Said Nursi, Müslümanlara imanı öğretiyor

Said Nursi, Müslümanlara imanı öğretiyor

Biz kendi nefsimizle mücadele etmeliyiz. İmanımızı kurtarmalı, korumalıyız. Çünkü herşey nefsimize ve imanımıza saldırıyor.

Prof. Dr. Colin Turner: "İngiltere'de Risale-i Nur doktora çalışması başlattık"

Bir konuşmanızda Said Nursi bizi Mekke'ye çağırıyor demiştiniz. Bu sözün anlamı nedir?

Bizi Mekke'ye çağırmanın anlamı özetle şudur: Bugün Müslüman grup ve toplulukları çoğunluğunun ana fikri şeriatı yeniden ihya etmek, tesis etmektir. Bu hareketlerin temel amacı İslami bir devlet yapısıdır. Bu ise İslamın pratik ve uygulamaya dönük kurallarına bir odaklanma ve konsantrasyon anlamına gelmektedir. Burada hepimizin imanlı olduğu fikrinden yola çıkarak, bu imanımızı pratiğe dökmemiz gerektiği fikri yatmaktadır. Fakat Bediüzzaman'ın duruma yaklaşımı burada farklılaşıyor. Çünkü o tam anlamıya çağın insanının iman ve inanç konusunda sağlam bir yapıda olduğunu düşünmüyor. Bu sebeple Müslümanların çoğunluğunun inanç ve iman üzerinde yeniden düşünüp bu konuda çalışması gerektiğine işaret ediyor. İşte Hz Muhammed'in (asm) nübüvvetinin Mekke periyodunda inanç ve iman üzerine odaklandığı ve bu uğurda çalıştığı görülüyor. Zaten Mekki ayetlere (yani Mekke periyodunda inen ayetlere)  baktığımızda burada Allah'ın varlığı, sıfatları, tevhid, iman gibi bireysel inancı yapılandıracak meselelere ağırlık verilmektedir. Tek tek bireylerin imanlarını tesis etmek ve böylece onların imanlı bireyler haline gelmesini sağlayarak, organik bir şekilde imanlı bir toplum oluşturmak düşüncesi vardır Mekke döneminde. Peygamberimiz Mekke döneminde herhangi bir şeriat oluşturma ve düzenleme yoluna gitmemiştir. Medine'ye hicret ettiğinde ise silahsız, savunmasız ve bir mülteci olarak gitti. Oraya bildiğimiz anlamda bir İslami devlet kurmaya gitmedi. İslami devletten bahsettiğimiz zaman aslında zihinlerde oluşturulacak bir İslami devletten bahsetmeliyiz. Bugün Müslüman gruplara baktığımız zaman ise çoğunluğun Medine üzerine odaklandığını görüyoruz. Biz Mekke'yi hayal etmeliyiz öncelikle.

Neden Medine değil de Mekke?

Bunun nedeni çok açık çünkü biz şu anda Mekke öncesi dönemde gibiyiz. Bir nevi cahiliyye dönemi. Hepimiz... Müslüman dünyası cahiliyye dönemini yaşıyor.

Nasıl böyle olabilir, biz Müslümanız?

Çünkü biz İslamı terk ettik. Bunu söylerken bütün topluluğu, bütün ümmeti kast ediyorum. Bütünsel bir tanımlama bu. Fertler ise farklıdır. Said Nursi'nin iman hakikatlerine önem vermesinin sırrı budur. Yine Kur'an'da "Mü'minler kardeştir" ayeti de buna işaret eder. "Müslümanlar kardeştir" demiyor, "Mü'minler kardeştir" diyor. Demek ki imana bir vurgu var burada. Bir düşünün eğer siz imanlı olsanız, eşiniz imanlı olsa, çocuklarınız imanlı olsa, anne-babanız imanlı olsa, kardeşleriniz imanlı olsa vs. bu şekilde imanlı bir topluluk, dolayısıyla İslami bir topluluk kendiliğinden oluşacaktır.

Peki Şeriat nasıl tesis edilecek?

Evinizde düzeni nasıl kuruyorsunuz. Oluşuyor zaten. Eğer siz teslim olursanız, teslimiyete ulaşırsanız, şeriat oluşacaktır. Hayatınız, davranışlarınız İslami olacaktır. Hatta şeriat kanunlarında olmayan meselelerde bile... Örneğin şeriatte nasıl araba kullanacağınız belli değildir. Araba sürmek dinsel bir aktivite değildir, öyle değil mi? Ama aslında olabilir. Çünkü dinimiz bize sabırlı olmayı, kibar olmayı, merhametli olmayı emretmektedir. İşte siz İstanbul'da araba kullanırken bu kurallara riayet ederseniz bu ameliniz İslami bir amel olur. Bunun için şeriat kanunlarına, İslami hukuk tesis etmeye gerek yoktur. Bunu hayatın her alanına genişletebilirsiniz. Eğer sizin İslami bir zihin devletiniz varsa şeriatı yaşıyorsunuz demektir.

Cihad kavramını nasıl açıklayacaksınız?

Cihad kavramına Bediüzzaman'ın penceresinden baktığımızda da, nefis ile cihad ön plana çıkıyor. Kılıçla cihada gelince, şu çağımız onun zamanı değildir. Savunacak bir halifemiz, halifelik müessesemiz yok. İslam toprakları saldırı altında değil. Çünkü İslam toprağı olarak niteleyeceğimiz bir yer yok. Kur'an ya da Resul saldırı altında değil, çünkü onlar artık "mahfuzdur". Biz kendi nefsimizi kurtarmalıyız, kendi nefsimizle mücadele etmeliyiz. İmanımızı kurtarmalı, korumalıyız. Çünkü herşey nefsimize ve imanımıza saldırıyor. Kendi üzerimize konsantre olmalıyız. İslami gruplara baktığımızda hep başkalarını kontrol altında tutmaya çalıştıklarını müşahede ediyoruz, gücü kontrol altına almaya çalıştıklarını görüyoruz. İslam adına güç ve prestij kazanmak için çalışıyorlar. Halbuki biz "kurtuluş" için mücadele etmeliyiz. Kendimizi kurtarmak... Çünkü vaktimiz sınırlı, ne zaman ömrümüzün sonlanacağı belli değil. Başkalarına konsantre olmamalıyız. Başkalarını "Müslümanlaştırmaya" uğraşma, kendini "Müminleştirmeye" uğraş. İşte bu Mekke'dir. Bazı Müslüman gruplar Mekki ayetlerin neshedildiğini iddia ediyorlar. Bu tez üzerinden gidiyorlar. Ancak bence olaya bu şekilde yaklaşmamalıyız. Mekke'yi yaşamadan Medine'ye varamazsınız.

Dünyada barışın sağlanmasının yolu nereden geçiyor?

Eğer kendimize dönüp bakacak olursak, huzur ve barışı sadece teslimiyet ile elde edebiliriz. Teslimiyet ve İslam ve dolayısıyla barış aynı kökenden gelmektedir. Eğer kendinizle barışıksanız, hayatınızda harmoni ve denge varsa barış içindesinizdir demektir. O zaman evinizde barışı sağlamış olursunuz. Eğer komşularınızla aranızda harmoni ve denge varsa sokağınızda barışı sağlamış olursunuz. Ve bu böylece her tarafa yayılır. Demek ki olay bizde başlıyor.

Ancak Filistin, Irak gibi yerlerde barış bir türlü sağlanamıyor. Bunun sebebi ne?

Oralarda barış yok. Herşeyin bir sebebi olduğu gibi bunun da bir sebep ve hikmeti var elbet. Bazen Allah bir topluluğu imtihan etmek için bir başka topluluğu kullanır. Bunun sebebi ilk anda anlaşılamaz. Hızır Aleyhisselam ile Musa Aleyhisselam arasında geçenleri hatırlayın. Musa (as) Hızır'ın (as) yaptıklarına ilk anda anlam verememişti. Bugün Irak'ta, Filistin'de ya da Lübnan'da olan bitene baktığımızda biz de Musa (as) gibi ilk başta anlamıyoruz. Bu da halbuki bir imtihandır. Müslümanların imtihanıdır.

Sizin bir doğu-batı tanımlamanız var. Batıyı imanın olmadığı yerler şeklinde tanımlıyorsunuz. Buna bir açlıklık getirebilir misiniz? Bir de Türkiye'yi de bu açıdan nasıl konumlandırırsınız?

Bu sözlerim çok eski. Çok önceden söylenmiş sözler. Ancak Türkiye'ye batı demek imkansızdır. Türkiye tam anlamıyla doğudur. Çünkü imanlı insanların ülkesidir. Bu konuyu politikaya bulaşmadan açıklamak biraz güç. Ancak ben politik konularda konuşmayı pek tercih etmiyorum. Şunu söyleyebilirim ki, İslami literatürde şöyle bir konumlandırma vardır: Darul Harb ve Darul İslam... Darul İslam en genel tanımıyla İslamı herhangi bir engelleme ve baskı altında kalmadan yaşayabildiğiniz yerdir. Aynı zamanda Darul İslam diğer dinlerin ve inançların da yaşayabildiği yerdir. Buna en güzel örneklerden biri Medine'dir. Orada Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve Putperestler bir arada yaşamışlardır. Bu anlamda sözgelimi Suudi Arabistan'ı gerçek anlamda Darul İslam olarak konumlandıramıyorum. Çünkü bir Hıristiyan olarak orada dininizi rahat olarak yaşayamazsınız. Özgür kiliseleriniz yoktur. Orada özgür bir şekilde çıkıp ben ateistim de diyemezsiniz. Bana göre Suudi Arabistan bu anlamda Darul İslam değildir. Bilakis İngiltere daha çok Darul İslam gibi duruyor. Çünkü orada ateistim, Yahudiyim, Hıristiyanım ve nihayetinde Müslümanım diyebilirsiniz özgürce. Evet Fransa ve İngiltere'de de bazı problemler yaşanıyor. Batının diğer ülkelerinde de zaman zaman yaşanabilir. Gerçek şu ki, artık şurası Darul Harp, şurası Darul İslam diye bir ayrıma gidemezsiniz. Çünkü bir karışım sözkonusu. İkisi birbirine girmiş. Bakın mesela Türkiye'yi İran'la kıyaslayalım. İran'da kadınlar tesettüre girmeye zorlanıyorlar, Türkiye'de ise bu özgür bir seçimdir. Darul İslam tanımına daha çok yakışmaktadır.

Risale-i Nurların hayatınızda önemli bir yeri olduğunu biliyoruz. Bundan çok uzun seneler önce tanışmıştınız bu kitaplarla. Aradan geçen bunca seneden sonra nasıl bakıyorsunuz Risale-i Nur eserlerine?

Hepimiz biliyoruz ki Kur'an-ı Kerim kainatın anahtarıdır. Kitabullah ve Kitab-ı Kainat kavramlarını biliyoruz. İşte Kitabullah olan Kur'an, Kitab-ı Kainat'ın kilitlerini açmaktadır. Risale-i Nur eserleri ise Kur'an-ı Kerim'in yani Kitabullah'ın kilitlerini açmaktadır. Ve Risale-i Nur aynı zamanda bir aynadır. Bir çok ayna var aslında. Ancak Risale-i Nur aynalar içinde gerçek "ayna"dır. (Turner burada İngiliz dilinde "mirror" ve "the mirror" arasındaki farka vurgu yapıyor (U.Y.)).. Said Nursi ve eserleri hakkında söylenecek çok şey var. Onu ben derin bir okyanus olarak tanımlıyorum. Biz ise bu okyanusun kıyısındayız hala. Daha derinlere dalmamız gerekiyor. Türkiye'de, Almanya'da, İngiltere'de vs. genç insanlarla tanışıyorum. Hepsi Risale-i Nur üzerine yoğunlaşmışlar. İşte bunlar geleceğin mimarlarıdır. Biz yaşlandık sanırım. Onlar şimdi Said Nursi'nin dilini daha iyi çözmeye başlıyorlar. Said Nursi'nin iki tür dili var. Biri kainatın dili. Bu dil ile biz kainatı çözümlüyoruz. Diğeri ise Risale-i Nurların kendi özgün dilidir, terminolojisidir. Onun dilinde hiçbir terim bir sebebe dayanmadan kullanılmamış. Tıpkı Kur'an gibi. Said Nursi, Gazali, İbni Arabi, Mevlana gibi bir çok alimin fikirlerinden istifade etmiştir şüphesiz. Ancak onları bize yansıtması kendi özgün metoduyladır. İşte bu sebeple Said Nursi'nin dilini kavramak zorundayız. Metodolojisini de terminolojisini de iyice anlamamız gerekiyor.

İngiltere'de Risale-i Nur üzerine özel çalışmalar yapacak bir Enstitü kuracağınızı öğrendik. Bununla ilgili bilgi verebilir misiniz?

Evet eğitime başladık bile. Şimdiden tam beş adet doktora öğrencimiz var. Bunun dışında da benim İngiltere'de on adet Risale-i Nur üzerine çalışma yapan Türk doktora öğrencim de var. Bu enstitümüz Avrupa'da Risale-i Nur üzerine temellendirilmiş ilk eğitim kurumu olma özelliğini taşıyor. İngiltere'nin Durham Üniversitesi'ne bağlı olacak. Belki de dünyada bile ilktir, tam bilemiyorum. İnşallah gelecek sene İngiltere'de Risale-i Nur üzerine bir de uluslararası konferans düzenleyeceğiz.

**

Colin Turner kimdir?
Prof. Dr. Colin Turner 1955 yılında İngiltere’nin Birmingham şehrinde dünyaya geldi. 1975 yılında, Müslüman oldu. Yüksek tahsilini İngiltere’deki Durham Üniversitesinde tamamlayan ve İran’da Safevîler döneminde yaşanan siyasî ve dinî hareketler konusunda doktora çalışması yapan Prof. Turner’ın Yeni Asya Vakfı tarafından yayınlanan Bir İman İnkılabı: Risale-i Nur başlıklı bir kitapçığı ile Risale-i Nur üzerine başka çalışmaları da bulunuyor.

Yeni Asya

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.