‘Sarıklı Genç’i açıklıyorum

Ahir zamanın dehşetinde büyük belâ ve musibetlere karşı mücahede kadar rol alan mühim şahsiyetlerin ismi de önem kazanıyor.

Zaman içinde vazife, misyon ikinci üçüncü plan düşüyor isim üzerine yorumlarda yoğunlaşma oluyor. Bu ise Risale-i Nur tarzı değildir.

 

Elbette vazife şahıslarla yapılıyor. Ölçüyü kaçırmadan vazifenin de ehemmiyeti korunmalı şahısların hakkı da bilinmeli. İfrat ve tefritten arınmış makul değerlendirme yapılmalı.

Keza Mehdi meselesi de gereksiz yer ve zamanda ilgili ilgisiz kişilerin medar-ı bahs etmesi faydadan çok zarar veriyor.

 

Ahmet Feyzi Kul, Üstad Bediüzzaman’ın ahir zamanda gelecek Mehdi konusunda yazdığı “Maidetül Kur’an” kitabında açıkca yazmış. Mahkemede alenen müdafaasında beyan etmiş. Üstad bu davranışın hizmete zarar verdiğini mektuplarında ifade ediyor.

 

Aynı Ahmet Feyzi Kul Emirdağ’da bir ziyaretinde Üstad’ın “sıkıntıya girersin hemen dön” diyor. Fakat o gün arabayı kaçırıyor. Bir evde şehrin ileri gelenleri ile bir sohbette yüksek perdeden Üstad’ın ahir zamanda gelecek Mehdi olduğunu açıklaması üzerinedir.

Sabah olur Üstad, Çalışkanlar’ın bakkalına Zübeyir ağabeyi gönderir. “Ahmet feyzi gelsin” der. Ahmet Feyzi ağabey, “eyvah bana dön dedi burada kaldığım için kızmış olacak” diye teleşlanır heyecanlanır. Üstad’ın huzuruna vardıklarında; “kardeşim akşam sohbetinizde bahsettikleriniz haktır, tebrik ediyorum” der. Buradan anlaşılan bu meselenin bahse konu edilecek yer ve zaman önemli.

 

Sarıklı Genç meselesinin de misyon yönü şüphesiz önemli. Şahs-ı mânevi ihlas sırrından dolayı yönü daha önemli.  Sembolik de olsa şahısların da  hakkı teslim edilmeli. Sonra bunlar itikadi ve şer’i ilmihal konuları değil, vicdani meselelerdir. Dayatmaya varan ısrar haklı da olsa yanlıştır.

 

Şimdi Risale-i Nur hizmet tarihinde bir kahraman figürü, bir profili bir kitaptan iktibas ederek buraya ilgili bölümü alıyoruz. Ardından adı geçen kahraman hakkında bir yazı daha arz etmek istiyorum. Sıvalarda boşluk doldurma tarzındaki bir sual şeklinde isim parantez içinde (….) ile ifade edilecek. Metnin sonuna doğru cevabı bulmak kolay olacak.

 

“Üstad’la Tanışması

 

Üstad’la tanışması 1950 yılında Bingöl’de görevliyken gerçekleşir.Emirdağ’da kendisini kapıda karşılayan Zübeyir Gündüzalp, Üstad’ın rahatsızlığı sebebiyle on beş günden beri kimseyle görüşmediğini söyler. İçinde Üstad’la görüşme heyecanı dalga dalga olan(………), “Lütfen bir haber verin, Bingöl’den (………) deyiverin, şayet kabul etmezse geri dönerim!” der.

 

Zübeyir Gündüzalp, Üstad’ın huzuruna girer ve durumu bildirir. Üstad, (………) ismini duyar duymaz, yattığı yerden doğrulur, adeta yeniden canlanır. “Hemen çağır, gelsin!” der. Huzura girip göz göze geldiklerinde Üstad’ın hastalığından

adeta eser kalmaz ve bu kahraman talebesini ayakta karşılar. Pehlivan yapılı (………)’ı öyle sıkı bir şekilde kucaklar ki, Üstad’ın zayıf-nahif kolları arasında (………) adeta mengeneye tutulmuş gibi kaburgalarının birbirine geçtiğini hisseder.

 

Ardından iliklerine kadar vücudunu müthiş bir heyecan dalgası kaplar, dizleri titrer ve dili tutulur. Kendinden yüksek rütbeli subayların, önünde titrediği (………), şimdi asrın maneviyat kumandanının önünde titrer. Üstad, ondaki bu manevî hali hisseder ve başını iki eli arasına alarak göğsüne bastırır, bir müddet öylece tuttuktan sonra bırakır. Böyle manevî bir ameliyattan sonra (………) kendine gelebilir. Bu görüşmede Üstad’ın kendisine ilk sorduğu şeyin annesiyle ilgili olması da manidardır. Üstad, “Annen nasıldır?” der.

 

Bu, (………)’ı yetiştiren ve Nur hizmetine hazırlayan o muhterem varlığa bir minnet borcu gibidir. Gerçekten (………)’ın yetişmesinde en önemli rol annesine aittir. Nitekim annesini kaybettiğinde (………)’ın dünyası başına yıkılır, içinde bulunduğu ruh halini, “Artık annemden sonra benim jipim bozuldu, geri geri gitmeye başladı!” diye ifade eder. Çok sevdiği talebesi ve yakın dostu İrfan Haspolatlı Bey’in eşi öldüğünde de aynı gerçeği dile getirir, “Bu göz dünyada iki kişiye yaş akıttı. Biri annem, biri de senin eşin için” demekten kendini alamaz.

 

Bu ilk ziyaretinde Üstad kendisini üç gün üç gece yanında misafir eder. Bazen diğer talebelerin yanında, bazen hususi odasında kendisine özel dersler verir. Zübeyir’e, “Misafire iyi bak ve ikramda bulun!” diye tembihte bulunur. Bu sohbetler, (………)’ın ruhunda var olan İslamî hamiyet ve gayreti ateşleyen bir sır olur. Zira Üstad onu henüz 17 yaşlarında bir gençken ileride hizmetinde olacak “Sarıklı Genç”lerden biri olarak gayb-aşina gözüyle gördüğünü ifade eder.

“Kardeşim (………), Yirmi Sekizinci Mektup’ta Hulusi’nin bir rüya tabiri var. Demiştim ki: ‘İleride bir genç kuvve-i velayetle daireye girecek.’ Ben o tabiri yaparken senin şahsiyetin karşıma çıkmıştı!” diyerek onu büyük hizmet hedefine doğru sevk eder.

 

“Kardeşim (………), hususan benim Diyarbakır’a gitmem lazımken, bu vazife şimdi size verildi. Gidip orada Nur hizmetine başlayın!” demesi, manevî kumandan tarafından kendisine cephe ve hedefinin tayini olur. Ertesi sabah ayrılırken Üstad, bir yandan askerî vazifesini nazara alarak, diğer yandan ondaki cevval ruhun hakikatleri pervasızca açıklama iştiyakı içinde olduğunu fark ederek, “(………) Bey, Hz. Ali (r.a.) Kaside-i Celcelûtiye’de ‘sırran tenevveret’ diye bu zamanda bu hizmetin tarzına dikkat çekiyor. Bu noktaya da dikkat edersiniz!” diyerek kendisini yolcu eder.”

 

İsmi Risale-i Nur hizmetinin evveliyatını kaba hatları ile bilenler tahmin etmişlerdir.

Bir sonraki yazı o kahraman hakkında olacaktır. Adı geçen kitabın da tanıtımı aynı zamanda. Görüşmek temennisiyle. Allah’a emanet olun

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
4 Yorum