Salahattin ALTUNDAĞ
Meçhul Bir Kabirde Üstad: Gizli Bir Defin ve Asker Hasan Amca’nın Unutulmaz Görevi-3
Muazzez Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin vefatından sonra mübarek naaşının meçhul bir yere götürülüşünü anlatanlar arasında rahmetli Abdulkadir Badıllı ve Necmettin Şahiner ağabeylerin yanı sıra, geçen hafta kendi dilinden video kaydıyla okuyucularımıza sunduğumuz Asker Hasan Amca da bulunmaktadır. Bir şahit olarak yaşadıklarını aktaran Asker Hasan Amca'nın hatıraları, bu iki önemli şahsiyetin anlatımlarıyla tamamen örtüşmektedir.
Zamanın acımasız çarkları arasında, mübarek Üstadımızın hatırası, kutsal bir emanet gibi saklı kalmıştı. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri'nin mübarek naaşı, zulmün karanlık pençelerine rağmen, ilahi bir koruma altında, asırlara meydan okurcasına dimdik duruyordu. Üç şahit, üç nurlu pencere, bu müthiş hakikatin perdesini aralıyor, gönüllere ferahlık, imanlara kuvvet veriyordu. Yüz on bir gün... Uzun bir bekleyişin sonunda, muazzez Üstad'ın pak bedeni, hiçbir bozulmaya uğramamış, sanki derin bir uykudan yeni uyanmış gibiydi. Bu, zalimlerin tüm çabalarının beyhude olduğunu, ilahi kudretin tecellisine karşı aciz kaldıklarını haykıran bir beyannâmeydi.
Muazzez Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin Vefat Tezkeresi[1]
Urfa’nın mübarek toprağından, hoyrat ellerle, hunharca koparılmıştı o mübarek beden. Darbeci askerlerin karanlık emelleri, Üstad'ın nurlu varlığını söndürmek, hatırasını silmek istiyordu. Afyonkarahisar’ın yolları, bu kutsal yolculuğa şahit olmuş, ardından Isparta Şehir Mezarlığı’nın bilinmez bir köşesinde, gizlice toprağa verilmişti. Üç ayrı hatıra, bu gerçeği, güneş gibi parlak bir şekilde ortaya koyuyor, şüphe gözlüklerini kırıp atıveriyordu. Artık her şey apaçık ortadaydı. Diğer rivayetlerin sisli perdesi kalkmış, hakikat, nurlu çehresiyle tecelli etmişti. Hakikat şuydu: Muazzez Üstadımızın daha hâlâ canlı gibi duran mübarek naaşı; Urfa’dan çalınarak alınmış, Afyonkarahisar’a uçakla götürülmüş, daha sonra da Isparta’nın Şehri Mezarlığı’nda meçhul bir yere defnedilmişti.
Bediüzzaman Hazretleri'ne yöneltilen bu zulüm, din düşmanlığının zehirli tohumlarından besleniyordu. Onun mübarek naaşını gizlice çalıp, meçhul bir yere taşımak, bu karanlık kalpler için bir zafer sembolüydü. Ne yazık ki, gördükleri sadece kendi gafletlerinin yansımasıydı. Çünkü Allah'ın takdiri, Üstad'ın arzusu ile birleşmişti. O, dünyalık hırslardan uzak, gönlü ilahi aşk ile dolu bir kul olarak, meçhul bir yerde medfun olmayı dilemişti. Ve işte, zalimler, bilmeden, istemeden, Allah’ın hizmetkârı haline gelmişler, Üstad'ın bu arzusu gerçek olmuştu.
Bediüzzaman Hazretlerinin Kardeşi Abdülmecid Ünlükul’a zorla imzalatılan dilekçe[2]
Sanıyorlardı ki, Bediüzzaman’a zarar veriyorlar. Oysa, ilahi iradenin birer aracı oluyorlardı. Ne kadar çabalarsa çabalasınlar, Allah halis dostlarına zarar veremeyeceklerini anlayamayacak kadar acizdiler. Bilmeden, farkında olmadan, Bediüzzaman Hazretleri’nin mezarını gizleme arzusunu yerine getiriyorlardı. Attıkları her adım, Allah’ın kudreti karşısında ne kadar çaresiz olduklarını gösteriyordu. Zulmettiklerini sandıkları her hamle, aslında ilahi iradeye hizmet ediyordu.
