Said Nursi’nin talebesi babam Sabri Halıcı

Said Nursi’nin talebesi babam Sabri Halıcı

Kızı Nevin, Halıcı ailesinin bilinmeyenlerini anlattı

İbrahim Mert’in haberi:

RİSALE HABER-KONYA

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin talebelerinden merhum Sabri Halıcı ağabeyin kızı Nevin Halıcı hanım babasını anlattı. Çocukluktan itibaren Nur hareketinin içinde yer alan Nevin Halıcı, ailesinin kökenini, kardeşlerini ve Bediüzzaman Hazretleri ile ilgili hatıraları paylaştı.

Sabri Halıcı 1303 yılında, Erzurum’a bağlı Kığı kazasının Şaruk köyünde dünyaya gelmiştir. Kığı, günümüzde Bingöl’e bağlı bir kazadır. Nüfus cüzdanında babasının adı Hüseyin, annesinin adı Zeliha olarak geçmektedir. Soyadı kanunu çıktığında Halıcı soyadı aldığı ve 1942 yılında üç aylık askerlik yaparak terhis olduğu kütüğünde kayıtlıdır.

1970’li yıllarda kayda alınan kendi ifadesine göre dedesinin adı Masi’dir. Babasına Hüseyin-i Masi, yani Masi’nin oğlu Hüseyin derlemiş. Kendisi annesinin adını Kudret olarak söylerdi. Nüfusta Zeliha adı da bulunmakta; annesinin iki isimli olması, nüfusa tek isim yazılmış olması mümkündür. Ayrıca, o dönem muhacirlerinin yaşlarının da tahmine göre yazıldığı bu nedenle şüpheli olabileceği bilinmelidir.

SABRİ HALICI’NIN KÖKENLERİ

Aynı kayıtlara göre, Sabri Halıcı, Cünan Aşireti’ndendir. Açıklamasına göre: “Bu aşiret 92 Harbi’nde Kafkaslardan Anadolu’ya hicret ederek Elazığ, Erzurum, Kars, Van, Urfa, Bitlis, Muş illerine kadar büyük zorluklarla yürüyerek, aç kalarak gelmişlerdir. Büyük bir aşiret olan Cünan aşireti muhacirleri dağlarda, taşlarda, çukurlarda, mağaralarda yatarak kendilerine bir yurt edinme çabasına düşmüşlerdir. Kiğı’ya uzanan kol Kiğı’ya yerleşmek çabasında bulunmuş; Kiğı Mirekleri (beyleri ya da idarecileri) de İbrahim Paşa’ya müracaat etmiş ve (daha büyük bir idareci olmalı) yardım istemişlerdir.

sabrihalici.20131113080326.jpg

(Sabri Halıcı)

Paşa da padişahtan yardım istemiş; padişahın gönderdiği ordu silahı, hiçbir şeyi olmayan Cünan aşireti mensuplarına vurmaya başlamıştır. Hepsi namazında abdestinde olan yedi tane ‘Molla Momini Masileri’ aşiretin dâhilerini (başkanlarını) öldürmüşlerdir. Bu durumda bizimkiler bu harbin bitirilmesini istemiş, mağlubiyeti kabul edip; bulundukları Cennet gibi tepelere, dağlara yerleşmişler; koyun, sığır, köy sahibi olmuşlardır. Bu insanların bir bölümü de sonradan Konya’nın Cihanbeyli ve Kulu kazalarına gelerek yerleşmişlerdir, Cünanlıların akrabalarıdır.”

HALK HAREKETİ MİLİS KUVVETLERİNE KATILIR

Yine kendisinin ifadesine göre, Sabri Halıcı, babasının kendisini okula göndermemesi üzerine Erzurum’dan ayrılarak yola çıkar, Adana’ya gelir; 13-14 yaşlarındadır. Adana Fransız işgali altındadır. Bir halk hareketi olan milis kuvvetlerine katılır. Alay kumandanı Cemil Bey’dir. Adana’da beş altı yıl kalmış olması muhtemeldir. Burada Aliye Hanım’la evlenir. İlk çocuğu Ömer dünyaya gelir, sonra eşinden ayrılır, Pozantı’ya geçer, bir süre orada kalır ve Cemil Bey’le Konya’ya gelirler. Cemil Bey Konya’da vefat eder.

