Salahattin ALTUNDAĞ

Salahattin ALTUNDAĞ

Bilim, Akıl ve Vicdan: Sandalyeden Yaratıcıya Felsefi Bir Yolculuk-15

SCIENCE, REASON AND CONSCIENCE: A PHILOSOPHICAL JOURNEY FROM THE CHAIR TO THE CREATOR - 15

(TÜRKÇE VE İNGİLİZCE)

Deist’in sözleri, odadaki atmosferi aniden değiştirmişti. Herkes, bu yeni perspektifin getirdiği düşünceleri sindirmeye çalışırken, odada derin bir sessizlik hâkim olmuştu. İnançlı Kişi’nin bakışları, bu yeni bakış açısının derinliklerine inmek istercesine Deist’e kilitlenmişti.

Tartışma, İnançlı Kişi'nin sarsıcı sorusuyla adeta doruk noktasına ulaşmışken, beklenmedik bir misafirle yeni bir boyut kazandı. Deist, kendinden emin bir şekilde ortaya çıkan bu yeni ses, Yaratıcı'nın varlığını kabul etmekle birlikte, dinlerin rolünü sorgulayan bir bakış açısı sunuyordu.[1] Bu cesur çıkış, İnançlı Kişi'nin sorgusuna beklenmedik bir cevap niteliğindeydi.

Deist, çocukluğundan beri doğadaki mucizeliklere hayranlık duyan biriydi. Özellikle yıldızlı gecelerde gökyüzünü izler, kâinatın sonsuzluğunu düşünürdü. Ancak, kendince katı dini kurallarla büyüdüğü için dinin baskıcı yönlerinden uzaklaşmak istemişti. Üniversite yıllarında okuduğu felsefi metinler, onu deizm düşüncesine yönlendirmişti. Yaratıcıya inanıyor, ancak dinlerin insan yapımı olduğunu düşünüyordu.

Deist'in "Yaratıcı var, ancak dinler insan ürünüdür" şeklindeki iddiası hem Ateist hem de Agnostik'i şaşırttı. İnançlı Kişi ise bu yeni fikre karşı temkinliydi. Deizm, tartışmayı nereye götürecekti? Bu yeni perspektif, Yaratıcı'nın varlığı ve dinin rolü hakkındaki düşünceleri nasıl etkileyecekti?

Deist'in katılımıyla, tartışma daha da karmaşık ve heyecanlı bir hal almıştı. Farklı inançlar ve şüpheler çarpışırken, “gerçek” arayışı daha da derinleşiyordu. Herkesin gözü Deist'teydi. Onun fikirleri, bu felsefi yolculuğun bundan sonraki durağını belirleyecekti.

Hazır olun, çünkü bu entelektüel macera, “gerçeği”sonunda tüm açıklığıyla ortaya çıkaracak...

Deist: Bu tartışmanın tam da kilit noktasına gelmişsiniz. Belki de şimdi size yeni bir perspektif sunma zamanı geldi.

İnançlı Kişi: (Deist'e dönerek) Hoş geldiniz. Farklı bir bakış açısı sunacağınızı söylüyorsunuz. Bu konuyu nasıl ele alacaksınız?

Deist: Evet, bir yaratıcıya inanıyorum. Ancak bu yaratıcı, evreni yaratmış ve sonra geri çekilmiş bir varlıktır. Doğal süreçler evreni otomatik olarak yönetir. Dinlerin iddia ettiği gibi sürekli bir müdahale söz konusu değil.[2]

İnançlı Kişi: İlginç bir yaklaşım. Yaratıcının varlığını kabul etmene rağmen, dinin gerekliliğini reddettiğini ima ettin. Açıklamanı bekliyorum.

Deist: Elbette. Ben de bir yaratıcının varlığına inanıyorum. Bu evrenin, bu kusursuz düzenin, kendi kendine, rastlantılarla oluştuğuna inanmak bana mantıksız geliyor. Ancak, yaratıcının evreni yarattıktan sonra işleyişine müdahale ettiğini düşünmüyorum. O, evreni yarattı, yasalarını koydu ve sonra geri çekildi. Tıpkı bir saatçi gibi; saati yapar, kurar ve sonra çalışmasını izler.[3]

İnançlı Kişi: Yani, yaratıcının bizimle bir ilişkisi olmadığını mı söylüyorsun?

Deist: Evet, aynen öyle. Yaratıcı, evreni yarattıktan sonra onu kendi yasalarıyla baş başa bıraktı. O, bizim günlük hayatımızla ilgilenmiyor. Dinin gerekliliğine inanmıyorum, çünkü bence insan, akıl ve mantık yoluyla yaratıcının varlığına ulaşabilir.[4]

İnançlı Kişi: Peki ya hayatın anlamı? Eğer yaratıcı bizi sadece kendi halimize bıraktıysa, varoluşumuzun bir amacı yok mu?

