Hülya ZERİN
Sessizlik
Yeryüzündeki ülkelerden birinde, bir ilkokulda okuyan öğrenciler arasında, çok dindar bir ailenin çocuğu da vardı. Çocuk, ailede âdet olduğu üzere, daha çok küçük yaşlarda büyükleriyle camiye gidip gelmiş ve henüz yedi yaşındayken de namaz kılmaya başlamıştı.
Ancak çocuk, okuldayken namaz kılma imkânı bulamıyordu. İlk yıllar, bu durumu dert edinmemişti. Artık, kocaman adamdı kendince ve namaz kılamamanın verdiği yük, yüreğine ağır gelmeye başlamıştı. Çocuk sıkıntı içindeydi. Sonunda bir karar verdi ve bunu çok sevdiği öğretmeniyle paylaştı:
“Öğretmenim” dedi. “Korkarım bundan sonra okula gelemeyeceğim.”
Öğretmen bu sevimli ve çalışkan öğrencinin söylediklerine çok şaşırmıştı:
“Neden evladım” diye sordu. “Memnun değil misin okulumuzdan? Yoksa babanın tayini başka bir şehre mi çıktı?”
Çocuk mahcubiyet içinde cevaplandırdı:
“Hayır öğretmenim de, şey… Ben okulda namaz kılamıyorum. O yüzden artık okula gelemeyeceğim.”
Öğretmen, dini inançları kuvvetli bir insan değildi. Fakat her türlü inanca saygılıydı. Karşısındaki bu küçücük çocuğun ibadet bilincine ise hayran kalmıştı. Bir süre bakakaldı öğrencisine. Eğer istikbal vadeden bu çocuğa imkân tanımazsa, belki yine okula devam edecek ancak aklı başka yere takılı kalacağı için verimli olamayacaktı.
“Mustafa, oğlum” diye yeniden söze başladı öğretmen. “Sakın okulu bırakayım deme. Madem bu kadar isteklisin, namazını sınıfın bir köşesinde kılabilirsin.”
Mustafa başını kaldırdı; öğretmeninin tâ gözlerinin içine minnettarlıkla bakıp gülümsedi.
Ertesi gün Mustafa ikindi ezanını duyar duymaz namaza durmuştu bile. Öğretmen hiç tepki vermeden tahtaya döndü ve üzerinde dilbilgisi çalışması yapacakları metni tahtaya yazmaya başladı. Çocuklara da defterlerine geçirme talimatı verdi.
Öğretmen bunu sıkça yapar ama öğrencilere arkasını döndüğü an sınıfta bir gürültü kopuverirdi. Ancak bugün sınıfa büyük bir sessizlik hâkimdi her nedense. Öğretmen son cümleyi yazarken, bunu fark edip öğrencilere döndüğünde, ruhunda derin yankılar uyandıran bir manzarayla karşılaştı. Bütün öğrenciler Mustafa gibi namaz kılmaya başlamışlardı. Bir ezan sesiyle bu küçük yaramazları sessizliğe götüren büyük gücün varlığını hissetti öğretmen.
Tam o esnada sınıfın kapısı açıldı ve ufak tefek bahanelerle sık sık sınıflara girip fark ettirmeden kontroller yapan okul müdürü kapıda belirdi. Müdür tam bir ateistti. Üstelik inançlı insanlara ve özellikle Müslümanlara hiç tahammülü yoktu. Hele hele namaz kılan birini gördü mü tepesi atar, küplere binerdi. Nerede bir dindar varsa başı ezilmeliydi ona göre.
Öğretmene sert bir bakış attı ve hızla arkasını dönüp oradan ayrıldı. Öğretmen hakkında derhal soruşturma başlatmalı ve bu vahim durumdan üst makamları haberdar etmeliydi.
Hemen müfettiş beyi aradı. Ancak müfettişin telefonu cevap vermiyordu. Kapatıp birkaç dakika sonra tekrar bastı tuşlara. Az sonra karşı taraftan müfettiş beyin sesi duyuldu. Önce kendini tanıttı müdür:
“Rahatsız ediyorum efendim, bir maruzatım olacaktı” diye devam etti. “Az önce de aradım, meşguldünüz herhalde.”
“Ha, siz miydiniz o?”, dedi müfettiş. “Kusura bakmayın, telefonu açamadım. İkindi namazını kılıyordum da. Buyurun müdürüm, size nasıl yardımcı olabilirim?”
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.