Afife ARTIK
Saadet sarayımız
Bediüzzaman hazretleri insanı bir saraya benzetiyor. İnsanın cihazatını da o sarayın sekeneleri olarak tarif ediyor. Bu cihazattan başlıcaları akıl, kalb, sır, ruh gibi latifeler ve nefis, heva, kuvve-i şeheviye,kuvve-i gadabiyye gibi şeyler. Nefis, heva, kuve-i şeheviye ve kuvve- i gadabiyye o sarayda kapıcı ve it hüknümdeler ve akıl, kalb, sır, ruh gibi latifeler ise sarayın içinde ulvî vazifeleri olan sekeneler. Her bir latifenin kendine mahsus ubudiyet vazifeleri var.
İnsanın kemalatı akıl, kalb, sır hatta hayal gibi latifelerinin yüzünü ebedi hayata çevirmekle tahakkuk ediyor. Bunu yaparken kuvve-i şeheviye insana menfaati (ulvî cihazatın yüzlerini ebedî hayata müteveccüh etmek için) olan şeyleri celb etmeye; kuvve-i gadabiyye de zararı olan şeyleri def etmeye yarıyor. Yani bunlar insan sarayının kapısında duruyorlar ve aynı hücre zarının hücreye faydalı şeyleri alıp zararlı şeyleri almaması gibi insana faydalı olan şeyleri saraya alıyorlar, zararı olan şeyleri almıyorlar.
Bir müminin vucudunu temsil eden sarayda akıl, kalb, sır, ruh gibi latifeler sayrın üst katlarında ulvî vazifaler ile meşgul iken bir kafirin sarayında ulvî vazifelerle meşgul olması gerekenler sarayın kapısındaki it ile oynuyorlar ve sarayın dışı pek şenlik görünüyor saraydaki mühim vazifeler ise muattal kalmış. Müminin sarayının dışı ise gayet sakin, it ve kapıcı kapıda duruyorlar sarayın içi ise şenlikli, herkes fıtratına uygun vazife ile meşgul.
Şimdi gelelim kendimize, bizim sarayımızda neler oluyor, hangi latifem ne için bana verilmiş ve şu anda ne ile meşgul. Üstadımızdan öğreniyoruz ki bize verilen her bir cihazatı bize ne için verilmişse onun için kullanmak şükr-ü örfîdir. Allah bize gözü ne için vermişse onun için kullanmak yani haramdan sakınıp Kur’an okumaya ve ibret nazarı ile, tefekkürle kâinata nazar etmekte istimal etmek. Kulağımızı çirkin sözler işitmekten koruyup hak söz dinlemekte kullanmak, kalbimizi muhabbetullah, zihnimizi marifetullah, irademizi ibadetullahta kullanmak ve bunun gibi.
Yine işarat-ül İ’caz’ın başında hikmet, hilkat hükümetinden soruyor ki bu insanlar nereden geliyorlar ve nereye gidecekler ve buradaki vazifeleri nelerdir? Bu soruya insanlar nâmına inanların seyidi, efendisi olan Peygamber Efendimin Hazreti Muhammed aleyhissalatü vesselam cevap veriyor ve diyor ki: “Ey hikmet! Bu gördüğün insanlar , Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle, yokluk karanlıklarından ziyâdar varlık Alemine çıkarılan mahluklardır. Sultan-ı Ezelî bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrayı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyyeye müteveccih hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadeti ebediye yollarını temin etmekle re’sül-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azim insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelî’den risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelînin risalet beratı olarak bana verdiği Kur’an-ı Azimüşşan elimdedir. Şüphen varsa al oku!” Kur’anın dört ana maksadı olan tevhid, vübüvvet, haşir ve adalet ile ibadeti içine alan bu câmi cümleden de anlıyoruz ki bize verilen istidadların inkişafı için bu dünyada bulunuyoruz.
İstidatlarımızın inkişafı onların doğru mecrada kullanılması, olara faydalı olanların celb edilmesi ve zararlı olanların da def edilmesi ile mümkün olacaktır. Yirmiüçüncü sözdeki şu cümle bunu çok net ifade eder:”Evet hakiki terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl hatta hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine layık hususi bir vazife-i ubudiyet ile meşgul olmaktır.”
Tekrar baştaki saray misalini nazara alırsak bizim dışımızın değil de içimizin şenlikli olması matlubumuzdur. Dıştan görünen bizim heva ve hevesimiz ve kuvve-i şeheviye ile kuvve-i gadabiyyemize bakan hallerimizdir. Obur muyuz, az mı yiyoruz; çok fazla veya çok az mı konuşuyoruz; çok gereksiz öfkeleniyor muyuz yoksa gerektiği yerde mi kızıyoruz; aklımız Amerikan tavukları kaç tanedir? Zuhalin etrafındaki halkalar nasıldır? gibi şeylerle ya da acaba falanca banim için ne dedi, hakkında ne düşünüyor gibi şeylerle mi meşgul yoksa kendimize ebedi saadet için gerekli olanlarla mı meşgul. Evet bunlar kuvve-i akliye, kuvve-i gadabiyye ve kuvve-i şeheviyyeye bakan meseleler. Bu üç kuvvenin ifrat tefrit ve vasatı var ve istikametli olan vasatıdır. Bu kuvvelerin vasatı iffet, şecaat ve hikmettir ki bu üçünün bir arada bulunmasına sırat-ı müstakim diyoruz.
Her birimiz kendi sarayınızdan mesulüz. Ve sarayımızı saadet sarayı haline getirnek elimizde. Efendi hükmünde olan akıl, kalb, sır ve ruh gibi cihazatımız sarayın üst katında kendilerine münasib ulvi işlerle meşgul olup padişahla muhabere ederek hem halkın istirahatini temin hem de kendi kemalatı için çalışırsa , bir alt katta çocuklar münasib dersleri okursa ve daha atında hanımlar latif san’atlar, güzel nakışlarla iştigal eder ve nihayet kapıdaki it ve kapıcı hükmünde olan heva heves, kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiyye muhafaza vazifesini yerine getirirse; yani her cihazatımız kendine munasib işlerinde istihdam edilirse inşallah sarayımız saadet sarayı olur .
Eğer sarayımızı böyle tanzim edemezsek, içinde yaşadığımız dünyevî evlerimizin konforu bizi rahata kavuşturmayacaktır. Saadet sarayımızı inşa edebilmek duasıyla…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.