Deist: Hayatın anlamını kendimiz yaratırız. Evreni keşfetmek, bilgi edinmek, başkalarına yardım etmek, sanatla uğraşmak... Bunlar, hayatımıza anlam katabilecek şeylerdir. Yaratıcının bize bir amaç vermesini beklemek yerine, kendi amacımızı kendimiz belirlemeliyiz.[5]

İnancına saygı duyuyorum, İnançlı Kişi. Ancak, benim için akıl ve mantık, inançtan önce gelir. Yaratıcının varlığını kabul ediyorum, ancak dinin gerekliliğini reddediyorum. Herkesin kendi inançlarını seçme özgürlüğü vardır ve ben de kendi seçimimi yaptım.[6]

Akıl ve mantık, insanın en değerli varlıklarıdır. Onları kullanarak gerçeği arayabilir, kendi seçimlerini yapabilir ve hayata anlam katabiliriz. Yaratıcının bize her şeyi hazır olarak sunmasını beklemek yerine, kendi potansiyelimizi gerçekleştirmeliyiz.[7]

İnançlı Kişi: Fakat bu, yaratıcıyı insanların yaşamından tamamen dışlamak anlamına gelmez mi? Yaratıcıya inanmak, sadece bir teoriden ibaret mi kalacak?

Deist: Yaratıcıya inanmak, evrenin kökenini anlamak açısından önemlidir. Ancak bu inanç, dinlerin ve ritüellerin dayattığı gibi bir yaşam tarzı oluşturmak zorunda değildir. Yaratıcı, sadece evrenin başlatıcısıdır ve evrenin işleyişi, doğa kanunları aracılığıyla sürdürülmektedir.[8]

İnançlı Kişi: Ancak yaratıcı, sadece başlatıcı olarak kalıyorsa, insanlara rehberlik edecek bir kaynağı nereden bulacağız? Ahlaki değerlerimizi nasıl belirleyeceğiz?

Deist: Ahlaki değerler, insan doğasından ve toplumun ihtiyaçlarından doğar. Dinler bu değerleri sistematize etmiştir, ancak bu değerler yaratıcıdan gelen bir emir değil, insanlığın kendi deneyimlerinin bir sonucudur.[9]

İnançlı Kişi: Anlıyorum. Ancak, yaratıcıyı sadece başlangıçta aktif kabul etmek, yaratıcının varlığına ve hikmetine dair derin soruları cevapsız bırakmıyor mu? Eğer bir yaratıcı varsa, onun sürekli bir ilişki içinde olduğu bir kâinat düşüncesi daha tutarlı değil mi?

Deist: Bu noktada, yaratıcıyı daha çok bir filozof gibi düşünüyorum. Evrenin işleyişini düzenleyip, daha sonra bu işleyişi izleyen bir varlık olarak. Bu düşünce, yaratıcıya duyulan saygıyı azaltmaz, aksine onun evreni ne denli mükemmel yarattığını vurgular.[10]

İnançlı Kişi: Peki ya kâinattaki hassas düzen ve ahenk? Bunlar sadece başıboş bırakılmış süreçlerin bir ürünü olabilir mi?

Deist: Karmaşık düzen ve ahenk, doğa kanunlarının bir sonucudur. Doğa kanunları, başlangıçta yaratıcı tarafından belirlenmiş ve evrenin işleyişini sürdüren bir mekanizmadır. Yaratıcı, bu mekanizmayı belirledikten sonra evrene müdahale etmeye gerek duymaz.[11]

Ateist, derin bir nefes aldı ve başını sallayarak ellerini ovuşturdu. Sözlerin ağırlığını hissedercesine sessiz kaldı, gözleri bir anlık dalgınlıkla uzağa daldı. Agnostik'in yüzünde ise memnun bir gülümseme vardı ve sürekli başını sallayarak konuşmacının fikirlerine katıldığını belli ediyordu. Sanki hem söylenenleri onaylıyor hem de kendi düşüncelerinde bir derinlik keşfediyordu. Gözleri, tartışmanın merkezine odaklanmış, sürekli başını sallıyordu. Dikkatini topladı ve konuşmanın gidişatını merakla izlemeye devam etti.