Konya’da, Adana’dan tanıdığı Kemal Odabaşı ile dostluğu ilerler. Birlikte istasyonda gazoz satarak iş yaşamına başlarlar. Sonra kendisi tablada halı; Kemal Odabaşı tablada kumaş alıp satma işine girişirler. İşleri iyi gidince birer dükkân kiralayarak çalışmaya devam ederler. Çok başarı gösterir ve ikisi de Konya’nın sayılı tüccarları arasında yer alırlar.

ESKİ VE YENİ YAZIYI KENDİ GAYRETLERİYLE ÖĞRENDİ

Sabri Halıcı, bu arada Kemal Bey’in kız kardeşi Hanım ile evlenir. Ömer’den başka Nuriye (1922), Feyzi (1924), Mehdi (1927), Şükriye Nermin (1930), Nevin (1939), Hasan (1940) adlı çocukları dünyaya gelir. Nuriye 1941’de, Ömer 1954’de, Mehdi (Aile içinde Metin adı kullanılır) 2008’de, Nermin (2010) yılında vefat ederler.

Konya’da, Kürt Sabri Bey adıyla anılan Sabri Halıcı’nın nüfus kâğıdında soyadı kanunu çıkınca Halıcı soyadını aldığı, 1942’de üç ay askerlik yaparak terhis edildiği kayıtlıdır. Okul eğitimi görmemiş, eski ve yeni yazıyı kendi gayretleriyle öğrenmiştir.

Kişilik özelliklerine gelince uzun boylu, çok yakışıklı, otoriter, iyi bir hatip, tuttuğunu koparan sert mizaçlı bir kişi olarak tanımlanabilir. Güzel sanatlardan, şiirden, Kur’an ve ilahi okunmasından hoşlanır. Ölene kadar bahçesinde nadide güller ve yıldız çiçekleri yetiştirmiş ve bu konuda ödüller almıştır. Sabri Halıcı’nın hayat felsefesinin “Hiç ölmeyecek gibi bugün, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış” olduğu söylenebilir.

SAHABE-İ KİRAM NASIL YAŞADIYSA ÖYLE HAREKET ETMEYE ÇALIŞTI

Dini özelliklerine bakılırsa çok dindar bir kişiliktir. Onun için İslamiyet, milliyetçiliğin önündedir; takvaca üstün olan en değerli insandır.

Yaşamın her safhasında Sahabe-i Kiram nasıl yaşadıysa öyle hareket etmeye çalışmıştır. Günlük ibadetleri yanında her gün bir cüz Kur’an okumuş; Elmalılı Hamdi Yazır’ın Kur’an Meal ’ini ve Sahihi Buhari’nin Hadislerini elinden düşürmemiştir. Kalan zamanlarında ise “Risale-i Nur” okuduğu gibi; onları da alıştırmak amacıyla çocuklarına, torunlarına okutturarak dinlemiştir.

Çocukların küçüklüğünde, evde bütün namazlar cemaatle kılınır; sabah namazından sonra uyunmaz, Konya’nın ünlü hocaları, Hacı Haydar Efendi, Postalcı Zade Hacı Rahim Efendi büyük çocuklara; Midillili Ahmet Efendi ise son iki çocuğa din dersleri vermeye gelirler. Kahvaltıdan sonra ticaret yaptığı halı dükkânına gidilir; akşama mutlaka yemekli misafirler olur. Namazdan sonra yemek yenir, yatsı namazından sonra güzel sesli misafirler tarafından “Kur’an-ı Kerim” ve “Risale-i Nur” okunur.

Ramazan aylarında Adapazarı taraflarından Hafız Abdürrahim Efendi  başta olmak üzere, genç hafızlar bir ay süresince gelir; evin genç delikanlıları ve nur talebeleri ile çiçekler içindeki bahçelerde hatimle teravihler kılınır; iftarlar ve sahurlar gerçekleştirilir dönemlerde dini vecibeler rahatlıkla uygulanamadığı için, çok modern hanım komşularımızın akşama hafızları dinlemek için geldiklerini ve mutluluk gözyaşları içinde ayrıldıkları biliyorum.

