Said Nursi ölüm yolculuğunu şöyle özetler
Mehmet Ali Birand, Toktamış Ateş, Burhan Doğançay, Ahmet Mete Işıkara gibi ünlülerin peş peşe vefatı ‘ölüm korkusu’nu hatırlattı
Murat Tokay'ın haberi:
Mehmet Ali Birand, Toktamış Ateş, Burhan Doğançay, Ahmet Mete Işıkara gibi ünlülerin peş peşe vefatı ‘ölüm korkusu’nu hatırlattı. Yazar Enis Batur şöyle diyor: Hayatımın geniş bölümü ölüm korkusu içinde geçti. Ölümümü düşünmeden geçirdiğim gün neredeyse yoktur.” Biz de ölüm korkusu nedir, bu korkuyla baş edilebilir mi sorularının peşine düştük.
‘Bugün öldüğüme inanasım gelmiyor.” Sevinç Çokum, musalla taşında kabre defnedilmeyi bekleyen öykü kahramanını böyle konuşturuyordu. Gerçekten de ölüm, habersiz, aniden ve ‘zamansız’ geliyor. Zamansız değil elbet; günü, vakti, saati dolunca her insan bu dünyadan göçüyor. Ama geride kalanlar için ‘her ölüm erken’ ve vakitsiz. Birkaç gün evveline kadar birlikte gülüp eğlendiği, yiyip içtiği dostlarının ölümüne inanmakta zorlanıyor insan. Geçen günlerde kaybettiğimiz usta gazeteci Mehmet Ali Birand’ın ölümünü de bu duygularla karşıladık. Vefatından 3-4 gün öncesine kadar ekranlardan ana haber sunan, ‘Aman kimselere randevu vermeyin’ diye veda eden Birand, vefatıyla ‘ölüm korkusu’nu gündeme taşıdı. Daha sonra peş peşe ünlülerin ölüm haberleri geldi. Prof. Dr. Toktamış Ateş, ressam Burhan Doğançay ve Türkiye’nin deprem dedesi Ahmet Mete Işıkara aynı hafta içinde vefat etti. Ve ölüm korkusunu daha çok duymaya ve konuşmaya başladık.
Peki, her gün binlerce insan ölüyor, niye şimdi bu korkuyu daha çok konuşmaya başladık? Bu soruyu Prof. Dr. Nevzat Tarhan şöyle cevaplıyor. “İnsanların sürekli gördüğü birinin ölümünü düşünmesi, onlarda bir yakınını kaybetme etkisi uyandırıyor ve çözüm üretme ihtiyacını doğuruyor.” Tarhan, geçmişte ölüm korkusu ferdi planda duyulurken, iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle, küresel ölçekte yaşandığını söylüyor. Örnek olarak 11 Eylül olaylarından sonraki travmaya dikkat çekiyor.
Ölüm korkusunu önce Serdar Turgut taşıdı köşesine. “Bu gibi durumlarda insan keşke dindar olsaydım diyor.” ifadesini kullandı. Ertuğrul Özkök de “Dört gecedir çok kötü uyuyorum. Cuma gecesi ilaç alarak uyudum.” yazısını “Allah çok iyi fikirdir. Hem de çok iyi.” diye bitiriyordu.
Üç farklı ölüm korkusu
Hemen her insanda az ya da çok ölüm korkusu olur. Fakat ölüm korkusundan ne anlaşıldığı sorusunun muhtelif cevapları var.