Bu hadise, zulmün geçici olduğunu, Allah’ın mutlak adaletinin er ya da geç tecelli edeceğini gösteren derin bir ibret levhası olarak tarihe kazınmıştır. Bediüzzaman Hazretleri, hayattayken de gizli komiteler, şer güçler, devletleriyle, ordularıyla gelip davasını yok etmeye çalışmışlar, fakat başaramamışlardı. O, seksen üç yıllık ömür boyunca,[3] Allah’ın inayetiyle davasını yerine getirmiş, milyonlarca imanlı neslin yetişmesine vesile olmuş ve geride bıraktığı muazzam şaheser, Risale-i Nur Külliyatı ile rahat yatağında, huzur içinde Hakk'ın rahmetine kavuşmuştu. Bu, onun zaferiydi, hakikatin zaferiydi, ilahi iradenin zaferiydi.
Kalplerinde kin, dillerinde nefretle Bediüzzaman’ın kutsî mirasını yok etmeye yeltenenler, bilmeden, anlamadan, o kutlu davanın ateşini daha da harlamışlardı. Sanıyorlardı ki, susturacaklar o gür sadâyı, söndürecekler o nurlu ışığı. Oysa Risale-i Nur Külliyatı, bir sel gibi coşmuş, engelleri aşıp gönüllere akmaya devam etmişti. Hesap edememişlerdi nice nesillerin bu ilim deryasından besleneceğini, nice ruhların bu nurla aydınlanacağını. Hatta o mübarek naaşa bile dokunamamış, zarar verememişlerdi. Bilakis, Allah'ın takdiri tecelli etmiş, zalimler, bilmeden, istemeden, Bediüzzaman Hazretleri’ne hizmet etmek zorunda kalmışlardı. Sanki ilahi bir senaryonun oyuncuları gibi, kendi rollerini oynamışlar, Üstad'ın duasının kabul olmasına vesile olmuşlardı. Allah, onları kendi hizmetine kullanmış, Bediüzzaman’ın arzularını gerçekleştirmek için birer vasıta kılmıştı.
Bu hadise, sadece zalimlerin acizliğini değil, aynı zamanda Allah'ın her şeye kadir olduğunu da açıkça ortaya koymuştu. İnsanların kurduğu sinsi planlar, yönelttiği zalimane zulümler, ilahi adaletin hükümranlığı altında ezilip yok oluyordu. Ne kadar çabalarsa çabalasınlar, Allah'ın halis kullarına zarar veremeyeceklerini anlayamayan bu zavallı ruhlar, kaderin büyük planında birer piyon olmaktan öteye gidemiyorlardı.
Dönemin İç İşleri Bakanı’nın Urfa Valiliğine Gönderdiği Yazı[4]
Tüm bu apaçık gerçeklere rağmen, hâlâ aynı karanlık yolda ısrar edenler, aynı beyhude mücadeleyi vermeye kalkanlar vardı. “Ben yapacağım!” diye haykırarak meydanlara çıkanlar, tarihin tozlu sayfalarında hep hüsranla karşılaşmışlardı ve karşılaşmaya da devam edeceklerdi. Hazret-i Âdem’den (as) bu yana bilinen bir hakikat vardı: Devletleriyle, ordularıyla gelseler bile, Allah'ın inayeti altındaki halis kullara zarar vermek, davalarını durdurmak imkânsızdı. Toprak bile onların mübarek naaşlarına dokunmaya, çürütmeye cesaret edemezdi.
Bu büyük hakikati idrak eden halis kullar, kalplerinde zerre kadar korku olmaksızın, Allah’ın emri olan "hakikat hizmetine" devam ederler. Çünkü bu hakikat ne zulmün karanlığıyla ne de zamanın acımasız akışıyla yıkılamayacak kadar köklü ve ilahidir. Ve nihayetinde, hakikat, güçlünün değil, haklı olanındır. Bu, değişmez bir kanundur, ebedi bir gerçektir.
[1] Bilal Tunç (2024), https://risaletashih.org/2020/10/21/bediuzzaman-said-nursi-muhtasar-tarihce-i-hayati-vi-1926-1960, Erişim Tarihi: 13 10 2024
https://www.haberturk.com/galeri/gundem/424550-said-nursinin-mezari-nerede, Erişim Tarihi: 13 10 2024
[2] Aynı kaynaklar.
[3] Şemsî (yani Milâdî) takvime göre 83, Kamerî (yani Hicrî) takvime göre 85. Kaynak: Bilal Tunç (2024), https://risaletashih.org/2020/10/21/bediuzzaman-said-nursi-muhtasar-tarihce-i-hayati-vi-1926-1960, Erişim Tarihi: 13 10 2024
[4] Aynı Kaynak.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.