ÇOCUKLUĞUMDAN BERİ BU YOLDA OLDUĞUNU HATIRLIYORUM

Sabri Halıcı’nın çok sevdiği nur camiasını nasıl tanıdığını, ne zaman ve ne şekilde katıldığını bilemiyorum. Çocukluğumdan beri bu yolda olduğunu hatırlıyorum. Dönem çok sıkıntılı bir dönemdi. İlkokul yıllarımda zaman zaman polis amcaların eve gelip, yatak yorganları bile aradıklarını, annemin arkalarından evi yerleştirmek için epey zaman harcadığını biliyorum. Nazilli ve Afyon hapishanelerinde hapishanede olduğu zamanlarda küçük çocuklara babalarının İstanbul’a iş için gittiği ve ev yaptırdığı söyleniyordu. Bu ev aramalarının uzun süre devam ettiğini söyleyebilirim.

Babam nurları evde okumak ve okutmak dışında bizlere nur çalışmalarıyla ilgili hiçbir şey anlatmazdı. Eserlerde babamla, Ömer, Feyzi ve Metin ağabeylerimle ilgili kayıtlar var. Burada, kendi içimizde yaşadığımız birkaç olayı nakletmek istiyorum.

BİRİNCİ HİKÂYE; BİR EVLİLİK HİKÂYESİ…

Nur talebelerinden Selahattin Çelebi’nin, ablamla evliliği söz konusudur. Selahattin Çelebi, İnebolu’da evine gizli bir matbaa kurarak Risaleleri yayımlayan Ahmet Nazif Çelebi’nin oğludur. Babam durumu Üstad Hazretleri’ne açıklar. Onun da uygun bulması üzerine Şükriye Nermin’le evliliği gerçekleşir. Saitnur ve dedelerinin Nilnur adıyla sevdiği (Nilgün) dünyaya gelir; kısmet kesilmiştir.

Yedi yıl kadar sonra Selahattin Çelebi eşinden ayrılmak durumunda kalır. Bu ayrılığa üzülen Üstad Hazretleri, Şükriye Nermin’i, kızını annesini kitap satışlarına belli bir oranda ortak ederek maaşa bağlayacağını söyler ve ilk maaşlarını gönderir. Babam duruma müdahale ederek çok teşekkürle bunu kabul edemeyeceklerini bildirir. Âmâ ilk defa gelen paranın bereket olarak bütün hısım, akraba ve eşe, dosta dağıtıldığını hatırlıyorum…

BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ PARA VERDİ HELVA İSTEDİ

İkinci hikâye; annemle ilgili bir bal helvası hikâyesi…
Çocukluğunda, Erzurum’un Kiğı kazasının Şaruk köyünün dağlarında, evin koyunlarını güden çobanlara katılan babama ve çobanlara, öğlen yemekleri için evde bal helvası yapılıp verilirmiş. Bu nedenle, bıçakla adeta kazınarak yenen sert bal helvası evimizden hiç eksik olmazdı. Babam Afyon hapishanesinde iken annem ona bir bal helvası gönderiyor. Babamın ikram ettiği bal helvasını, para vererek tadına bakan Bediüzzaman Hazretleri, kendi çocukluğunun Bitlis helvalarına benzeterek çok beğeniyor. Bir süre sonra babama bir miktar para vererek, annemden aynı helvadan göndermesini istiyor.

Annemin bu haberle ne kadar mutlu olduğunu anlayabilirsiniz. Hemen gönderilen para ile alınan malzemelerle tekrar bir bal helvası yapılıyor ve Konya’dan Afyon’a gönderiliyor. El emeği unutulur mu, hemen bahşişi de Konya’ya dönüyor. Annemin o bahşişi herkese bereket parası olarak dağıttığını hatırlarım. Para bitince de eşin dostun bize kalmadı diye nasıl hayıflandığını da…

omer_halici_haber.jpg“ÖMER, BİZİM YERİMİZE ŞEHİT OLDU”

Üçüncü hikâye; Ömer Ağabey’imle ilgili…
Hava astsubayı olan Ömer Ağabey’im, hayatının son yıllarında dine yönelir ve çok iyi bir nur talebesi olur. 1954 yılında, Üstad Hazretleri bir deniz yolculuğunda, yanındaki talebeleriyle denizdeki fırtına nedeniyle çok sıkıntılı anlar yaşarlar; kıyıya yaklaştıkları zaman dilinden “Ömer, bizim yerimize şehit oldu” sözleri dökülür.
Karada kendilerini karşılayanlar, Ömer Ağabey’imin vatan semalarından ilahi semalara yürüdüğünü bildirirler.