‘Ahbaplar âlemi’ne göçmek
Bediüzzaman Said Nursi de Risale-i Nur’da ölümü yüzde 99 ahbabının yaşadığı berzah âlemine gitmenin bir vesilesi sayıyor. Eğer kişi diğer âleme iman etmiyorsa, işte gerçek sorun burada başlıyor. Mustafa Ulusoy’a göre, o insan için ölüm artık ‘ebedî bir ayrılık’ nedenidir. Ölen bir insanı hiç görememe, onunla bir daha iletişime geçememe düşüncesi insanın ruhunu karartır. Çok göz ardı edilen başka bir ayrılık da insanın kendisinden ebedî kopuşudur. Ölünce yok olacağını düşünen insan kendi varoluşunu kaybedecektir. Bir daha kendisi olmayacaktır. Bu dayanılması güç bir ayrılıktır. Çünkü insan varoluşu bir kere tatmıştır. Artık ruhu ve vicdanı için yokluk, seçenek olmaktan çıkmıştır. İnsanın kendinden ebedî ayrılacağı fikri iç karartıcı, ruhu boğan bir inanış. Yazar Enis Batur, öldükten sonra her şeyin sıfırlanacağına inananlardan. Bir yazısına şöyle başlıyordu. “Hayatımın geniş bölümü ölüm korkusu içinde geçti. Yıllar yılıdır birlikte yaşıyoruz. Az ya da çok, herkesi yoklar o korku, benim gibilerin durumunda bir tür hastalıktan, hasta-oluştan söz edebiliriz sanırım: Ölümümü düşünmeden geçirdiğim gün neredeyse yoktur.” Üç yıl evvel kendisiyle yaptığım bir söyleşide de yaşadığı korkuyu şöyle ifade ediyordu: “Ölüm olgusu karşısında, öteki dünyaya inanç duymamanın yarattığı boşluğu aşmak kolay değil. Ölünce öleceğiz. Bitecek. Sıfır... İnanmayan, bütün bunlar karşısında tabii ki çok zor durumda olan biri.”
Gerçekten ölünce her şey sıfırlanıyor mu? Kutsal kitaplara baktığımızda ölüm yokluk değil. Ölüm de hayat kadar gerçek ve sonsuz hayatın başlangıcıdır. Ve insan uzun bir seferdedir. Said Nursi bunu şöyle özetler: “İnsan bir yolcudur. Sabâvetten (çocukluktan) gençliğe, gençlikten ihtiyarlığa, ihtiyarlıktan kabre, kabirden haşre, haşirden ebede kadar yolculuğu devam eder.” Bizler yolculuğun dünya safhasındayız. Hz. Mevlânâ insanı çekirdeğe benzetir. Toprağa giden beden bir gün yeniden çıkacaktır. Son olarak bu konuda İslam âlimi, mutasavvıf İmam-ı Gazali’ye kulak verelim: “İnsan uykuda iken rüyada görülen birtakım şeylerin varlığına inanır. Rüya esnasında onlardan şüphe etmez. Sonra uyanınca rüyada gördüklerinin hiçbirinin aslı olmadığını anlar. Dünya hayatı ahirete nisbetle bir uyku hâli sayılabilir. Öyleyse içinde bulunduğumuz hayat, rüyadan başka bir şey değildir, ölünce uyanacağız.” Kur’an’da ve hadislerde de ölümün hatırlanması tavsiye ediliyor. “Ölmeden önce ölünüz” ya da “Lezzetleri yok eden ölümü çokça hatırlayınız” gibi.
Rabıta-i mevt alıştırması
İslam inancına göre insan dünyadaki hayatını gelişigüzel, amaçsız, kendisine ve çevresine karşı sorumsuzca yaşamamalı, her an öleceği gerçeğini aklından çıkarmadan Yaratıcı’nın huzuruna utanmadan, çekinmeden çıkabileceği şekilde bir hayat yaşamalıdır. Bundan dolayı, ölüm bilincini canlı tutmak için sufiler, ‘rabıta-i mevt’ adı verilen bir alıştırmayı da sık sık yapar. Bu alıştırmada sufi veya sufi olma yolundaki öğrenci (mürid), kendisinin öldüğünü ve ailesinin, yakınlarının, sevdiklerinin kendisine ağladıklarını, cenazesinin yıkanıp kefenlendiğini ve kabre götürüldüğünü, kabirde sorgu meleklerinin sorularına cevap verdiğini düşünür, hayal etmeye çalışır, hatta bazen kabre konulma işlemini, bir çukura girerek tecrübe eder. Bu minvalde Erdem Bayazıt’ın şu dizelerini hatırlayabiliriz: “Ölüm bize ne uzak ne yakın bize ölüm/Ölümsüzlüğü tattık ne yapsın bize ölüm.” Günümüze baktığımızda ise insanların bir kısmının ölüm fikrini ötelediklerini, ölümü unutmaya çalıştıklarını görüyoruz. İki yıl evvel medyada çıkan tartışmaları