerçek anlamda severek ve sevdirerek-özellikle hayatın özü olan Edebiyat için- yapan öğretmenlere yol gösterici olacağı kanaatindeyim. Yine "Evlilik ve Anlam Tazelenmesi" bölümünde evliliğin hangi durumlarda sağlıklı olacağı konusunda ipuçları verilmektedir.
Ve tabi aralara sıkıştırılmış mücevherler… "UYANDIRILIŞ CÜMLELERİ" diyorum ben bunlara, hani saati kurarsınız ya sabah yatağınızdan fırlatır sizi, hani kapı çalar ya aniden kalkıp kapıya yönelirisiniz. İşte bu cümlelerde yüreğinizi alabora eder, coşturdukça coşturur ve ummana ulaşacak yollar armaya koyulursunuz.
Ve Deniz Türkmenoğlu, yazarımız sadece bir yoldan değil, iki karakterle Romanda var olmak istemiş. Daha önce yazarımızla tanışmamış olan okuyucular Rojin’i okudukları zaman Romanda adları geçen "Sürüden Ayrılma Zamanı" ve "Yalnız Adam" romanlarını da merak edeceklerdir. Kitaba başlayıp ilk elli sayfayı okuduktan sonra hep aynı şeyi tekrarlayıp durdum: “Kesinlikle uzun romanlar yazmalı, klasik romanlar canlı kanlı, yazarın ruh halini, her anını, attığı adımı hissedebileceğimiz uzun romanlar yazmalı” diye. Hatta haddim olmayarak bunu yazara anlatmayı bile düşündüm. Ta ki kitabın 137. sayfasına gelinceye dek. Son paragrafta sorumun cevabı açık seçik duruyordu: ”Ben olay anlatmak için Roman yazmıyorum. Olay isteyen gidip renkli hareketli Amerikan filmleri seyretsin” diyordu. Nasıl ama? Ama ben yine de haddim olmayarak, ısrarla yazarımızdan bir tane bile olsa böyle bir roman bekliyorum. Tanpınar’ın “Huzur” romanı da buna güzel bir örnek değil midir? Dozu iyi ayarlandığı sürece bayağılığa kaçmadan… Ne güzel bir başyapıttır o öyle. Yazarına selam olsun!
Bunların yanında birkaç ufak tefek kusur dikkatimi çekti. Ne acımasız bir eleştirmen oldum ben de böyle, didik didik etmişim cümleleri. Evet, sayfa 172’de Rojin, Noyan’ı aradı, deniyor. Sonra aralarında konuşma çizgileri ile belirtilmiş bir konuşma geçiyor. Devamında ise: ” Bir müddet ikisi de susup gözlerinin içine baktılar” deniyor. Telefonda mı, yoksa yüz yüze mi konuşuyorlar? Bir belirsizlik olmuş bu kısımda.
Yine sayfa 150’de Çetin’in babasının güvenlik güçleri tarafından dövülmesi sonucunda annesi: ”Git oğlum, dedi anam. Bari sen böyle büyüme karının yanında bilmediğin, tanımadığın insanlardan dayaklar yeme. Git dağlara bari şerefinle öl” diyor. Yine aynı anne Çetin eve ziyaret için geldiğinde sayfa 160’da: ”Şimdi annesinin haklı olduğunu anlamıştır. Dava Kürtlükse eğer okuyup, belli yerlere gelerek daha çok hizmet edilebilirdi, davasına…” düşünerek annesinin sözlerini hatırlayıp, pişmanlık duyuyor. Burada da bir tezat var.
Yine sayfa 159’da Çetin’in annesi cahil kafasından dem vururken Çetin annesine: ”Birileri yukarılarda satranç oynuyorlar. Biz ise onlara piyonluk yapıyoruz" diyor. Annenin piyon kelimesinin anlamlandırabileceğini hissedemedim.
Son olarak Andela ve babasının akıbetinden bahsedilmemiş, sonra görüştüklerine dair bir iz arıyor insan.
Kitabın der-kenar kısımları aynen romanın konusunda olduğu gibi evrensel bir nitelik taşımaktadır. Kürt, Rum, Arap Atasözleri, Adalet Ağaoğlu, İsmet Özel, Can Yücel, Amin Malouf, Ataol Behramoğlu,Orhan Pamuk gibi birçok zenginlik iç içe, kol kola, baş başa sohbet etmekte adeta. Çeşitli güzellikteki bahçelerden derlenmiş rengarenk bir çiçek demeti. Yazarın zihnindeki sınırsızlığı, evrenselliği sunuyor avuçlarınıza.
Yazarımız bizleri doğduğumuzdan beri üzerimize yapıştırılan sen Türksün, sen Kürtsün, sen Alevisin, sen şusun, sen busun etiketlerinden kurtararak sadece "insan"olma paydasında buluşturup ötekileştiren milliyetçilik kandırmacasından kurtarmayı amaçlıyor. Dünyamızın yeni lisanı tüm çıplaklığıyla insanı konuşurken, bizlerin hâlâ çağların gerisinde kalmış "milliyetçilik" duygularıyla yaşamaya çalışmamızı kabullenemediği için yazıyor. Etrafında bu düşünceyi paylaşan insanlar olsun, bu ışık onun çevresiyle başlayıp etrafındaki küçük ışıklarla birleşerek benim güzel ülkeme yayılsın da ülkem ışıl ışıl olsun diye yazıyor.
Ah keşke öyle veya böyle bir şekilde dağlara çıkmış insanlar da okuyabilseler bu eseri, özellikle Çetin'in yaşadığı karmaşanın olduğu bölümü diye geçirdim içimden. Ne yapmalı diye düşündüm ve kendimce şöyle bir çözüm buldum: Önce bir uçak kiralamalıyız, kolilerce Rojin almalıyız yanımıza ve uçmalıyız dağlara Kandil'e, Gabar'a, Cudi'ye... Bomba niyetine Rojin atmalıyız, atmalıyız ki Çetin'in karmaşası sarsın ruhlarını. Ne dersiniz?
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.