MEKTUPTAN ÖTÜRÜ NURCU KABUL EDİLEREK HAPSE ALINIR

Dördüncü hikâye; Metin Ağabey’imle ilgilidir…
Babam Afyon’da hapis olduğu zaman hukuk öğrencisi olan Metin, kendisine bir mektup yazar. Bu mektuptan ötürü Nurcu kabul edilerek hapse alınır, iki ay kadar hapiste kalır. Metin Ağabey’im ölümünden önce ağır bir hastalığa yakalanır; hastalık nedeniyle yakınlarını bile pek tanıyamazken Bediüzzaman Hazretleri’nden derin sevgi ve saygıyla yeğeni Nilgün Çelebi’ye söz ettiğini, Nilgün Çelebi’den dinledim.

BEDİÜZZAMAN’IN YEMEĞİ EKMEK VE SICAK SU

Beşinci hikâye; kardeşim Hasan’a aittir…
Halı, mobilya ticareti için mal alma için belirli sürelerde seyahate çıkan babam Isparta’ya her gidişte Emirdağ’a uğrar. Bir seyahatinde, Talas’ta yatılı okurken yazın Konya’ya gelen en küçük çocuğu Hasan’ı da yanına alır. Hasan’ın anlattığına göre, Emirdağ’da Üstad’ı ziyarete gittiklerinde, evde Zübeyr Bey ve Risale-i Nur’ların ilk kâtiplerinden Hüsrev Bey vardır. Öğlen saatlerinde sofrayı hazırlarlar. Bir bakır tasın içine bir dilim ekmek doğranır, üzerine sadece sıcak su dökülür. Bizimkilere de buyur ederler ama onlar yemeklerini yemişlerdir; Üstad Hazretleri iki talebesiyle bu yemeği yer ve şükür ederek sofradan kalkarlar.

ÜSTADI DIŞARIDAN GÖRME ŞANSINA ERİŞİRDİK

Bediüzzaman Hazretleri, hayatının son yıllarında birkaç defa Konya’ya geldi. Kardeşi Abdülmecit Efendi’nin hanımıyla ve kızıyla görüşürdük. Bu ziyaretleri gelmeden babama da bildirip davet ettiği için, biz de babamla beraber Abdülmecit Efendi’nin evine giderdik. Babamı ve çok az sayıdaki diğer erkek konukları ayrı bir odada konuk ederdi; ancak huzuruna kadın kabul etmediği için annem ve ben ayrı odada oturur, kendisini kardeşinin evine girerken dışarıdan görme şansına erişirdik.

BEDİÜZZAMAN’IN MEVLANA ZİYARETİNDE POLİSE VERDİĞİ CEVAP

Altıncı hikâye; Feyzi Ağabey’imin hikâyesine gelince şöyledir…
Babam ve ağabeylerim, Bediüzzaman Hazretleri Konya’ya geldiğinde, tatsız bir olay olmaması için kendisini devamlı takip ederlerdi. Hayatının son yıllarında Konya’ya gelen Bediüzzaman Hazretleri, Hz. Mevlana’yı ziyarete gider. Orada dua ederken kendisini takip eden komiser, Feyzi Ağabey’imin ricasına rağmen, acele etmesini söyler. Bu kabalığa “Biz kalıcı değiliz, evladım” diye zarif bir şekilde cevap verir; duasını ve fatihasını tamamlayarak ziyaretini sona erdirir…

Devamlı takip edilmekle, sürgünlerle çok zor geçen hayatı, bu Konya ziyaretinden sonra gittiği Urfa’da sona erer.
Urfa’da hastalığının ağırlaştığı ve gelmesi babama bildirilir. Hemen Urfa’ya giden babam orada acı olayı yaşar. Vefatında sırtında bulunan gömleğini talebeleri parça parça keserek paylaşırlar. Babama bir kuşağı, ayağındaki çorapları ve havlusu da verilir. Babamı kaybettiğimizde, vasiyeti üzerine Bediüzzaman Hazretleri’nin kuşağı kefenine sarılarak defnedildi. Diğer eşyaları bende muhafaza altındadır.

O dönem, büyük sıkıntılar çeken ve şimdi hayatta olamayan Nur Camiası mensupları, Bediüzzaman Hazretleri’nin eserlerinin bütün dünyaya yayıldığı bu günleri keşke görebilselerdi… Hepsi topraklarda değil nurlarda yatsınlar…
Sabri Halıcı, 31 Mart 1979 da vefat eder. Kabri Musalla mezarlığındadır. Nurlar içinde yatsın.