Musa Kazım YILMAZ
Hâtem el-Esam
Ebû Abdurrahman Hâtem el-Asamm 3. Hicrî asrın büyük âlimlerindendir. İmam Ahmed b. Hanbel’den ders almış, Şakik-i Belhî’nin arkadaşıdır. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat akidesini savunan büyük bir İslam âlimidir. Hicrî 237’de Horasan’ın Vaşecerd beldesinde vefat etmiştir.
Lakabı olarak zikredilen el-Asamm kelimesi “Sağır” manasındadır. Ancak gelin görün ki, Hâtem el-Asamm hazretleri sağır değildir. Peki, ne oldu da bu değerli âlime “el-Asamm” (sağır) lakabı verilmiştir? Ahlak, edeb, hayâ ve iman dolu bir öyküsü vardır; şöyle ki:
Hâtem el-Asamm hazretleri her zaman Medine mescidinde oturur, etrafında halkalanmış talebelerine ders verirdi. Ondan ders almak isteyen, ya da ona bir soru sormak isteyen hanımlar ise evine gelir ve onun Mecid-i Nebevi’den dönmesini beklerlerdi. Hâtem el-Asamm için sıradan bir gündü. Mescid-i Nebevi’deki yoğun mesaisini bitirip, dinlenmek üzere evine doğru gitmeye başladı. Evine vardığında, orada kendisine soru sormak üzere bekleyen kadınların olduğunu gördü.
Hoca efendiye soru sormak üzere evinde bekleyen ondan fazla kadın vardı. Hoca her zaman yaptığı gibi onları sırayla ders odasına alıyordu. Kadınlardan bazılarının mahrem soruları da oluyordu. Bu yüzden her kadının yanına Hâtem el-Asamm’ın hanımının eşlik etmesi gerekiyordu. En sona kalan kadın oldukça yaşlıydı ve mahrem bir sorusu vardı. Yine Hâtem el-Asamm’ın eşiyle birlikte huzura girip sedire oturdu ve sorusunu sormaya başladı. Ancak yaşlı kadın otururken yorgunluktan ve takatsizlikten sesli bir şekilde gaz çıkardı. Hoca efendinin bu sesi duymuş olduğunu düşünerek mahcubiyetinden mum gibi sarardı.
Yellenme sesi hem Hoca hem de Hocanın eşi tarafından işitilecek kadar yüksekti. Yaşlı kadın soracağı sorunun telaşını unuttu ve içinden, “Eyvah! Hoca bu sesi duydu. Rezil rüsva oldum; ben ne yapayım şimdi?” diyerek utancından ne yapacağını şaşırdı. Telaşlı hali yüzünden okunuyordu. Hatta bir ara soruyu sormadan kalkıp huzurdan ayrılmak istedi. Ancak bu bir çözüm değildi. Tedirgin bir şekilde tekrar oturdu ve sorusunu sormaya başladı.
İşin farkında olan ve durumun nazik olduğunu kavrayan Hoca Efendi, kadının mahcup olmaması için sağırlık numarası yapmaya başladı. Hanımına yönelerek duymamış gibi ve yüksek bir sesle, “Hanım! Misafirine söyle de, benim kulağım oldukça ağırlaşmıştır; duymuyorum. Biraz yüksek sesle konuşsun!” dedi. Bu sözü duyan yaşlı kadın, Hoca’nın işitmemiş olduğunu düşünerek rahatladı ve sorusunu yüksek sesle sormaya başladı. Hoca bu kez yaşlı kadına yönelerek, “Abla, lütfen biraz daha yüksek sesle konuşur musun? Kulağım biraz ağır işitiyor da” dedi. Yaşlı kadın Hoca’nın bu talebinden dolayı daha da rahatlamış ve yüksek sesle konuşmaya başlamıştı.
Hoca Efendi de, kadının sorduğu soruya bir sağır edasıyla cevap verdi. Yaşlı kadın hem sorunun cevabını aldığı için, daha fazla da, “Çok şükür! İyi ki Hoca Efendi sağırmış ve çıkan sesi duymamış!” şeklinde düşünerek oldukça memnun ve mütebessim bir şekilde ayrıldı.
Yaşlı kadın ayrıldıktan sonra hoca Efendi, sırf yaşlı kadın mahcup olmasın diye hanımına şöyle dedi: “Bak Hanım! Bu kadıncağız, yaşlılıktan ve yorgunluktan dolayı çıkan sesten mahcubiyet duydu. Ben sesi işitmiş olduğumu anlamasın diye, gördüğün gibi sağırlık numarası yaptım. Eğer sana soranlar olursa benim kulağımın ağırlaşmış olduğunu ve sağırlaştığımı herkese söyle. Ben de yarından itibaren artık kulağımın ağırlaştığını, sağırlaştığımı ve tüm talebelerimin yüksek sesle konuşmaları gerektiğini onlara ve halka söyleyeceğim. O kadın vefat edinceye kadar herkes benim sağır olduğumu bilsin. Yeter ki, o kadın mahcup olmasın.”
O sıralarda elli yaşlarında olan Hâtem, kadın vefat edinceye kadar 15 yıl boyunca sağırlık numarası yaptı. Halk da, “Kulağı işitmiyor” diye kendisine “el-Asamm” (sağır) lakabını taktı. Kadın vefat edince Hâtem, “Allah’ın lütfuyla kulağım iyileşti” diyerek sağırlık numarası yapmayı bıraktı. Ama çoktan herkes ona “Ebû Abdurrahman Hâtem el-Asamm” demeye başlamıştı bile…
İslam âlimlerindeki bu edebi ve bu yüksek ahlakı nasıl izah edebiliriz? “Sır saklama adabı” dersek, hiç kimse bu denli bir fedakârlık yaparak sır saklamaya çalışmak mecburiyetinde değildir. “Diğerkâmlık ve başkasını kendi nefsine tercih etmek” dersek, hiç kimse bunca yıl eziyet çekerek diğerkâm olmak zorunda değildir. Biz ancak buna “Muhammed ahlakı” (s) diyebiliriz… Çünkü Allah ona, “Kuşkusuz ki, sen yüce bir ahlak üzere yaratılmışsın” buyurmuştur. Hâtem el-Asamm da onun sünnetini takip ediyordu.
Evet, Bediüzzaman’ın dediği gibi, “Sünnet-i seniye, edeptir. Hiçbir meselesi yoktur ki altında bir nur, bir edep bulunmasın! Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etmiş: اَدَّبَنٖى رَبّٖى فَاَحْسَنَ تَاْدٖيبٖى Yani ‘Rabb’im bana edebi, güzel bir surette ihsan etmiş, edeplendirmiş.’ Evet, siyer-i Nebeviyeye dikkat eden ve sünnet-i seniyeyi bilen, kat’iyen anlar ki: Edebin envaını, Cenab-ı Hak habibinde cem’etmiştir. Onun sünnet-i seniyesini terk eden, edebi terk eder.” (11. Lema)
Bir de şimdiki bazı insanların ayıplar ve dedikodularla dolu ekranlar önündeki hal ve davranışlarına bakıp onları Hâtem el-Asamm’la mukayese etmek gerekir. Sünneti bilmedikleri için ne kadar da edep ve hayâdan uzak kalmışlar!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.