burada anmak gerekiyor. Zincirlikuyu Mezarlığı kapısındaki “Her canlı ölümü tadacaktır” yazısını CHP Milletvekili Binnaz Toprak ‘sinir bozucu’ bulmuştu. Yine 20 Temmuz 2003’te Ruhat Mengi şöyle diyordu: “O mezarlığın önünden her gün geçen binlerce insanın gözü bu yazıya ilişiyor ve her ilişmede tüyleri ürperiyor. Genç orta-yaşlı ve yaşlı bazı okurlarımıza oradan geçerken yazıyı gördüklerinde ne hissettiklerini sordum, istisnasız hepsi ‘Korkunç geliyor. Yazıya bakarken sinirlenip kaza yapmak bile mümkün’ cevabını verdiler. Özellikle gençlerin fena halde siniri bozuluyor.” Yine aynı tarihlerde Deniz Arman şöyle yazmıştı: “Böyle bir densizlik böyle bir düşüncesizlik olur mu? Oradan her gün geçen yüz binlerce kişiye durduk yerde ‘ölüm’den söz etmenin onların moralini bozmanın Allah için ne anlamı var?” Ölümden söz ötmenin ne anlamı var, sorusuna Prof. Dr. Hayreddin Karaman şu cevabı veriyor: “Ahirete inanan insanlar üzerinde müspet tesir yapar, unutulması zararlı olan bir gerçeği hatırlatır, mü’minin dünyaya dalarak ahiret hazırlığını ihmal etmesini engeller. Ahirete iman etmeyen insanlar üzerinde iyi ve kötü iki tesirinden söz edebiliriz: İyi tesir, insanın hırsını frenlemesi, fâni dünya için yapılacak şeylerin dengesini sağlamasıdır. Kötü tesir, karanlık bir geleceğin hatırlanması sebebiyle kişinin mutsuz ve huzursuz olmasıdır.” Ölüm en nihayetinde hayatımızın en büyük gerçeği. Ölümden de ölüm korkusundan da kaçamıyoruz. Onu unutarak yaşamak gerçeği değiştirmiyor. İnsan ölümsüz bir hayat yaşasa, zor durumda kaldığında ya da bir yakınının ölümü karşısında Allah’a sığınıyor. Tıpkı Cahit Sıtkı’nın yaptığı gibi “Olmuyor seni düşünmemek Tanrım/Ummamak medet senden.” Yazımızı 35 Yaş şiirinin son kıtasıyla noktalayalım: “Neylersin ölüm herkesin başında, Uyudun uyanamadın olacak/ Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında/Bir namazlık saltanatın olacak/Taht misâli o musalla taşında.”
Erol Göka ( Psikiyatrist, Prof. Dr.): Biz ölülerimize bile ‘Rahmetli’ diyoruz
Ölüm konusunda insanın bilgi ve bilinç sahibi olması, ölümü düşünmesi ve gerçekçi bir bakışla bakabilmesi, ölüme ilişkin düşünce ve tutumlarının iç dünyasında uzlaşmış bir konumda bulunması, ölüm korkusunu azaltıcı etki yapıyor. Ölümü dışarıdan değil de içimizden, varlığımızın niteliğinden gelen bir olgu olarak gördüğümüzde, ölüme-doğru varlık olduğumuzun bilgeliğiyle donandığımızda ve bu bilinçle yaşama daha sıkı sarıldığımızda, pek doğal olarak, ölüm bizi fazla korkutmayacaktır. İslam’da korkunun yanında onun şiddetini azaltmak için umuttan da bahsedilmiş, Allah’ın rahmetinden hiçbir zaman umut kesilmemesi gerektiği belirtilmiştir. Hz. Muhammed (sas) ölmek üzere olan bir gence “Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sormuş, gencin “Allah’tan ümidimi kesmiyor ve günahlarımdan dolayı korkuyorum.” demesi üzerine “Bu gibi durumlarda bu iki haslet (korku ve ümit) bir kulun kalbinde çok zor bir araya gelir. Ama geldikleri takdirde Allah o kula ümit ettiğini verir ve korktuğunda da emin kılar.” diye karşılık vermiştir. Kur’an-ı Kerim’de “Allah’tan ümidinizi kesmeyiniz (Zümer 39/53)” denmesi, Allah’ın kendisinden bahsederken “Rahmetim gazabımı aşar (Araf 7/156)” diye buyurması ve değişik ayetlerde kullarına şefaat edeceğini bildirmesi de her zaman umutlu olmak gerektiğini gösteriyor. “O kendi üzerine rahmetli yazdı (En’am 6/12)” şeklindeki ayetlere dayanılarak ne kadar günahkâr olsa da ölen her kimsenin Allah’ın rahmetine emanet edildiğini vurgulamak için kültürümüzde ölenlerden bahsederken ‘rahmetli’ deniyor.
Mustafa Ulusoy (Uzman Psikiyatrist): Ölüm, melek eşliğinde yaşanan bir tecrübe
Ölüm korkusu son derece işlevseldir, hayırlı bir korkudur. Çünkü bize ahiret âlemlerinin hakikatini anlamak için bir saik işlevi görür. Ebedî dünyada kalacakmışçasına yaşayan insanlardan müteşekkil bir dünya şu ankine göre binlerce kat daha karmaşık, adaletsiz, merhametsiz olurdu. Ölüm sonrasına dair endişelerimizin dünyevi hiçbir çözümü olduğuna inanmıyorum. Dünyevi çözümler mezarlıkta ıslık çalmadan öteye gidemez. Ölüm sonrasına dair endişeler ancak Mutlak Varlığa, ahirete, meleklerine, kitap ve peygamberlere ve elbette kadere imanla çözümlenir. Mesela nasıl? Ölüm endişesinin giderilmesinde meleklerin ehemmiyeti büyüktür. Ölüm sonrası kadar, ölüm anında ne olduğu hepimizin dert ettiği bir sorudur. Azrail bir melektir ve bize önemli bir iyilik yapar. Nasıl? Ruhumuzu kabzeder, yani ruhumuzu korur ve kollar. Ölüm, imani bakış açısı olmayanlar, özellikle felsefeciler tarafından hep yalnız yaşanan bir deneyim olarak düşünülmüştür. Bu ölümü çok vahşi kılar. Bir mümin içinse, Ölüm Meleği’nin arkadaşlığıyla yaşanan bir deneyimdir. Kesinlikle yalnız yaşanan bir deneyim değildir.
Metin Karabaşoğlu (Yazar): Mü’min de ölümden korkar
Mü’min ölümden korkmaz, gibi bir cümlenin doğru olmadığını düşünüyorum. Korunma duygusu, Allah’ın insana vermiş olduğu en temel duygulardan. Çünkü, vücudumuz ve hayatımız bizim değil; Allah’ın bize bir emaneti. Bu emaneti yerli yerinde kullanmak, anlamsız bir gözü karalıkla heba ve heder etmemek için, ölüm karşısında bir uyanıklığı, bir tedirginliği ve korkusu olmalı insanın. Tâ ki, hayatımız açısından riskli durumlara karşı dikkatli olalım, akıllı olalım, hikmetli olalım; riski, gerekiyorsa alalım. Bu mânâda bir ölüm korkusunun her insanda olması gerektiğini düşünüyorum. ‘İki dünyalı’ ve ‘iki hayatlı’lar için de gerekli ve geçerli olan bu ölüm korkusunu, ‘tek hayatlı’ların ölüm korkusundan ayırmamız gerekiyor. Hayatı sadece bu dünyadan ibaret gören, ölümden başka bir düzlemde korkar. Çünkü ölüm, kavuşmak üzere bir ayrılık değildir onun için. Bir daha asla kavuşmamak üzere ayrılmak ve bir daha asla var olmamak üzere yok oluştur. Bir de, ölümden öte bir diyar olduğunu kabul etse de, o diyarı düşünmeden anlık zevklerin veya dünyevî çıkarların peşinde koşanların korkusu var. Yahut, Allah’a karşı isyan, Allah’ın kullarına karşı ise zulüm işler hâlde yaşayanların ölüm korkusu. Keşke daha da fazla korkabilse böyleleri… Ölüm hayatın ikiz kardeşidir; tıpkı Azrail’in İsrafil’in ikiz kardeşi olduğu gibi.
Aksiyon
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.