İnançlı Kişi: Öncelikle şunu açıkça ifade etmeliyim ki: Başından beri sizinle diyaloglarımızda paylaştığınız bilgileri teker teker sorguladım. Sizi dikkatlice dinledim ve bu süreçte, söylediklerinizin derinliğine inip, kendi ifadelerinizle “gerçeği” ortaya çıkarmayı amaçladım. Bu sorgulamayı yaparken, söylediklerinizi sizin kendi kaynaklarınıza dayandırarak inceledim. Dürüst ve samimi cevaplar verdiğiniz için teşekkür ederim.

whatsapp-image-2024-10-22-at-18-27-09.jpeg

Ancak, konuşmalarımıza devam etmeden önce şu noktayı vurgulamak istiyorum: Gözlemlediğim kadarıyla, siz Deist ve Agnostik arkadaşımız, aslında Ateist arkadaşınıza destek oluyorsunuz. Söylemlerinizin ardında, hep bir ateist düşüncenin izlerini görmek mümkün. İnsanlar ateist düşünceye soğuk baktıklarında, ortaya agnostik düşünce atıldı ve oradan ateist düşünce beslenmeye çalışıldı. Agnostik düşünceye de soğuk bakanlara ve illa bir yaratıcıya inanmak isteyenlere ise deist bir bakış açısıyla karşılık verildi. Bu şekilde, yine ateist düşünce desteklenmeye devam edildi. Sonuçta, tüm yollar Ateizm'e çıkıyor gibi.

Bunun farkında olup olmadığınızı bilemem ama belki de bu durumun bilincindesinizdir. Belki de yanılıyorum, ama bu benim kişisel gözlemim.

Deist düşünce, mantık, bilim ve bilgiyle o kadar bağdaşmıyor ki, bunu başka düşünceler ve duygular nedeniyle göremiyorsunuz. Başka düşünceler derken şunu kastediyorum: Bir yaratıcıya inanmanın kaçınılmaz olduğunun farkına varanların büyük bir çoğunluğu, bu inançla gelen sorumluluk ve yükümlülüklerden kaçmak için bir çözüm aradılar ve bu çözüm olarak Deist düşünceyi benimsediler. Bu yaklaşım onlar için rahatlatıcıydı, çünkü din, peygamberler, kutsal kitaplar ve kurallar onlara zorlayıcı geliyordu. Bu nedenle, Deist fikirlere hızla sarıldılar; böylece kendilerini özgür hissedecek, sorumluluk ve kısıtlamalardan kaçınacak, kimseye hesap vermek zorunda kalmayacaklardı. Bu yüzden, bu düşünceyi sorgulamadan kabul ettiler.

Şimdi gelin, dinleyicilerimizin hatırına, bu düşüncenin bazı eksik yönlerini birlikte inceleyebiliriz. Böylece hepimiz için daha aydınlatıcı bir tartışma olur. Dinleyicilerimizin hatırı için diyorum, çünkü inatla reddediyorsunuz ve beni oldukça yordunuz. Bir de kalkıp aynı şeyleri tekrar tekrar dile getiriyorsunuz. Deist arkadaş da aynı şeyleri söylüyor: Kâinatın işleyişi, kendi içindeki doğal süreçlerle ve doğa kanunlarıyla yürüyormuş. Başından beri bunu reddettim ve delillerle çürüttüm; bence kabul ettiniz ama itiraf edemiyorsunuz veya tasdik etmiyorsunuz. Tekrar tekrar başa dönmek beni yoruyor ve sizin bu inadınız, sabrımı zorluyor.

Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur Külliyatı’nda sıkça vurguladığı bir örneği hatırlatmak isterim:[12]

“Deve kuşuna demişler: ‘Kanatların var, uç!’ O da kanatlarını kısıp, ‘Ben deveyim’ demiş, uçmamış. Fakat avcının tuzağına düşmüş. Avcı beni görmesin diye başını kuma sokmuş. Halbuki koca gövdesini dışarıda bırakmış, avcıya hedef etmiş. Sonra ona demişler: ‘Madem deveyim diyorsun, yük götür!’ O zaman kanatlarını açıvermiş, ‘Ben kuşum’ demiş, yükün zahmetinden kurtulmuş. Fakat hâmisiz ve yemsiz olarak avcıların hücumuna hedef olmuş.”

Sizin de durumunuz bundan farklı değil; yine Risale-i Nur Külliyatı’nda Bediüzzaman’ın ifadesiyle, “Deve kuşu gibi, tam manasıyla ne kuş olur ve ne de deve olur.”[13] Bir içsel çelişki içinde olmanıza rağmen, bazı duygularınızın hatırı için bu inattan vazgeçmiyorsunuz.

Geçmiş bölümlerde, Hazreti Ali’nin (ra) "YA VARSA" argümanını sizinle paylaştım. O argüman aklınıza geldiğinde, deve kuşu gibi başınızı kuma gömüyorsunuz, onu görmezden gelmeye çalışıyorsunuz. Oysa başınız kumda olsa da bütün gövdeniz dışarıda. “Gerçekler” sizi yakalayacak ve bu gerçeklere uymamanın bedelini ödeyeceksiniz.

