Mustafa ÖZCAN
Sahabe ve tabiin ahlakından günümüze yansımalar
Sahabe ve tabiin ahlakından günümüze yansımalar
Ümmetin ahirinin en önemli hastalıklarından birisi, seleflerinin kadru kıymetini bilmemesi hatta hürmetsizlikte bulunması ve kıymetlerini tenzil etmesidir. Selefine sırt dönmesi ve çevirmesidir. Bu ise ahlaken vefasızlık olduğu gibi stratejik anlamda da istikamet sapmasıdır. İstikameti kaybetmektir. Denildiği gibi, istikbal köklerdedir. Köklerinden kopuk bir gelişme olamaz. Yahya Kemal Beyatlı menhus günlerde yeniden ayağa kalkmak için tarihe, bir hamle gücü olarak bakar. Tarihe dayanarak ve ondan moral ve dolayısıyla güç devşirerek yeniden ayağa kalkmak mümkündür. Tarih kitleler için rol modelidir. Bundan dolayı İsrail’in Salahaddin Eyyübi ve neslini unutturmak istediği söylenir. Hindistan’lı meşhur şairlerden Hali, Müseddes’inde hamle gücü için gerekli tarihin sahabe kuşağında saklı olduğunu düşünür ve bunu şiirleriyle sahabe hayatını destanlaştırarak hayata geçirir.
Muhammed İlyas Kandahlevi’nin Hayatu’s Sahabe adlı eseri bir başka açıdan sahabe nesline dayanarak hamle gücü kazanma, geliştirme ve yeniden silkinme hamlesidir. Mısır’da da böyle çalışmalar vardır. Dolayasıyla tarihe dayanarak ayağa kalkmak mümkündür. Tarihteki rol model de, altın çağ veya sahabe ve tabiin devridir. Hem sahabe ve hem tabiin neslinde benzeri refleksleri görebilmekteyiz. Ben okurların dikkat nazarlarına iki altın tabloya sunmak istiyorum. Ahmet Şahin hocamız Tarihin Şeref Levhaları gibi kitaplarında bu hususa temas etmiştir. Birinci tablo Yermük muharebesinde yaşanan fedakarlık tablosudur. Bu tarihin altın tablolarından birisidir.
Hz. Huzeyfe şöyle anlatıyor:
“Yermük muharebesinde idi. Çarpışmanın şiddeti geçmiş, ok ve mızrak darbeleri ile yaralanan Müslümanlar, düştükleri sıcak kumların üzerinde can vermeye başlamışlardı. Bu arada ben de, güçlükle kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum. Bir kan seli içinde yatan amcamın oğlu, göz işaretleri ile bile zor konuşabiliyordu. Daha evvel hazırladığım su kırbasını göstererek dedim ki:
"Su istiyor musun?"
Belli ki, istiyordu. Çünkü dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Göz işareti ile, "Çabuk, hâlimi görmüyor musun?" der gibi bana bakıyordu. Ben kırbanın ağzını açtım, suyu kendisine doğru uzatırken, biraz ötede yaralıların arasında Hz. İkrime’nin sesi duyuldu:
"Su! Su! Ne olur, bir tek damla olsun, su!"
Amcamın oğlu Hâris, bu feryâdı duyar duymaz, göz ve kaş işaretleriyle suyu hemen Hz. İkrime’ye götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan şehitlerin aralarından koşa koşa, Hz. İkrime’ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime hazretleri elini kırbaya uzatırken, Hz. Iyas’ın iniltisi duyuldu:
"Ne olur bir damla su verin! Allah rızâsı için bir damla su!"
Bu feryâdı duyan Hz. İkrime, elini hemen geri çekerek suyu Iyas’a götürmemi işaret etti. Suyu o da içmedi. Ben kırbayı alarak şehitlerin arasından dolaşa dolaşa, Hz. Iyas’a yetiştiğim zaman, son nefesini Kelime-i Şehâdet getirerek tamamladı. Derhal geri döndüm, koşa koşa Hz. İkrime’nin yanına geldim. Kırbayı uzatırken bir de ne göreyim? Onun da şehit olduğunu müşâhede ettim. Bâri dedim, amcamın oğlu Hz. Hâris’e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim, ne çâre ki, o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula rûhunu teslim eylemişti. Hayatımda birçok hâdise ile karşılaştım. Fakat hiçbiri beni bu kadar duygulandırmadı. Aralarında akrabalık gibi bir bağ bulunmadığı hâlde, bunların birbirine karşı bu derece fedakâr ve şefkatli hâlleri gıpta ile baktığım en büyük îman kuvveti tezâhürü olarak hâfızama âdeta nakşoldu!”
Bu tabloda Kur’an tabiriyle i’sardan bahsediliyor. (Açlık çekseler de onlar (kardeşlerini) kendi nefislerine tercih ederler). Farsça olarak i’sar, diğerkamlık olarak ifade ediliyor ve Yermuk savaşında meydana gelen söz konusu olay i’sarın (Diğerkamlığın, kardeşini nefsine tercihin) en güzel numunelerinden birisidir. Sahabe veya tabiin neslinin yüce haslet ve huylarından birisi de Bediüzzaman’ın sıkça temas ettiği hubbu cahdan (mevkii makam veya şöhret düşkünlüğünden) kaçınmalarıdır. Bu hususta da önceliği kardeşlerine vermektedirler.
İmam Şabi bu hususta sahabe ve tabiin nesliyle ilgili çok dikkat çekici bir manzara ve tablo anlatmaktadır. Amir Şürehbil Eş Şabi tabiinin ulularından birisidir ve Ömer Abdulaziz’in kadılarındandır. Kendisi feraset ehlidir ve yani batini gözü açıktır ve Ebu Hanife’yi ilk keşfeden zat olarak da bilinmektedir. Hazreti Ali ile ilgili sözleri bugüne kadar dilden dile aktarılmıştır. Hazreti Ali konusunda ifrat ve tefrit ehlinin (sevgide aşırı gidenler ve nefret ehli) helak olacağını söylemiştir. İmam Şabi’nin sahabe nesline tanıklığı o yüce kuşağın ve altın neslin fedakarlıkta ileri nefsaniyette ise geri planda olduklarını göstermektedir.
Şabi Hazretlerine şöyle bir sual sorulmuştur: "Fetva ile alakalı olarak görüşleriniz sorulduğunda nasıl davranırdınız?" Buna cevabı ibretamiz olduğu kadar Yermük muharebesinde anlatılan tabloyu tamamlayıcı niteliktedir: "Bizlerden birisi fetva ile ilgili bir soruya muhatap olduğunda; bu soruyu arkadaşına ve diğer ilim ehline havale ederdi. O da ötekine havale eder ve turnike gibi tekrar soru başa ve geri dönerdi. (Şah Veliyyullah Dehlevi, El İsnaf, El Maşriku lilkitab, s: 74-75).
İmam Malik’in hac mevsiminde kendisine gelen 40 sorudan 36’sına bilmediğini söylediği ifade edilir. Sorumluluk gereği bilgiçlik taslamaktan kaçındıkları gibi hubbu cah veya hubbu zuhur denilen kendini gösterme ve öne çıkma gibi hasis hastalıklarından da beri idiler. İşte sahabe ve tabiini bunun için sevmeliyiz. Onların yaşantıları üsve-i hasene(güzel örnek) ve ahlaki kriterdir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.