Said Nursi yediği yumurtanın hesabını millete verdi
Mahkeme-i kübrayı düşünerek daha buradayken nasıl yaşadığını anlatıyor, iaşesinin kaynağını belirtiyor
Fatma Turan'ın haberi:
Kulun hakkı olmayan bir şeye el uzatması, ondan yararlanması ve emanete hıyanet etmesi anlamına gelen gulûl, büyük günahlardan sayılıyor. ‘Gulûl’e girmekten sakınmak için hayatın her anının muhasebe ile geçmesi şart...
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, geçtiğimiz hafta kaçak elektrikle ilgili şaşırtıcı bir anısını anlattı: “Vatandaş kurumu arayıp ‘Dört saattir elektriğimiz kesik, kimse ilgilenmiyor.' diye şikâyet ediyor. Ekibi gönderiyoruz ama şikâyet eden kişi kaçak elektrik kullanıyor. Hem elektriği kaçak kullanıyor hem de kesilince bizi şikâyet ediyor. İnsan böyle bir hakkı kendinde nasıl bulur?” Bakan Yıldız'ın anısını anlatmasının bir sebebi vardı elbette. Zira kaçak elektrik faturası doğudaki altı ilde 5,4 milyar liraya ulaşmıştı. Öyle ki bazı bölgelerde kaçak elektrik kullananlar, yağmur altında dahi elektrikli sulama sistemlerini kullanmayı tercih ediyordu.
Devlet ya da kamuya ait malları suiistimal edenler sadece kaçak elektriği kullanmakla kalmıyor elbette. Kaçak su ve doğalgaz da kullanıyor, belediyeden ruhsat almadan ev de yaptırıyor. Bu ve benzeri durumları ihlal edenler ne kadar farkında bilinmez ama kul hakkına giriyor. Peygamber Efendimiz (sas), “Bir kimsenin, diğer bir kimsenin haysiyetine yahut malına tecavüzden dolayı üzerinde bir hak bulunursa ölmeden önce ödeyip helalleşsin. Çünkü ahirette altın ve gümüşün değeri olmaz. Aksi takdirde, yaptığı haksızlık ölçüsünde, iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir.” buyuruyor. Hadisten de anlaşılacağı gibi bir kişinin bile hakkına girmek çok sakıncalı. Peki ya kaçak elektrik, su, doğalgaz kullanıp milyonların hakkına girenler?.. Bilindiği gibi fiyatlar sarfiyata göre ayarlanıyor. Kaçak kullananların harcamaları hesaba girmeyince onların ödemesi gerekeni de diğer insanlar ödüyor. Bu açıdan bakınca milyonlarca insanın hakkına girilmiş oluyor. Üstelik bu kişilerin herkesten tek tek helallik dilemeleri asla mümkün değil.
Büyük bir günah: Gulûl
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, hakkı olmadığı halde kamuya ait malları kullanma durumunu ‘gulûl' kelimesiyle açıklıyor. Konuyu anlatırken de ‘büyük bir günah' ifadelerini kullanıyor. Gulûl, genel manasıyla; hakkı olmayan bir şeye el uzatma, ondan yararlanma, emanete hıyanet etme anlamına geliyor. Daha hususi çerçevede ise taksimat yapılmadan önce ganimet malından bir şeyler aşırma, kamu malından gizlice bir şeyler alma, devlet malında suiistimalde bulunma manalarına geliyor.
Gulûl, Âl-i İmran Sûresi'nde şu ifadelerle geçiyor: “Emanete hıyanet etmek, bir peygamberin yapacağı iş değildir. Her kim hıyanet edip de ganimetten veya kamuya ait hâsılattan bir şey aşırır, bunu da gizlerse, kıyamet gününe o vebalini aldığı şeyler, boynuna asılı olarak gelir. Sonra her kişiye kazandığı şeylerin mükâfatı veya cezası eksiksiz verilir. Ve onlar asla haksızlığa uğratılmazlar.”
Peygamber Efendimiz'in, hesap gününde müminlere şefaatte bulunacağı aşikâr. Ancak kul hakkı hariç. Kul hakkı Allah ile kul arasındayken ve Efendimiz dahi araya giremezken gulûle düşenlerin durumu çok daha vahim. Zira onların üzerinde birçok kişinin hakkı var. Efendimiz, bir gün sahabe-i kirama gulûlden bahsetmiş ve sonra da şöyle buyurmuştur: “Sakın sizden birini, kıyamet günü boynunda böğürmekte olan bir deve olduğu halde bana gelmiş, ‘Ey Allah'ın Resulü, bana yardım et.' diye yalvarıyor ve kendimi de cevaben, ‘Senin için hiçbir şey yapamam, ben sana tebliğ etmiştim.' der bulmayayım.”
Her daim muhasebe yapılmalı
Hocaefendi, gulûle düşmemek konusunda son derece hassas olunması gerektiğini anlatıyor. Bediüzzaman Said Nursi'nin de hassasiyetini şu örnekle açıklıyor: “Şu üstümdeki sakoyu, yedi sene evvel eski olarak almıştım. Beş senedir elbise, çamaşır, pabuç, çorap için dört buçuk lira ile idare ettim... Bu tavuğun yazın çıkardığı bir küçük yavrusu vardı. Ramazan-ı Şerif'in başında yumurtaya başladı, tâ kırk gün devam etti. Hem ne vakit annesi kesti, hemen o başladı, beni yumurtasız bırakmadı.” Üstad, yediği yumurtaların dahi nereden geldiğinin adeta hesabını millete veriyor. Mahkeme-i kübrayı düşünerek daha buradayken nasıl yaşadığını anlatıyor, iaşesinin kaynağını belirtiyor, iktisat düsturuna dikkat çekiyor. Biz de kılı kırk yararcasına yaşamak mecburiyetindeyiz. Ağzımıza koyduğumuz şu lokmalar hakkımız mı, değil mi? Acaba ne yiyor, ne içiyoruz? İşte, bu türlü sorularla her an hayatımızın muhasebesini yapmalıyız.
Zaman