Şimdi, yukarıda dile getirdiğiniz argümanlarınızı tek tek ele alalım ve bu fikrin ne kadar mantıksız, tutarsız ve bilgiden yoksun olduğunu hep birlikte görelim. Sadece siz değil, etrafımızdaki diğer arkadaşlarımız da bunu fark edecek.

İnançlı Kişi’nin bu kendinden emin sözleri ve deizmi böylesine basit bir şekilde ele alışı, Deist’i adeta şaşkına çevirmişti. Gözleri büyümüş, bakışları hayret ve inanamama duygusuyla dolu bir şekilde İnançlı Kişi’ye kitlenmişti. İçinde, biraz da huzursuzlukla karışık bir merak büyüyordu; İnançlı Kişi’nin sunacağı argümanları büyük bir sabırsızlıkla bekliyordu. İnançlı Kişi, hafif bir tebessümle Deist'e baktı:

İnançlı Kişi hafifçe içini çekti. "Bakın, sizin bakış açınızı anlıyorum ve bu konuda ciddi şekilde düşündüğünüzü biliyorum. Ama dürüst olmak gerekirse, bu yaklaşımın bir 'yanılgı' olduğunu düşünüyorum..."

Sizin bakış açınızı takdir ediyorum ve bu konuda derinlemesine düşündüğünüzü biliyorum.

İnançlı Kişi: “Sizin bakış açınızı anlıyorum ve üzerinde derinlemesine düşündüğünüzü biliyorum. Ancak bazı noktaları birlikte daha detaylı ele almayı öneriyorum. Dürüst olmak gerekirse, bu yaklaşımın bir ‘yanılgı’ olduğunu düşünüyorum; bu da ‘gerçeği’ tam olarak kavrayamadığınız anlamına geliyor.” dedi, ses tonunda hem anlayış hem de kararlılık hissediliyordu.

Deist, kaşlarını çatarak bir adım öne çıktı:

Deist: “Nasıl yani? Bu kadar kesin bir ifadeyi nasıl kullanabilirsiniz?” diye sordu, sesinde şaşkınlık ve hafif bir kızgınlık vardı.

İnançlı Kişi, sakinliğini koruyarak elini hafifçe kaldırdı:

İnançlı Kişi: "Sözlerim size değil, bu fikre yönelik” diye açıkladı ve devamla:

Amacım sizi incitmek değil, sadece düşüncenizin eksik yönlerini göstermeye çalışıyorum. Kendinizde bile kabul etmeyeceğiniz bir şeyi yaratıcıya atfediyorsunuz. Kendi yarattığınız bir eserin başkası tarafından sahiplenilmesini veya başkasına verilmesini kabul eder miydiniz? Yaratıcının kâinatı yaratıp sonra kenara çekilerek her şeyi kâinatın içindekilere bırakması düşünülebilir mi? Bu mantıklı mı? Siz kendinizde bile kabul etmediğiniz bir şeyi yaratıcıya atfetmeniz bir yanılgı değil midir?

Sizin saatçi örneğiniz üzerinden de gidebiliriz. Saatçi, mükemmel bir saat yapsın. Sonra biri gelip "Bakın, şu yaylar, şu dişliler bu saatin işlemesini sağlıyor. Saatçi saati yaptı ama geri çekildi, artık her şeyi bunlar yapıyor" dese, saatçi buna izin verir mi? Saat kendi kendine çalışsa bile, saatçi başkalarının yaptığı izlenimi veren bir duruma izin vermez, sürekli kendini hatırlatacak müdahalelerde bulunur. Saatin çalışmasının ona atfedilmemesi, onun emeğinin ve iradesinin göz ardı edilmesi anlamına gelir. Saatçinin böyle bir duruma izin vereceğini düşünmek bile zor.

Deist: Bu konuyu hiç böyle düşünmemiştim. İleri sürdüğümüz fikirler doğru gibi görünüyordu, mantık bunu gerektiriyor sanıyorduk. Nasıl göremedik bunu, hayret doğrusu.

İnançlı Kişi: Başlangıçta “yanılgı” dediğimde itiraz etmiştiniz, ancak şimdi siz de bu durumu kabul ediyorsunuz. Fakat mesele burada bitmiyor. Bu düşüncenizle kâinattaki işleyişlere de ilahi bir özellik atfediyorsunuz.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, yaratıcı, kendi yarattığı kâinatta kendisine ortak kabul etmez. Bu kesin bir kuraldır.

İkincisi, "Yaratıcı kâinatı yarattı ve sonra geri çekildi; kâinat kendi kendine işlemeye devam etti" demek, aslında ateistlerin kullandığı argümanlara benzer. Yani, varlıkların kendi kendilerine, kendi özelliklerini kullanarak, doğal süreçler ve doğa kanunlarıyla işlerini yürüttüğünü söylemek, ateistlerle aynı noktada buluşmak demektir. Bu durumda, bir yaratıcıya sadece "ilk yapan kim" sorusuna cevap vermek için inanmış olursunuz ve sonrasını doğa yasalarına bırakırsınız. Ancak, "kâinatın kendi kendine işlemeye devam ettiğini" iddia etmek, varlıkların iş yapabilme kabiliyetine sahip olduğunu kabul etmek anlamına gelir ki bu da büyük bir yanılgıdır. Sohbetimizin başından beri bu konuyu derinlemesine ele aldık ve bu düşüncenin doğru olmadığını net bir şekilde ortaya koyduk.

Kâinattaki her şey, her an yaratıcının müdahalesine ihtiyaç duyar. Kâinatın düzeni, sürekli ve aktif bir yaratıcı tarafından yönlendirilir. Bu tıpkı, bir sandalye yapmak için kullanılan malzemeler gibi: Çekiç çakma özelliğine sahiptir, testere kesme işlevine sahiptir, ancak bu araçlar kendi başlarına hareket edemez ve bu özelliklerini kullanamazlar. Aynı şekilde, kâinattaki varlıklar da yaratıcılarının sürekli müdahalesi olmadan işlev göremezler. Bu, yaratıcının sürekli faaliyette olduğunu gösteren, O’nun "faal" sıfatıdır ve bu sıfat, kâinatın her anını dolduran ilahi bir gerçekliktir.

Deist, şaşkınlığını gizleyemeyerek gözlerini İnançlı Kişi'ye dikti. Kalbi hızla çarpıyordu; sanki yıllardır sağlam sandığı zeminin altından kaydığını hissediyordu. "Acaba yanılıyor muyum?" diye içinden geçirdi. Mantıklı ve tutarlı olduğuna inandığı fikirleri, şimdi bir bir sorgulanıyordu. İçinde hem bir direnç hem de yeni bir anlayışın kıvılcımı belirmişti.

Tartışmayı izleyen diğerleri de sessizliğe gömülmüştü. İnançlı Kişi'nin sözleri, onların da zihinlerinde yeni sorular uyandırmıştı. Fısıldaşmalar başladı: "Bu kadar açık bir gerçeği nasıl göremedik?", "Yaratıcının her an her şeye müdahale ettiğini düşünmek, aslında çok daha mantıklı."

İnançlı Kişi, Deist'in ve diğerlerinin şaşkınlığını fark ederek, hafif bir tebessümle onları süzdü. Ardından, derin bir nefes alarak konuşmasına devam etti:

İnançlı Kişi: Yaratıcı, kâinatı yaratıp onu kendi haline bırakmış olsaydı, bu mükemmel düzeni kim sürdürüyor olurdu? Eğer doğa kanunları bunu sağlıyorsa, o zaman bu kanunların arkasındaki irade nedir? Bu düzenin tesadüfen ve müdahale olmaksızın varlığını sürdürebileceğini gerçekten düşünüyor musunuz?

Deist, İnançlı Kişi'nin bu sorgulayıcı tavrı karşısında bir an duraksadı. Şimdiye kadar kendinden emin bir şekilde savunduğu görüşlerin, bir anda çürütülmek üzere olduğunu hissediyordu. Sanki içindeki tüm kesinlikler bir bir yıkılıyor, yerini derin bir sorgulamaya bırakıyordu.

Odadaki sessizlik, bu beklenmedik sorgulamalarla derinleşti. Ateist ve Agnostik, birbirlerine bakmadan, kendi içlerinde bu yeni soruların ağırlığını tartıyordu. Dinleyiciler arasındaki fısıltılar, odanın dört bir yanına yayılmıştı: "Bunu daha önce neden düşünemedik? Gerçekten doğru olabilir mi?"

Ateist, İnançlı Kişi'nin sözlerini dinlerken kendi içinde bir çatışma yaşıyordu. "Bu argümanlar beni neden bu kadar etkiliyor?" diye düşündü. "Yıllardır savunduğum görüşler sarsılıyor mu yoksa ben mi zayıf düşüyorum?" Bir yandan mantığını korumaya çalışıyor, diğer yandan yeni düşüncelere kapı aralıyordu.

Deist: (Şaşkın bir ifadeyle) Bu kadar derinlemesine düşünmemiştim... Bu sorular, hiç aklıma gelmemişti.

Odanın içinde hafif bir sessizlik yayıldı. Pencerenin dışından gelen yağmur sesi, tartışmanın gerilimini artırıyordu. İnançlı Kişi, bir an için gözlerini yere indirdi, sonra tekrar Deist'e baktı:

İnançlı Kişi: "Gerçeği arıyorsanız, sorgulamaya devam edin.” dedi. “Çünkü samimane arayış, insanı hakikate götürür."

