Şahs-ı mânevinin ihlası ve dini cemaatlerin durumu

Adıyaman’da gerçekleştirilen “Din Hizmetleri ve İhlas Sempozyumu” intibalarımızdan aldığımız notları düzensiz olarak alel acele RisaleHaber’de yayınlanmak üzere paylaşmıştık.

Yorumları değerlendirmeyi sonra yapmayı düşümüştüm.

Zor bir mevzu olduğu için elim klavyeye varmadı.

Bir mevzu hakkında yazı yazabilmek için iyi bildiğin, anladığın, yaşadığın, vakıf olduğun, hissettiğin şeyler olmalı. Fakat mevzu ihlas olunca iş başka….

Bir konuda yazabilmek o konuda vukufiyet sahibi, yaşayan birisi olmak gerekir.

İhlas hakkında yazanında mantık yürütünce ihlaslı olması gerekir. Sahi birisi dese ki “Sen kendini ihlaslı mı görüyorsun? “ diye sorsa ne cevap verilebilir?

Bu sualin olumlu cevabı olmaz. Olumlu cevap vermek gayet tabi olarak olumsuz duruma delil sayılır. Anlarsınız yani… (Ben salihim desem salih olmadığıma delildir)

Bu uzun girişten ifade etmek istediğim ihlas dersi vermek değildir. Maksadım, adı geçen sempozyumunda istifade ettiğim hususları paylaşmaktır.

Sempozyumun evsahibi ve işin yükünü üstlenen iki dönem milletvekilliği de yapmış tecrübeli siyasetçi Adıyaman Belediye Başkanı Sayın Hüsrev Kutlu samimi hissiyatını açış konuşmasından alınıtı olarak aktarayım.

Hüsrev Bey, “siyasetçi ihlaslı olmaz ihlas kavramı ile siyaset birlikte mülahaza edilemez” anlamında bir değerlendirme yaptı. Mânay-ı muhalifinden bakacak olursak siyasetçinin de ihlaslı olabileceğini lisan-ı ve kaliyle göstermiş oldu. Nasıl ki “ben kendimi salih bilsem salih olmadığımın delilidir” sözünün mânây-ı muhalifinden bakarsak mesele anlaşılır. Açık sözlülük, dobra dobra konuşmak samimiyetin göstergesidir. Her neyse… Arife tarif gerekmez…

İhlas kere ihlas sıfır ihlas eder.

İhlas vicdani bir haldir. Niyet meselesidir. Niyet okumak ve ölçmek caiz olmadığı için ihlas da ölçülmez. Ancak ihlas öyle bir sırdır ki, iksir gibi tesir eder.

İki kere iki dört eder… Matematik mantıkla ihlas kere ihlas sıfır ihlas eder.

İşte izahı.

“İ’lem eyyühe’l-aziz! Hayrat ve hasenatın hayatı niyetledir. Fesadı da ucub, riya ve gösterişledir. Ve fıtri olarak vicdanda şuurla bizzat hissedilen vicdaniyatın esası, ikinci bir şuur ve niyetle inkıta bulur.

Nasıl ki amellerin hayatı niyetledir. Onun gibi, niyet bir cihetle fıtri ahvalin ölümüdür.

Mesela, tevazua niyet onu ifsad eder; tekebbüre niyet onu izale eder; feraha niyet onu uçurur; gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hakeza, kıyas et. (Said Nursi,Mesnevi-i Nuriye, 169) “

Şehir içi trafiğinin tıkanıklığından bunalıp şehir dışına çıktığımda yolu boş bulup gaza yüklenip birkaç defa radara yakalandınız mı hiç? Birkaç defa böyle bir tecrübe yaşadım.

Yukarıda Mesnevi-i Nuriyeden alınan bir pargrafta çok ince bir sır deşifre ediliyor. Harika bir teşhis…Tevazuun nasıl ihlas ölçer radara yakalandığını direksiyondakilerin anlayamadığı gibi…

Mesela, tevazua niyet onu ifsad eder; tekebbüre niyet onu izale eder; feraha niyet onu uçurur; gam ve kedere niyet onu tahfif eder. Ve hakeza, kıyas et…”(Mesnevi-i Nuriye)

İhlasın hüsnü haslet olduğu herkesin kabul ettiği bir hakikattir…. İhlaslı görünmeyi kazanıma dönüştürme niyeti ihlası bozar… İhlas iyi bir şeydir. O zaman ihlaslı görüneyim diyen sonucun sıfır olduğunu hesap edemeyişi anlaşılması zor bir incelik. İhlaslı görününce itibarın artması, daha müessir olunması için ihlasa niyet edildiğinde ıhlas sırrı kayboluyor. Bu inceliği  ve sırrın sırrına vakıf olmayan çoklar ihlasa niyet ederek görünüşteki tevazuun altındaki kalın enanyiyeti kalp gözü açık insanlar fark eder.

İnsan-ı kâmil sırrı akıl ve mantık dünyasının meselesi değildir…. Kalbin, ruhun ve insanın mahiyetindeki birçok lâtifenin işin içinde olması icap eden bir hâldır.

Enaniyetten sıyrılmış olanlar “Vücudunda ademi, ademinde vücudu” sırrını idrak edip pratiğe yansıtanlardır..

Bir ağacın vücudu onun çekirdeğinin toprak altında fena bulması geçişi sonrasıdır.

Ehl-i kalp insanların bu hali tarif etmelerini teorik olarak çoklar bilir… O hal anlatılmaz yaşanır derler ya… öyle bir şey…

İhlas Sempozyumuna tekrar dönelim

Yazımızın konu başlığında anahtar kelime “Şahs-I Mânevinin İhlası” dır.

“Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatten çıkan şahs-ı mânevi daha metindir(Said Nursi)

Bu söze itiraz olmadığını düşünüyoruz. Ancak bu sözün arkasına sığınarak tarikattan maksat olan ruhsatla yetinmeyip azimetle amel etme noktasını da ihmal ederek ruhsatın sınırlarını dahi zorlayan geniş meşrep yaşama biçiminden çok arızalı- hatalı  haller zuhur edebiliyor.

Sosyal gruplar hususan dini cemaatler bir şahsı mâneviye sahiptir. Şahs-ı mânevinin mahiyeti ve niteliği onu meydana getiren unsurların mensubiyeti, bağlılığı, tesanüdü, uhuvvet ve muhabbet hasletlerinin muamelata yansıması ile ölçülür.

Aidiyetin, mensubiyetin kuvvetli oluşunun göstergesi gibi görülen fakat arka plandaki bir arızadan kaynaklanan bazı davranış bozuklukları vardır ki, kuvvetli bağlılık gibi görülen fiilin arkasına saklanmış katı bir enaniyet zımni bir tasannu vardır…

Görünüşteki uluvv-ü himmet ve sadakat perdesine kamufle edilmiş kibir sosyal grupların biribirleri arasında uhuvvet, muhabbet, tesanüt iklimini zehirler…

Fertlere bakılırsa oldukça fedakâr, hamiyetli, sebat ve metanet timsali profiller…

Fakat arkasını mensup oladuğu şahs-ı mâneviye dayanarak himmet ve hamiyyetinde çok kuvvetli bir taassup tezahür etmektedir….

Mevzua vak’a analizinden yaklaşmak gerekirse, dine hizmet maksadıyla teşekkül etmiş gruplar, cemaatler zaman içinde parçalanmalar çok rastladığımız bilinen hadiselerdir. İhlas risalesini on beş günde okluyan Risale-i Nur talebelerinin kaç grup olduğunun sayısını gereçkten bilemiyoruz.

İhlası tarif etmeye gelince hangi grupta olursa olsun çok muazzam şekilde izah edebilirler…Peki reel durum ne haldir?... Yorum yok.

“Nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez” hakikatinden anlıyoruz ki, hangi grup olursa olsun içe kapanmış, içerdeki problemlerle boğuşurken sahabe mesleğinin esası olan veraset-i nübüvvet sırrının icabı muhtaç olanlara tebliğ vazifesinde hamiyyet katsayısının düştüğü görülür.

Demek ki, sosyal gruplar veya dini cemaatlerin birbirleriyle münasebetlerinde ihlas ile telif edilemeyen yaklaşımlarına bir isim koyacak olursak; şahıslar ihlaslı ama şahs-ı mâneviler ihlaslı değil diyebilir miyiz? Genelleme yapmak yanlış olur. 1

Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez." Meâlindeki ayetten aldığımız derse binaen  suçun şahsiliğinin esas olduğunu bilerek kişileri itham edemiyoruz.

Peki şahs-ı mânevi şahıslardan teşekkül ettiğine göre şahısların ihlasa aykırı fiillerinin şahs-ı mânevini faaliyetlerini etkiliyorsa ne diyeceğiz?

Şahs-ı mânevinin metin olması yapının kutsiyetine delil midir?

Tesanüt, sadakat, metanet sırlarıyla bir araya gelmiş olan suç örgütleri de şahs-ı mânevi olarak hedef ittihaz ettikleri menfi maksatları elde edebilirler. Örneği çok…

“Kem aletle kemalat olmaz” diye bir ata sözü malumdur.

Bilindiği üzere binaların damında örtü olarak kullanılan kiremitin hammaddesi topraktır Toprak suyla çamur yapılır, kalıpla şekillenir özel fırında ateşle pişirlir.

Bazen imalat hatası tam pişmemiş kiremitler yağmura maruz kalınca erir dağılır çatı akar… Tam pişmemiş unsurların binayı muhafa vazifesinde vazifesini yapamaz.

Aynen öyle de şahs-ı mânevileri genelleme ile sosyal gruplar hata yapmaz, kararları kutsaldır veya tersinde yaklaşıp her ne derse desin külliyen yanlış demek ne insani ve vicdani ne de şer’i sayılmaz.

Şahıslar şahsiyet ve enaniyetlerini mensubiyet ve aidiyet hasletinin pozitif hasletinin arkasına saklayarak sütre gerisinden komşunun camlarına taş atmak şeklinde negatif netice üretmektedir.

Şahıslar için ihlas sırrı kadar şahs-ı mânevilerin de ihlas sınavı da çok ehemmiyetlidir.

İhlasa niyet ederek her hangi bir gruba dehalet edip ihlasla tevili mümkün olmayan davranış bozuklukları bütün grupların sahip ve kabullenmediği hastalıklarıdır.

Kişi için en büyük hata kendini hatasız kabul etmesi en büyük hatadır.

Nefis muhasebesi yapmasının yeni terminolojideki adı “öz eleştiridir”

Şahs-ı mâneviler kendileri dışında nasıl anlaşıldıkları ve algılandıkları konusunda geri bildirim almak ve sonuçlarını değerlendirerek “kollektif öz eleştiri” yapma kültüründen uzak durmalarıdır.

İletim süreçlerini iletişim süreçleri olarak görmeleridir. Halbuki iletişim sırrı seblenmek değil kulak vermekle anlam kazanır.

Medya yayın organları iletim aracır iletişim aracı değildir. Ağzı açıp avazı çıkıncaya kadar bağırıp kulakları tıkamak iletimdir iletişim değildir.

İşte sosyal gruplar içinde sadık bilinen unsurların kollektif enaniyet daha baskındır. Harice mesaj verirken kırk parça iken parçalanma sürecinin sürekli hale gelmesinin önüne geçilemeyişini dert edinmeyenlerin ihlastan bahsetmeye hakları olamaz.

İhlas sempozyumunda dini cemaatler arası geleneksel hale gelen mutat olarak bir araya gelip toplanmalarında hava gayet güzeldir. Toplanma sonrası hiçbir grup diğeri ile müşterek bir faaliyette bir araya gelmeyişleri, birbirleri arasında kalın duvarların örülmesine ne demeli?

 Bu tezat durumu dile getiren Selçuk Üniversitesinden Prof. Dr. Abdullah Özbek hocanın sunumunda çok etkilendiğim için bu yazıyı yazma ihtiyacını hissettim.

Yoksa kimseye ihlas dersi vermek haşa haddime değildir. O derse en çok nefsim muhtaçtır.

Hangi sosyal grup daha ihlaslı?

“Siyasi partiler mi ihlaslı sosyal gruplar, özellikle dini cemaatler mi ihlaslı?” diye bir soruya muhatap olsanız ne cevap verirsiniz?

Tereddüt etmeden peşin hüküm dini cemaatler daha ihlaslı dersiniz.

Hayır.

Evet Osman Yüksel Serdengeçti’nin Bediüzzaman’ın Tarihçe-i Hayatı’ndaki “Said Nur ve talebeleri” konulu yazısında Nur Talebeleri diye bahsi geçen “ partisi yoktur, alayişi nümayişi yoktur…” diye tarife fiiliyatta uygun hangi grup ise en ihlaslı grup odur… Nerde örneği gösterebilir misiniz? Genellikle hem içte hem dışa yönelik boğazlarına kadar siyasetin içindeler.

Onlarca Risale orjinli grup var. Hepsi kendilerinin o tarife uyduğunu diğerlerinin yanlış yolda, dolaylı olarak ihlas ölçülerine riayet etmediklerini beyan edeceklerdir.

Hakikat öyle mi? Kişilerin ihlası ölçülmez, muamelesine baklılır. Sosyal gruplar için de aynı ölçü geçerlidir… Fiiliyata faaliyetlere, hariçten yeni muhatap olan, dahildeki münasebetlere bakılıp ölçülebilir..

Yalnız hiçbir sosyal grup veya cemaat hakkaniyetli ölçme değerlendirmeye tabi tutulmaya cesaret edemez.

Nasıl ki, siyasi partiler vatandaş tarafından nasıl algılandıklarını araştırma kuruluşlarına bilimsel metotlarına kamu oyu araştırmaları yaptırıyorlar. Nasıl algılandıklarını ölçüyorlar. Anket ve araştırma sonuçlarına göre politkalarını belirlemede dikkate alıyorlar…

Niçin sosyal gruplar, dini cemaatler aynı ölçmeyi yaptırmıyorlar?…

Yaptıramazlar, yüzleşemezeler… Temsil makamını işgal edenlere atfedilen kutsiyet asla kabul etmez….

Harice karşı yapmasınlar içe dönük yapsınlar… Onu da yapamazlar… Karton kuleler yıkılır…

Bu hususta genel kabul gören düşünceden farklı olarak aksini iddia ediyorum ki,

Sual :Siyasi partiler mi dini cemaatlerden daha ihlaslı sualinin cevabına gelince;

İşini ihlasla yapan muvaffak oluyor. Yapamayan sahneden çekilmek zorunda kalıyor.

Cemaatlerin işini iyi yapıp yapmadığı hususu zahire bakan ölçülebilir kriterlerle ölçülmüş olsa nasıl bir tablo ortaya çıkar merak etmeye değmez mi?

Sosyal gruplar özellikle gönüllülük esasına dayalı gruplar, cemaatler sahip olduıkları imkân ve potansiyele göre performans ölçümü yapmaları yenilenme ve gelişim için gereklidir. Elzemdir. Ancak öyle bir ihtiyaç da hissedildiğini zannetmiyorum.

Biraz ağır itham olacak ama sosyal gruplar siyasi kuruluşlardan daha kibirlidirler. Topluma açıkça ifade etmeseler de lisan-ı halleriyle tepeden bakıyorlar.

Genellikle kollektif bir kibir hâkim. Asla toplumda nasıl algılandıklarını öğrenmek gibi bir yanlışa(!) teşebbüs etmiyorlar.. Zira onlar kutsal yapılar. Hata yapmazlar!!!!…

Halbuki Her sosyal yapı nefis taşıyan fertlerden teşekkül ediyor hata yapmayan meleklerden teşekkül etmiyor.

Yapının unsurlarındaki fertlerin hodbinliği ve enaniyeti grup aidiyeti içinde kamufle edilmiş.

İşte bu tablo cemaatlerin bölük pürçük oluşlarını, her grubun zaman içinde ayrışmalarının kaçınılmaz olduğu neticesini doğuruyor.

Sonuç ve değerlendirme

Tepkileri tahmin etmek zor değil… Kırk küsür yıl risale-i nurla hizmet etme maksadına yönelik, nur talebeleri ile tarif edilen cemaate mensup olmakla iftihar ederim.

İfithar etmek öz eleştiri yapılmasına mani olmadığını düşünüyorum.

İfade etmeye çalıştığım sosyal grup arızası muayyen bir grubu adres göstermek için değildir. Umumi bir durum tespiti… iğneği kendimize batırma meselesidir.

Dereceleri az veya çok bütün dine hizmet maksatlı grupların ortak meselesidir. Nasıl ki, kişi için en büyük hata kendini hatasız görmesidir. Cemaatler için de aynı ölçü geçerlidir.

Bugünkü Türkiye’ni sosyolojik yapısında müspet mânâda köklü bir değişim cemaatlerin sayesinde olmuştur.

Eski Türkiye olarak adlandırılan batı kaynaklı, geçmişi inkâr üzerine müesses rejimin dayatmalarına karşi sivil direnci ve şuurlanma devlet eliyle değil cemaatlerin hizmeti sayesinde olmuştur.

Resmi ideolojinin planladığı kurgu, Köy Enstitiülerinde yetişien dinsiz nesil köylüye tarımı öğretecek dinden uzaklaştıracak komünist bir zihniyeti hâkim kılmak üzere planlanmıştır. Köylü köyde kalsın buğday, domates, yumurta yetiştirsin. Biz de yönetelim hesabını bozan cemaatlerdir.

İşte bu planı bozan Bediüzzaman’ın fikir boyutunda o düşünceyi geçersiz kılması, diğer dini grupların himmmet ve hamiyetiyle toplumun genlerinin değiştirme hesabına karşı duruşu ile sosyolojik yapıyı asli değerleriyel barışık olması cemaatler sayesinde temin edildi.

Özetle cemaatler 90 yıllık zorlama dayatmayı boşa çıkarmıştır.

Toplumun paradigmasını sağlam bir değerler zeminine oturmasını sağlamıştır

Fakat zamanın gereklerine ayak uyduramayrak toplumun dinamik değişimine ayak uyduramamışlardır.

Osmanlının son zamanlardaki medreselerinin durumu gibi. Biraz daha sivri benzetme ile orta çağ klisesinin sendromu hissedilmektedir.

Hem içi siyasi hem dışa yönelik siyasi yapı hali söz konusudur.

Kimi iktidara eklemlenmiş kimi de muhalif duruşunu kan davasına dönüştürmüş. İfrat ve tefritten orta yolu bulan hangisi bilinmiyor toz dumandan.

Kısacası toplumun dönüşümüne rehberlik eden bu yapılar toplumun gerisinde kalmıştır. Kendilerini zamanın ilcaatına, muktezayı hâle uyum sağlamamamışlardır.

Öz eleştiri kollektif enaniyetten sıyrılabilmek için kolektif nefis muhasebesi “öz eleştiri” yapılması lazımdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum