Nurettin HUYUT
Said Nursi filmi
Haber Türk “İşte yeni Said Nursi” şeklinde manşet atmış. Bediüzzaman filminin çekimlerinin başladığını bu şekilde duyurmuş. Manidar bir başlık…
Ama ben daha önce Risale Haber’de okumuştum.
Film çekimlerinin başlamasını okuduğumda ve çekimlerle ilgili resimlere bir bir tıklayıp baktığımda heyecanımı yenememiştim. O kadar sıcak bir iklime gitmiştim ki, bir anda gözlerim yaşla dolmuştu. Müthiş bir güzelliğe gark olmuştum. İçimden Elhamdulillah demek geçti. Bugünleri gördük ya Allah’a yüz binlerce şükürler olsun…
Bu film ilk olmakla beraber son değildir. Bundan sonra bunun birçok versiyonu çekilecektir. Ama her zaman ilk olan heyecan verir, insanın kalbi pır pır eder.
Bundan tam 84 yıl önce Üstad Bediüzzaman Hazretleri elleri kolları bağlı bir şekilde mazlum olarak kuş uçmaz kervan geçmez, kimsenin uğramadığı dağların arasında bir mekana, Barla’ya sevk edilmişti. O gün sevk edenler acaba neler düşlüyordu?
“Artık orada unutulur gider, kaybolur” diye mi hayal ediyorlardı? Yoksa “hiç olmazsa buradan kimseye mesaj gönderemez, kimseyi kendi fikrine, düşüncesine davet edemez, orada bulunan üç-beş köylü ise zaten onlara vereceği bir şey yoktur” diye mi düşündüler?
Ne düşündüklerini az çok tahmin edebiliyoruz. Bu ve benzeri şeyleri düşündükleri muhakkaktır.
Ama o gün İlahi iradeyi dikkate almadıkları bir gerçek olarak duruyor. Zira orada bulunan Şamlı Hafız Tevfik’i düşünemediler, zira bilmiyorlardı. Oysa İlahi irade onu Şam’da eğitmiş, Arapçayı öğretmiş ve oraya göndermişti, Üstad’a, Risale-i Nurları yazmaya sevk etmişti.
Evini ona açacak olan Muhacir Hafız Ahmet’i de bilemezlerdi. Sorularıyla birçok eserin yazılmasına neden olacak olan Hulusi Yahyagil’i… O günün şartlarında haberleşme ağını kuracak (Santral) Sabri Arseven’i, Risale-i Nurları bolca yazıp çoğaltacak olan Hafız Ali’yi, Emekli Yüzbaşı, Beykozlu bir “İstanbul beyefendisi” Refet Barutçu’yu, adeta bir teksir makinesi gibi çalışacak Ahmed Hüsrev Altınbaşak’ı, Hakkı Tığlı’yı, Sıddık Süleyman Kervancı’yı, Mustafa Çavuş’u (Güvenç), Abdullah Çavuş’u (Yavaşer) ve daha nicelerini bilemezlerdi.
İlahi irade adeta sevk etmişti. Bu davayı başlatacak olanları bir vesileyle Üstad’ın etrafına toplamıştı. Ama onlar bunu bilemezlerdi. Üstad’a ve Risale-i Nur’a –bir manada- hizmet ediyor olduklarını hayal bile edemezlerdi.
Evet bugün Risale-i Nur bütün dünyaya yayılmışsa ve 46 dile çevrilmiş ve her tarafta okunuyorsa, yukarıda ismini saydığım ve daha bir çoğunu da sayamadığım Üstad’ın “Barla Sıddıkları” diye isimlendirdiği bu zatların gayret ve çabaları sayesindedir.
Cenab-ı Allah onları o gün oraya göndererek bu hizmetin ifasını sağladı. Bu gün o günlerin filmi çekiliyor. Ne kadar aksettirir, ne kadar gerçekçi olur bilemeyiz. Zira bugün o günü yaşayanlardan kimse yok ki, gidip soralım “bu film gerçeği anlatıyor mu?” diye. Ama yazılanlar ve bize ulaşanlardan hareketle bir değerlendirme yapmamız mümkün olacaktır. O zaman herkes düşüncesini söyleyecek elbet…
Bu açıdan bakıldığında yoğun bir tartışmanın da odağı haline gelecektir. Uzun yıllar eleştirilecek, belki de gelecekte yapılacak bu manadaki birçok filme de ilham kaynağı olacaktır.
Bu film daha çekime başlarken birçok tabuyu da yıkmış oldu. Can Dündar gibi belgesel filmini (öyle duyuyoruz) çekip yayınlayamayanlar için de bir cesaret kaynağı olacaktır. Korkuları bir daha yıkacaktır.
Her şey bir tarafa bu film birçok insana sinema yolunu da hatırlatacak ve Türkiye’de sinemaların devam ettiğini göstermiş olacak, sinemaya yeni seyirci kazandıracaktır. Bu yönüyle de bir ilk olacaktır.
Hulasa birçok yönüyle “ilk” olan bu çalışmada emeği geçenleri tebrik ediyoruz ve “İnşaallah arkası gelir” diyoruz…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.