Bu sözler, adeta odadaki havayı bir kez daha keskin bir şekilde ikiye böldü. Herkes, bir sonraki bölümde neler olacağını merakla beklerken, tartışmanın bu kilit noktasında odadaki gerilim hissedilir derecede yükseldi. Kimse bu konuşmanın etkisinden kurtulamıyordu; çünkü herkesin zihninde aynı soru yankılanıyordu: Gerçekten doğru olabilir mi?

Deist, gençlik yıllarından beri doğa ve kâinatın gizemlerine hayranlık duymuştu. Bilimsel keşifler onu her zaman büyülemiş, ancak dinlerin katı kurallarından uzak durmayı tercih etmişti. Şimdi ise İnançlı Kişi'nin sözleri, onun bu duruşunu sorgulamasına neden oluyordu. İnançlı Kişi, sessizliği bozarak, yumuşak bir sesle devam etti:

İnançlı Kişi: Deist arkadaşım, daha tartışmamızın başındayız. Şimdiye kadar sadece birkaç temel noktaya değindik. Önümüzdeki bölümde, deist düşüncenin diğer yanılgılarını da birlikte inceleyeceğiz. Hepimiz için aydınlatıcı bir yolculuk olacak.

Böylece, on beşinci bölüm, dinleyicilerin zihinlerinde yeni sorular ve merak uyandıran bir şekilde sona erdi. On altıncı bölümde, deist düşüncenin diğer yönleri derinlemesine incelenecek ve İnançlı Kişi, Deist'in ve diğerlerinin inançlarını daha da sarsacak argümanlar sunacaktı. Bu felsefi yolculuğun nereye varacağı ise merak konusuydu...

DEVAM EDECEK (İNŞALLAH)

***

AŞAĞIDA ÖZELLİKLE İNGİLİZCE VE BATILI YAZARLARIN ESERLERİNİ KAYNAK OLARAK KULLANMAYI TERCİH ETTİM. Bu tercihin sebebi, maalesef birçok kişide BATILI VE İNGİLİZCE KAYNAKLARA OLAN ÖNYARGILI BAĞLILIĞIN VARLIĞIDIR. Oysa Doğu kaynaklarında ve özellikle bize ait çalışmalarda, Batılı kaynakların hayranlık duyduğu eserler bulunmaktadır. Başta Bediüzzaman Said Nursi'nin Risale-i Nur Külliyatı olmak üzere, İmam Gazali, Muhiddin-i Arabi, İbn-i Rüşt, İbn-i Sina, İbn-i Haldun ve daha birçok değerli ismin eserleri bu durumu kanıtlamaktadır.

[1] Birinci bölümde Ateist ve Agnostik'in bakış açılarını detaylandırmıştık. Ateist ve Agnostik’in “söylemini” ve “açıklamasını” yapmıştık. Aynı şekilde deistin de söylemini ve açıklamasını yazacağız:

  • Deist’in (Bir Yaratıcıya İnanan, Ancak Dinin Gerekliliğine İnanmayanın) Söylemi: "Bu kusursuz düzeni ve yaratımı gerçekleştiren bir yaratıcı var; ancak bu yaratıcı, evreni yarattıktan sonra müdahalede bulunmuyor ve evren kendi yasaları doğrultusunda işlemeye devam ediyor. Dolayısıyla din ve peygamberler, insanların icat ettiği sosyal düzenlemelerden ibaret olabilir."
  • Açıklama: Deist bakış açısına göre, kâinatın varlığı ve işleyişi, bilinçli bir yaratıcı tarafından başlatılmıştır. Ancak bu yaratıcı, kâinatı yarattıktan sonra ona müdahale etmez ve kâinat, kendi doğal yasaları doğrultusunda işlemeye devam eder. Deistler, genellikle organize dinlerin, peygamberlerin ve kutsal kitapların insan yapımı olduğunu ve bir yaratıcı tarafından vahyedilmediğini düşünürler. Onlara göre, kâinatın işleyişi, bilimsel yasalarla açıklanabilir ve yaratıcıya inanmakla birlikte, dinin ve ibadetlerin gerekliliğine inanmazlar. Bu görüş, yaratıcıyı kabul ederken, kendilerince, dini dogmaların dışında kalmayı tercih eden bir inanç sistemini temsil eder.

Deizm, tarih boyunca çeşitli düşünürler tarafından ele alınmış ve farklı şekillerde yorumlanmıştır. İşte deizmin yukarıda sözünü ettiğimiz temel prensiplerini anlatan ve bu düşünceyi inceleyen bazı önemli eserler:

  1. "The Age of Reason (Akıl Çağı)" (1794-1807) - Thomas Paine
  2. "A Treatise of Human Nature (İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme)" (1739-1740) - David Hume
  3. "Dialogues Concerning Natural Religion (Doğal Din Üzerine Diyaloglar)" (1779) - David Hume
  4. "Common Sense (Sağduyu)" (1776) - Thomas Paine
  5. "Deism: A Revolution in Religion, A Revolution in You (Deizm: Dinde Bir Devrim, Sizde Bir Devrim)" (2016) - Bob Johnson
  6. "God and Natural Order: Physics, Philosophy, and the Universe (Tanrı ve Doğal Düzen: Fizik, Felsefe ve Evren)" (2021) - Paul Davies

[2]Bir yaratıcıya inanmakla birlikte, bu yaratıcının evreni yaratıp ardından geri çekildiğini ve doğal süreçlerin evreni otomatik olarak yönettiğini savunan Deist düşünce, aşağıdaki kaynaklarda ele alınmaktadır:

  • Buckley, M. J. (2002). At the origins of modern atheism (Modern ateizmin kökenlerinde). Yale University Press.
  • Holmes, R. (2009). The age of wonder: How the romantic generation discovered the beauty and terror of science (Merak çağı: Romantik kuşak bilimin güzelliğini ve dehşetini nasıl keşfetti?). HarperPress.
  • Armstrong, K. (2000). The battle for God (Tanrı için savaş). Ballantine Books.
  • Paine, T. (1794). The Age of Reason (Akıl Çağı). New York: G. P. Putnam's Sons.
  • Tindal, M. (1730). Christianity as old as the creation (Hristiyanlık yaratılış kadar eski). London: M. A. Barker.
  • Voltaire. (1764). Dictionnaire philosophique.
  • Diderot, D. (1746). Pensées philosophiques (Felsefi düşünceler)

[3]Deist düşünce, özellikle bir yaratıcıya inanıp bu yaratıcının evrene müdahale etmediği fikri, birçok tarihsel kaynağa dayanmaktadır:

  • Armstrong, Karen. (1993). A History of God (Tanrı'nın Tarihi). Ballantine Books.
  • Royle, Edward. (2004). Victorian Infidels: The Origins of the British Secularist Movement (Viktorya Dönemi Kafirleri: İngiliz Sekülerist Hareketinin Kökenleri), 1791-1866. Manchester University Press.

[4] Yaratıcı, evreni yarattıktan sonra onu kendi yasalarıyla baş başa bıraktı ve günlük hayatımıza müdahil olmuyor. Dinin gerekliliğine inanmayan Deist düşünce, insanın akıl ve mantık yoluyla yaratıcının varlığına ulaşabileceğini savunur. Bu düşünce, aşağıdaki eserinde de ele alınmaktadır:

  • Buckley, M. J. (2002). At the origins of modern atheism (Modern ateizmin kökenlerinde). Yale University Press.

[5] Hayatın anlamını kendimizin yaratması gerektiği, evreni keşfetmek, bilgi edinmek, başkalarına yardım etmek ve sanatla uğraşmanın yaşamımıza anlam katabileceği düşüncesi, Deist kökenli bir yaklaşımdır. Aşağıdaki eserde, yaratıcıdan bir amaç beklemek yerine, bireylerin kendi amaçlarını belirlemeleri gerektiği vurgulanmaktadır:

  • Shermer, M. (2018). Heavens on Earth: The Scientific Search for the Afterlife, Immortality, and Utopia (Gökler Yeryüzünde: Ölümden Sonra Yaşam, Ölümsüzlük ve Ütopya İçin Bilimsel Arayış). Henry Holt and Co.

[6]Deist kökenli düşünce, yaratıcıyı kabul etmekle birlikte dinin gerekliliğini reddetme üzerine kuruludur. Bu yaklaşım, bireyin inanç özgürlüğüne vurgu yaparak, herkesin kendi inancını seçme hakkını savunur. Bu görüş, aşağıdaki kaynaklarda ayrıntılı olarak ele alınmıştır:

  • Campbell, Colin. (1975). Toward a Sociology of Irreligion (Bir Dinsizlik Sosyolojisine Doğru). Macmillan Press Ltd.
  • Armstrong, Karen. (2009). The Case for God (The Case for God). Alfred A. Knopf.
  • Buckley, M. J. (2002). At the origins of modern atheism (Modern ateizmin kökenlerinde). Yale University Press.

[7] Akıl ve mantığın, insanın gerçeği aramasında en önemli araçlar olduğunu savunan Deist düşünce, aşağıdaki yazarların eserlerinde de vurgulanmaktadır. Bu yazarlar, insanın kendi potansiyelini gerçekleştirmesi gerektiğini, her şeyi yaratıcının sunmasını beklemek yerine bireyin akıl ve mantığıyla hayata anlam katabileceğini savunurlar:

  • Shermer, M. (2000). How We Believe: Science, Skepticism, and the Search for God (Nasıl İnanıyoruz? Bilim, Şüphecilik ve Tanrı Arayışı). W. H. Freeman.
  • Harris, Sam. (2004). The End of Faith: Religion, Terror, and the Future of Reason (İnancın Sonu: Din, Terör ve Aklın Geleceği). W. W. Norton & Company.
  • Dennett, Daniel C. (2006). Breaking the Spell: Religion as a Natural Phenomenon (Büyüyü Bozmak: Doğal Bir Fenomen Olarak Din). Viking.

[8] Bu düşünce, çeşitli kaynaklarda da dile getirilmektedir. Bazıları şunlardır:

  • Holmes, Richard. (2009). The Age of Wonder: How the Romantic Generation Discovered the Beauty and Terror of Science (Mucizeler Çağı: Romantik Kuşak Bilimin Güzelliğini ve Dehşetini Nasıl Keşfetti?). HarperPress.
  • Taves, Ann. (2016). Revelatory Events: Three Case Studies of the Emergence of New Spiritual Paths (Vahiysel Olaylar: Yeni Ruhani Yolların Ortaya Çıkışına İlişkin Üç Örnek Olay İncelemesi). Princeton University Press.
  • Ferris, Timothy. (1992). The Mind's Sky: Human Intelligence in a Cosmic Context. Bantam.

[9] Ahlaki değerlerin insan doğası ve toplumun ihtiyaçlarından doğduğu, dinlerin bu değerleri sistematize ettiği ancak bu değerlerin yaratıcıdan gelen emirler olmadığı, insanlığın kendi deneyimlerinin bir sonucu olduğu düşüncesi, aşağıdaki eserlerde dile getirilmektedir:

  • Shermer, Michael. (2015). The Moral Arc: How Science and Reason Lead Humanity Toward Truth, Justice, and Freedom (Ahlaki Ark: Bilim ve Akıl İnsanlığı Hakikat, Adalet ve Özgürlüğe Nasıl Yönlendirir?). Henry Holt and Co.
  • Harris, Sam. (2010). The Moral Landscape: How Science Can Determine Human Values (Ahlaki Manzara: Bilim İnsan Değerlerini Nasıl Belirleyebilir?). Free Press.
  • De Waal, Frans. (2006). Primates and Philosophers: How Morality Evolved (Primatlar ve Filozoflar: Ahlak Nasıl Evrimleşti). Princeton University Press.

[10] Bu düşünce, yaratıcıyı evrenin işleyişini düzenleyen ve sonrasında bu işleyişi izleyen bir filozof gibi tasavvur eden anlayış, aşağıdaki kaynaklarda dile getirilmiştir:

  • Stenger, Victor J. (2008). God: The Failed Hypothesis. How Science Shows That God Does Not Exist (Tanrı: Başarısız Hipotez. Bilim Tanrı'nın Var Olmadığını Nasıl Gösteriyor?). Prometheus Books.
  • Schoen, Edward L. (2005). Religious Extremism: A Brief History (Dini Aşırılıkçılık: Kısa Bir Tarihçe). Prometheus Books.
  • Wright, Robert. (2009). The Evolution of God Tanrı'nın Evrimi). Little, Brown and Company.

[11] Aşağıdaki kaynaklarda, "karmaşık düzen ve ahengin, doğa kanunlarının bir sonucu olduğu ve doğa kanunlarının yaratıcı tarafından başlangıçta belirlenip evrenin işleyişini sürdüren bir mekanizma olduğu, dolayısıyla yaratıcı tarafından evrene sürekli müdahale edilmesine gerek olmadığı" düşüncesi yer almaktadır:

  • Haught, John F. (2000). God After Darwin: A Theology of Evolution (Darwin'den Sonra Tanrı: Bir Evrim Teolojisi (Darwin'den Sonra Tanrı: Bir Evrim Teolojisi). Westview Press.
  • Peters, Ted. (2008). God in the Age of Science: Can the Divine Be Reconciled with the Modern World? (Bilim Çağında Tanrı: İlahi Olan Modern Dünya ile Uzlaştırılabilir mi?). Yale University Press.
  • Dacey, Austin. (2009). The Secular Conscience: Why Belief Belongs in Public Life (Seküler Vicdan: İnanç Neden Kamusal Yaşama Aittir?). Prometheus Books.

[12] Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Lem'alar 79 : On Üçüncü Lem'a / SEKİZİNCİ İŞARET

[13] Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatından Mesnevi-i Nuriye 81 : Katre / Katre'nin Zeyli

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum